Bu yazının bir başka biçimi vardı.
Söylenecek şeyleri söylemenin
farklı yolları var.
Yazarın yazısı onun iç âlemiyle,
duygularıyla da biraz olsun şekilleniyor. Dolayısıyla bazı yazılar hırçın
olabiliyor.
Bu yüzden bu yazının öbür
biçimini yayınlamaktan vazgeçtim.
Rahmetli babam la tartışırken
bana “ Beni ikna etmeğe mi uğraşıyorsun, kendini tatmin etmeğe mi?” diye
sorardı.
Bu yüzden Türkiye’de
hepimizi pençesine alan “kendi başına
düşünmemek” hastalığını mümkün olduğunca sakin değerlendirmeğe çalışacağım.
Hepimiz aslında belli bir
kabileye bağlı yaşıyoruz. Günlük menfaatlerimizi temin etmenin en kolay ve
hızlı yolu bu gibi görünüyor.
Neden böyle? Çünkü Türkiye’de
henüz uluslaşamadık.( Eyvah! Bir okur paradoksuna giriyoruz. Gene tepeden bakmağa başladım, değil mi? Oysa hepiniz
bunları zaten biliyor, Muharrem İnceyi mi, SezginTanrıkulu’nu mu yoksa halifenizi ya da ulemanızı veya reislerinizi
artık her ne iseler desteklemeniz gerektiğini zaten biliyorsunuz.)
Şu aşamadan sonra çoğunuz yazıyı
okumayı bırakabilir. Yazarın okura
hitabı bir ego gösterisidir. Yazar ne kadar mütevazı davranırsa davransın,
okurun yazamadığı, yazmağa üşendiği, yazmağa değer bulmadığı şeyleri yazarak
egosunu sergiler. Böylece yazarla okur arasında bir ego çatışması yaşanır.
Bu yüzdendir ki üstünlükleri akademik
veya siyasal unvanlarıyla veya şöhretleriyle tescillenmiş insanlara teslim
olmak isteriz.
Bu insanlar kendi kabilelerin
uluları olarak altlarındaki insanları güdüyorlar. Vatansız bir takım liberallerimizin icadı “kanaat
önderi” deyimi bu anlama geliyor.
Sürüleştirilmiş kabilelerini fikren güden
insanların kitleleri manipüle etmesine bilhassa liberal camiada pek bel
bağlanıyor. Ama bunun başka örnekleri de var. Meselâ CIA’nın Kürtçü ajanını Atatürkçülük adına partilerinde tutan
CHPliler veya “ Her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış” AKP’yi din
için destekleyen MHP seçmeni…
Bunları sivri örnekler olarak verdim.
Sürü olmazsak kurtlar bizi
kapar güdüsü her eylemimizi daha en baştan baltalar. Peki
bunun uluslaşmayla ilgisi ne?
Ulus dünya üzerinde ideale en yakın
bir adalet sistemini, toplumun en geniş kesimi adına gerçekleştirebilecek ve
kabul edilebilecek,tek meşru zor kullanma mekanizmasının sahibi olabilecek en
gelişmiş ve en büyük insan beraberliği
de ondan…
Uluslaşmış toplumda insan,
kabilelere sığınmaya ihtiyaç duymaz. Kendi aklı ve vicdanıyla hakkını ve hakkı
savunur.
O halde suya sabuna dokunmayan ve
dahi ancak bireysel gelişimle ilgilenen hiç kimseyi rahatsız etmeyen felsefe
nerelere vardı?
Ne bileyim ben?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder