Aziz dostlarımla arama giren bir
sorudur bu. “Bir şeyler yapabilmek için iktidara gelmek gerektiği” şeklindeki itiraz kabul etmeyen sebep
ile susturulurum.
Öyle ya iktidar olmuyorsan; ne
söylersen söyle eşek yellenmesinden bir farkı kalmayacaktır.
Siyaset bir güç mücadelesi.
Temelinde ülke ekonomisine hükmederek, parayı ve malları taraftarlara
dağıtmaktan ibaret.
Siyasetle ahlâkın ilişkisi ancak
gelişmiş birkaç ülkede kurulabiliyor ki biz farkında olmasak da o ülkelerin
gelişmişliğinin ardında da bu ilişkinin sürekli gözetilmesi var. Buna rağmen
yolsuzluklar o ülkelerde bile asla bütünüyle bitirilemiyor.
Milliyetçi siyasetin amacı, “bir
şekilde iktidara gelip memleketi milliyetçi akılla düzeltmek”.
Burada iki sorun var:
Birincisi “milliyetçi aklın” ne
olduğu, nasıl işlemesi gerektiğini milliyetçi siyasetiler bile bilmiyor.
İkincisi insanlara “tercih edilir “ ne sunulması
gerektiğine dair hiç kimsenin bir fikri yok.
İkinci unsurla ilgili olarak akla
gelen ilk şey millete devletin kadrolarını peşkeş çekmek. Aklı fikri, uçkurunda
ve midesinde olan bir toplum için en cazip tekliflerin başında bu geliyor.
Siyasetçinin tek ilgilendiği şey
sonuçtur. O bütün üretimlerin asalağıdır. Her şeyin kendi sömürüsü için hazır
bulundurulmasından başka bir şeyle ilgilenmez.
Fikri ya da maddi üretim süreçlerinin hiç biriyle ilgilenmez. Bulduğu
varlıkları yandaşlarına dağıtarak varlığını sürdürür.
“Sınırsız demokrasinin” en
yozlaştırıcı yanı, kitlelere, “kanuna dayalı” bir yağmalama gücü vermesidir.
Demokrasinin böylesine
yozlaşabildiği bir ortamda “iktidara gelmek” içi boş bir amaçtır.
Türkiye’de milliyetçiler “başa geldikten sonra” melek muktedirler olmak istediklerini
söylerler ama gücün yozlaştırıcı
etkisinden kurtulamazlar. Bundn hiçbir parti kurtulamaz, çünkü partilerin
bizatihi varlık sebebi “kanuni bir yozlaşma” yoluyla yandaşlarına güç ve
mülkiyet aktarımıdır.
Dolayısıyla siyasetçiler immoralist
bir gerçekçilikle her türlü fırsatı
kullanarak muktedir olmak dışında hiçbir
şey bilmez. Bu amaç, içinde sebep/sonuç
ilişkisine/ ilkesine bağlılığı taşımaz.
Galiba özellikle bizim gibi geri
ülkelerde siyaset, maddi vaatler yanında, “kamplaştırmak ve ayrıştırmak” yoluyla yürütülüyor.
Peki Türkiye’de entelektüel ne işe yarar? Onun siyasetin
içeriği ve yöntemi üzerinde bir etkisi var mıdır? Ne yazık ki entelektüelin bu
ülkede hiçbir etkisi yoktur. Çünkü kendisine sebep-sonuç ilişkilerinin
anlaşılması için ihtiyaç duyulmaz.
Türkiye gibi geri ülkelerde
menfaatler ve güç ilişkileri o kadar cezbedici ve belirleyicidir ki insan
eyleminin akılla ve vicdanla ilişkisini gözetmekle kimse ilgilenmez.
Bizde özellikle milliyetçiler
muktedir bir milliyetçiliğin ahlâkî doğruluğu ve refahı kendiliğinden sağlayacağını düşünürler ama
iktidar yolunun meşruiyet sınamasını
gözetmezler. Karşı oldukları diğer bütün
partilerle aynı yolu izleyerek iyilik
yapabileceklerini sanırlar.
Öncelikle şu bilinmelidir ki siyasetin fikri bir içeriği yoktur.
İdeoloji partileri dahi ancak üretilmiş fikirlerin itibarını ödünç alarak oy
piyasasında işleyebilirler. Geri toplum insanının en önemli yanılgısı, siyasi partilerin bize fikir paketleri
sunabileceklerini sanmasıdır.
Bir fikir kendi başına doğmaz.
Fikir, bir ilgi oluşturma işidir. “İlgi” ise çeşitli durumlar arasında bulduğumuz bir “gerekirliktir”. İnsan eylemlerinde gerekirlik ya da
nedensellik, ahlâkî sorgulamanın temelini oluşturur. Oysa siyaset amaçla araç
arasında ne ahlâkî ne de mantıksal bir ilgi kurmakla ilgilendiğinden,
entellektüeli, lüzumsuz bir doğrucu olarak
görür. Bu yüzden de zihinsel yeterliği
tartışmalı pek çok milletvekili danışmanı vardır ama siyasetçilerce görüşüne
itibar edilen pek az entelektüel vardır.
Siyasetin yoz sonuç odaklı
bakışına göre , entellektüelin
tavizsizliği, uzak görüşlülüğü, üretkenliği ve bilgi odaklılığı fazlasıyla yararsızdır.
Fakat sorun şudur ki siyasetçi
yararla ilgili araçları ele geçirdiğinde, onlarla gerçekten ne yapması
gerektiğini asla bilemez ve işin kötü yanı odur ki bu bilmek de istemez. Eline
vergi mükelleflerinin paralarını bir anda geçiriveren bir siyasetçi ele
geçirmenin tatmini hissedemez. Onun asıl istediği ele geçirdiği parayı
kullanabilmek değildir. Onun asıl istediği, sürekli ve sürekli elde
edebilmektir.
Bu yüzdendir ki özellikle bizimki
gibi yozlaşmış demokrasilerde meşruiyetini ve dahası akıllılığını oy
çokluğuna bağlayan partilerin ekonomiye müdahaleleri asla hayırlı bir netice
vermez. Yapılanların en basit teknik anlamda bile eleştirisini yapan bir entelektüel
bu yüzden derhal “istenmeyen adam” haline gelir.
Entelektüel bir “olması
gerekenler” kategorisi oluşturur. Bu bir
tür alternatif güzergâhlar koleksiyonudur.
Geri ülkelerin siyasetinin en önemli açmazı, elinde hiçbir haritası olmayan insanların körce giderken bir
harita yapabileceklerini iddia etmeleridir.
Türkiye “iktidardan sonrasına”
odaklanıp her seferinde entellektüeli
küçümseyen milliyetçi siyaset yüzünden bugün,
ulus kimliğini yitirmek üzeredir.
Hayatında hiçbir sanatsal ve
edebi faaaliyete katılmamış ve bu alanlarda üretmemiş insanlar,milliyetçiliği, adeta
dinleştirilmiş bir partizanlık veya partizanca bir dindarlık haline getirdiği için fikir sahasında derin
bir vakum meydana gelmiştir. O vakum da dinciler tarafından doldurulmuştur.
Sözün özü: Türkçüler siyasetin
yozlaştırıcı etkisinden uzak durarak bireysel üretimlerini sürdürmeli ve
Türkçülüğün itibarının siyasetçilerce sömürülmesine karşı durmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder