16 Ekim 2010 Cumartesi

Söz İnsanlıktır






Diyelim ki annenize sigaranın zararlarından bahsediyor ve bunu içmenin akılsızlık olduğunu söylüyorsunuz.

Anneniz sigara içmeyen biri ise bu sözlerinize çok seviniyor, sizi şapır şupur öpüyor…

Eğer anneniz sigara içiyorsa haddinizi bilmeniz konusunda sizi adamakıllı paylıyor… Aklınızı kendinize saklamanızı söylüyor.

Şu var ki her ikisi de sizin sigara içmediğinize dair bir kanaate varıyor

İyi ama neden?

Aslında siz sigaranın zararlarından bahsederken kendi alışkanlıklarınızın ne olduğunu söylemiyorsunuz ki… Annenizin işittikleri sadece ağzınızdan çıkan bazı kelimeler… Bu kelimelerin herhangi, bir şeyi gerektirmesini beklemek akılcı mıdır?

Eğer siz sigara aleyhinde bu kadar konuşup da sigara içerseniz en azından ayıplanırsınız, değil mi?

Veya en azından sigara içmenin, önüne geçilmesi çok zor bir tür bağımlılık olduğu ve sizin de iradesizliğinizden dolayı bu alışkanlığı sürdürdüğünüze dair bir mazeret beyan etmeniz beklenir.

Dikkat edilirse ağzımızdan çıkan sözlerin her biri bizi içinde yaşadığımız toplumla mutlak şekilde bağlıyor. Bunun en güzel ifadesi “Sözüm, senettir.” cümlesidir.

Neden?

Çünkü başka türlü, ileriye dair bir tahmin ve beklenti geliştirmemiz, bir bilgi edinmemiz mümkün olmayacaktır. Çünkü aksi takdirde, isteklerimizi karşılamanın yolunu ve yordamını kaybedeceğizdir

Ortada henüz hiçbir satış yokken bir üreticinin kâr etsin veya etmesin, işçilerinin ücretlerini ödemesi gerekliliği de bundandır. Çünkü üretici, işçilerine, üretiminden elde edeceği kârın beklentisini sunarak onların emeklerini satın almıştır. Eğer bu beklenti gerçekleşmezse üreticinin vaadi boşa çıkar.

Sözleşmeler, karşılıklı beklentilerin yazıya geçirilmiş halleridir.

Ne gariptir ki meselâ sosyalistler, işçilerle işveren arasındaki sözleşmelerin ahlâkîliği üzerinde ısrarla dururken, mülkiyet kavramını, uçucu ve bağlayıcı olmayan basit bir söz saymakta beis görmezler.

Oysa üzerinde pazarlık yapılan her şeyin, mübadele edilen her malın üzerinde uygulanan işlemler meselâ “mülkiyet” kelimesine dayanır. Eğer bunun sadece şarta bağlı, anlamsız bir ses yığınından ibaret olduğunu düşünüyorsanız, bu kelimeyi sözlükten silmeniz halinde, onun ifade ettiği kavramın yok olup olmayacağını düşünmelisiniz.

Sovyetler tecrübesi, toplumumuzun temeli olan kavramların devletçe yeniden inşa edilebileceği beklentisiyle çalıştırılmış bir toplum mühendisliği laboratuarının insanlık dışı örnekleriyle doludur.

Bir çocuktan, ailesinden daha çok partiye bağlılık göstermesinin istenmesinin ve bunun dayatılmasının yarattığı kaos hâlâ unutulmamıştır.

Bu deney, Marx’ın “sınıf bilinci” saçmalığının hayata geçirilmesi gayretinden başka bir şey değildi.

Marx kendince bir takım sözler etmişti, ve bir takım insanlar bu sözlerden bir takım beklentiler geliştirmiş ve bu beklentilerine ulaşmak için her yolu denemişti.

Sözleri, “sınıfın kendi bilincine göre sarf edilmiş, bağlayıcılığı olmayan, görece ifadeler” şeklinde algılamayı yöntem sayan sosyalistler, iş Marx’a gelince “mülkiyet”, “üretim araçları” gibi kelimeleri aynen Marx’ın dikte ettiği şekilde kullanıyor ve buna dayalı bir bağlamda, kolektif bir beklenti dağarcığı yaratmaya çalışıyordu.

Oysa durum böyle olmadı. Sözlere “sınıfın” emrettiği anlamlar yüklenemiyor, beklentiler, proleter diktatörlüğünün emriyle şekillenemiyordu. Çünkü meselâ “mülkiyet” kelimesini ne kadar kötülerseniz kötüleyin, bireylerin “kendilerine ait olandan” vazgeçmeleri mümkün olmuyordu. Bunun yanında insanlara benimsemedikleri, rıza göstermedikleri hiçbir “paylaşımı” hoş gösteremiyor, benimsetemiyordunuz.

“Kardeşlik”, “barış” ve “özgürlük” kelimeleri silâhların namlusuyla anlamlarını değiştiriverebileceğimiz ses yığınları değildi. İnsanların ellerindekini alıp başkalarına dağıtmakla insanlarda kardeşlik hissiniz yaratamıyor, devlet eliyle besleyerek ve okutarak ve onlara kanalizasyonlar, metrolar yaparak “özgür” olduklarını düşündüremiyordunuz. Veya herkesi her an öldürebilecek büyük bir gücün varlığında, o gücün keyfî kabullerine göre neyi suç sayıp neyi saçmayacağını bilememenin korkusuyla hareketsiz kalmanın “barış” olmadığını insanların anlamasını da önleyemiyordunuz.

O halde kelimelerin anlamlarını yapılanlardan yola çıkarak ifade etmiyorduk. Aksine, yapılanların, yani halin, ideale yakın olup olmadığına bakıyorduk. Esas olan anlamdı. Hiç kimse Sovyetler tecrübesinin korkunçluğuna bakarak özgürlük ve barış kelimelerinden vazgeçmedi ama o tecrübenin, bu kelimelerin anlamlarıyla uyuşmazlığına bakarak, o dönemi ahlâki olarak yargıladı, yargılamaya devam ediyor.

Bu yüzdendir ki günümüzde etnik ırkçılar, onların yardakçısı, vatansızlıkta birleşen nevzuhur liberaller, sosyalistler ve dinciler sürekli kelimelerin anlamlarını çarpıtmaya çalışıyor.

Bu yüzdendir ki siyasetin, sosyolojinin, tarihin ve hukukun terimlerinin yukarıdaki kesimlere istismarına engel olmalı, kelimelerin anlamları üzerine gerilen perdeleri yırtmalı ve hakikati korkmadan söylemeliyiz.

Unutmamalıyız ki “anlam” sadece insanda mevcuttur ve anlamı örtmeye çalışanlar ancak insanlık düşmanlarıdır.









2 yorum:

nevin çelik dedi ki...

Kelimeleri yersiz kullanarak algıları değiştirmek de sanat oldu galiba günümüzde.

Afşar Çelik dedi ki...

Kesinlikle anacığım, kesinlikle!