Bazıları, “dindar bir liberal” olunabileceği düşünülebiliyor veya etnik ırkçı bir liberal… Bunlar belki ferdi kabuller açısından mümkündür.
Son tanımlama kazara söylenmedi, çünkü nedense etnik siyaset, genelde yalnızca etnisitenin ırksal farklılığı gibi “itiraz edilemeyeceği” düşünülen bir farka dayandırılmağa çalışılır. Henüz, ırkî köken farklılığından bahsetmeyen bir etnik siyasetçiye şahsen rastlayamadım…
Meselâ bunun yanında “dindar liberal” olmak ihtimali de hümanizm sınırları için kabul edilir. Bunun sebebi de dindar fertlerin hayatlarını kendi bildikleri gibi yaşayabilmeleri ihtiyaçlarına duyulan saygıdır. Bir kere daha bunun mümkün olabileceğini düşünen dindar fertlerin de var olabileceğini peşinen kabul ediyorum.
Burada, önce dindar siyasete ve etnik ırkçı siyasete liberalizmin mesafesini ayrı ayrı ölçmeye çalışacağım.
Dindar siyasetin “niyetleri” belirsiz olduğundan ve ayrıca niyete dayalı hüküm verilemeyeceğinden, onu bu açılardan eleştirmeyi sıradan ve seviyesiz buluyorum.
Dindar siyasetin asıl belirleyici yönü, “cemaatçi” olmasıdır. Bu onun tabiatında vardır. Dindar siyasetin daha radikal kesimi sıkça ülkemizdeki “Müslümanlardan” bahsederken, sıradan Müslümanları kendilerinden saymadıklarını zımnen ifade ederler. Onlara göre Müslüman, kendi standartlarını benimseyen, kendi hayat tarzlarını istisnasız kabul eden insandır. Bu yüzden de meselâ “diğer Müslümanlar” içindeki aykırılıkların hürriyeti konusunda hiçbir endişe taşımazlar.
Etnik ırkçı siyaset de özünde cemaatçidir.
O da ülkenin geri kalanından en başta ırken daha sonra tarihi unsurlarla apayrı ve “saf” bir grubun sözcülüğü ile kendini ortaya koyar. “Haklar” konusuna yaklaşımı, hep bu iki unsurdan kaynaklanan farklara dayandırılır. Mademki bu çürütülemez ve inkâr edilemez farklarla ayrılan bir homojen grup vardır, öyleyse bu grup bu saflığını korumak hakkına sahip olmalıdır.
Etnik ırkçılığın cemaatçi özelliği haklar konusuna yaklaşımıyla tersten okumayla da bu şekilde anlaşılabilir. Çünkü ancak “haklara” cemaatçi bir yaklaşım, bu hakların, çoğunluktan siyasi olarak da ayrılmakla korunabileceğine inanır.
Her iki grup da kendilerini ayırabilmek hakkını önceler ve kendi içlerindeki her ferdi de bu amacı istisnasız kabul eden atomlar olarak varsayarlar. Başka türlü bir siyasi söylem geliştirebilmeleri, bir “toplumsal “ talep aktarıcısı veya hareketlendiricisi olmaları tabiatlarına aykırıdır.
Bu iki akımın da özünde cemaatlerin tam bağımsızlığı fikri yatar. Cemaatleri tam bağımsız olduğunda, saflıklarını koruyacak ve hiçbir başka cemaate hesap vermeden, kendi “kanunları” içinde huzurlu ve mutlu yaşayacaklardır.
Buna göre bir kere kendi kanunlarını uygulayacakları, saf bir alan elde ettiklerinde artık bunu bozacak herhangi bir aykırılığa izin vermeksizin “özgürce” yaşayabileceklerdir.
Bunun doğal bir sonucu olarak ticaretin,piyasanın renkliliği, farklılıkları ile “herkese eşit duran”, bu sayede de farklılıkları barışla bir arada tutan bir hukuk devleti ideali onların tasavvurunda yer almaz. Belli bir dinin insan hayatına dayatıldığı veya belli bir etnisiteya mensubiyet dışında hakkın var olamadığı hiçbir rejim piyasayı geliştirmeyi ve demokrasi yerleştirmeyi başaramaz.
Peki liberalizmin artık ana eksenine yerleşmiş “açık toplum” ideali, onların bu hedefiyle bağdaşabilir mi?
Açık toplum idealinin özü ferttir. Liberalizm en başta ferdin kendini topluma ifade edişinde hür olmasıyla ilgilenir.; diğer fertlerin temel haklarını ( Hayat, mülkiyet ve hürriyet) çiğnemeksizin kendini özgürce ifade etmesi liberalizmin temel kaygısıdır. Liberalizmin “ideal insanı” yukarıda belirttiğimiz gibi diğerlerinin temel haklarına saygılı insandan başkası değildir. Liberalizmin insan tasavvuru, insana başka herhangi bir itikadi veya fikri renk, şekil vs giydirmez, yüklemez. Buna göre bir insanın, başkalarının inancına müdahale etmediği müddetçe bir gün Müslüman, bir gün Musevi ve ertesi gün Budist olup olmamasının bir önemi yoktur. Veya bir insanın ifade hürriyetinden yararlanabilmesi için onun mutlaka etnik bir kökene sahip olması gerektiğini söylemez.
Çünkü “hakları” fert temelinde tanımlar ve anlamlı sayar.
Bu açıdan liberallerin bu iki grubun “hak” mücadelesinde, kendi tabiatına uygun şekilde ferdî haklar ekseninde taraf olması doğaldır. Ama bu kayıt ve şart kesin bir şekilde dile getirilmezse liberaller, teokratik siyasetin veya etnik ırkçılığın cemaatçi otoriteryenizmlerinin payandası konumuna düşerler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder