Buna hemencecik “Evet”
diyebilmek pek mümkün değil. Hatta Attila İlhan’a rağmen bu soruya evet diye
cevap vermek zor.
“Hangi Atatürk” kitabında Merhum İlhan, herkesi
Işıklarda uyu Kaptan! |
n gözü kapalı imzalayacağı bir milliyetçilik tanımı yapıyor.
Yapmasına yapıyor da o
çok övdüğü, insanlığın artık ölçüsü haline geldiğini söylediği sosyalist
demokrasi hiç de onun hayalindekine benzemiyor.
Bunun iki tür sebebi var:
Birincisi sosyalizmin
kuramı, yapısı, özü itibariyle “yanlış” olması. Sosyalizm hayatla bağdaşmıyor.
Çünkü hayatı açıklama biçimi daha en baştan tutarsız. Toplumun “sınıf” denen
tabakalara bölünerek anlaşılabileceğini düşünüyor ama varsaydığı sınıfların
kalıcı kategoriler olmadığını dahası, o çok sevilen diyalektikle hiç mi hiç bağdaşmadığını
görüyoruz. Nasıl, derseniz şöyle: Mises’in dediği gibi hepimiz hem üretici hem
de tüketiciysek eğer, “emeği sömürüp de hiçbir şey yapmadan kazanabilen burjuva
sınıfı” diye bir şey yoktur. Bir başka sebep de işçilerin tasarruf yoluyla sermaye
oluşturabilme yetenekleridir.
Dahası sınıf gibi hayali bir
olgu yegâne irade sahibi özne kabul edildiğinde, bireyin varlığı ve değeri
kendiliğinden ortadan kalkıyor. Oysa dünya, sınıfı kutsayan kolektivist sözde demokrasiler
yerine liberal demokrasilere geçmiş bulunuyor. Neden? Çünkü insanlar
varlıklarının, değer ölçeklerinin, tercihlerinin korunmadığı sistemlere güvenmiyor
ve bu sistemlerde herhangi bir şey üretmiyor. Demek ki sosyalizm milletin
refahıyla, özgürlüğüyle hukukla
bağdaşmıyor. Milletin varlığına, refahına, özgürlüğüne aykırı bu tür bir fikrin
de milliyetçilikle bağdaşması mümkün görünmüyor.
Sınıf düşüncesinin
zehirli yanı, millet, milliyet, milli egemenlik kavramlarını reddetmesi. Bunun
güncel sonucu, yakın tarihimizde kanlı bir leke halinde duran Kürtçü etnik
teröre, imkân ve ortam sağlanması.
Fakat daha güncel ve gözlenebilir
bir olay var ki o da solun “güdümlülüğü”, “dış merkezliliği”
Esenboğa’yı kana bulayan
Ermeni teröristi Levon EKMEKÇİYAN’ı savunan solcularımız, zamanında olayı SSCB yetkililerine
bildiriyor ve onlardan yardım istiyor (Bkz: Erlik*). Hiçbiri, "Yahu bu herifler
bizim babamızın oğlu mu? Neden kendi devletimizi bunlara şikâyet ediyoruz ki?”
diye düşünmüyor. Solun bu eğilimi bugün de devam ediyor. Rusların önüne gelen
her yere saldırmasını, Çinlilerin Doğu Türkistan’ı kana bulamasını, bir ASALA
teröristini savundukları vicdanla savunmaya devam ediyorlar. Yani solun
sadakati hiç de Türk Milletine, Türk devletine değil gibi görünüyor. Bunu da “evrensel
değerlere” göre Türk Milleti’ni yargılayabilecekleri düşüncesiyle yapıyorlar.
Öyle ki Atatürk dahi onlar için ancak solla bağdaşabildiği ölçüde bir değer
ifade ediyor.
Solu nihai hedefinin
silahla ya da silahsız bir devrimle kutsadıkları sınıfın iktidarını
gerçekleştirmek olduğu düşünülürse solun içinde Türk’e dair pek az bir şey
bulunduğu anlaşılıyor.
Türk’ü ancak kendi sınıf telâkkisiyle bağdaştırabildiği kadar kabul eden, sadakatini ideolojisine göre başkasına bağlayabilen bu ideolojik kampla uzlaşmak da bu yüzden neredeyse imkânsız görünüyor.
https://www.youtube.com/watch?v=Rm_QRPwsBoE&list=UULFtcbW4FISitBM4uZOH5lqFg&index=46 *
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder