Aslında pek çok şey bir araya geliverdi kafamda… Önce Durmuş HOCAOĞLU’nun vefatını öğrendim. Milliyetçi diyebileceğimiz camiada benzerine az rastlanır bir kalemdi. Bazı kavramlarla yeterince ilgilenmediğini düşündüğüm ve bu yüzden de yeterli derinliğe ulaşamadığı kanaatine vardığım ama düşünce namusu açısından da tartışılmayacak bir düşünürdü.
Sonra Pazar günleri, eli kalem tutan etnik ırkçı, militan solcu, vatansız/soysuz liberal, hırçın dinci ne kadar genç varsa kapılarını onlara açıp hepimizi alaya alan “popüler solcu” bir gazeteye göz attım. Sonra Tokio Hotel’den “ Dark Side of The Sun” adlı parçayı dinlemeye başlamıştım ki ilham patladı!
Hayatta hiçbir şey tesadüf değil, gerçekten değil.
Şöyle bir bakınca bir entelektüel ölüyor… Bir yıldız kayıyor… Düşünce göğünde bir ışık sönüyor. Bir kaygı düğümü çözülüyor, bir ruh kendini Tengri’ye teslim ediyor… Bir gazetede sizinle dalga geçiliyor, ama “ciddiyetin” yeri boş bırakılıyor, hükümler çöpe atılıp hükümsüzlükle, etnik ırkçılığa ve sol beyin diktatörlerine teslim olmanız isteniyor…
Ve Tokio Hotel “Son yakın, biz hâlâ burada duruyoruz, gelecek başladı, güneşin karanlık yanında” diyor…
Metalciler için gülünesi bir disko hafifliği elbette, biliyorum ama bu müzik, bu sözler, bir ölümün, bir “beğenilmek fetişizmi” ile nasıl da örtülüp silindiğini gösteriyor, naçiz ( nacizane diye bir şey yok…)aklıma…
Salağın biri ağabeylerine yaranmak için kimlerin kaç kelimeyle yazdığına dikkat çekiyor ama, yaptığının hiçliğe ateş etmek olduğunu fark edemiyor. Önerdiğinin ne olduğunu bilmeyen yeni yetmenin saldırganlığı, sivilceli hırçınlığı, tumturaklı ve gecikmiş şehvetlerin ellerinde oyuncak olmuş ağabeylerince, “ne alırsan bir milyoncu” fikir piyasasında, her gün tonlarca kâğıt tomarı olarak toplumumuza arz ediliyor.
İnşa edilenleri alaya almak, yıkmak, sarsmak, tahrip etmek… Büyüklerine âsî bir ergenin psikolojisi, yıkıcılıkla, vahşetle alnı lekeli solun adıyla, etnik ırkçılıkla, Conversli türbancılıkla, soysuz, edepsiz bir özgürlükçülüğü liberalizm diye kabul ettirmeye kalkanlarca bize “norm” diye dayatılıyor…
Ve bu ortamda Durmuş HOCAOĞLU diye biri ruhunu, ruhunun sahibine iade ediyor. Mal varlığını terk ediyor, hesabını kapatıp, “uçmağa varıyor”…
Ve Tokio Hotel “ Sonun yakınında, hâlâ burada bekliyoruz..” diyor.
Ankara’da hava kapalı. Kışın ayak sesleri, gölgelerde koyulaşan serinlikten işitiliyor…
İnsan düşünmeden edemiyor… Hava bulutlardan mı kapandı? Yoksa artık güneşi karartarak mı ölümün yakınındayız?
Sonra Pazar günleri, eli kalem tutan etnik ırkçı, militan solcu, vatansız/soysuz liberal, hırçın dinci ne kadar genç varsa kapılarını onlara açıp hepimizi alaya alan “popüler solcu” bir gazeteye göz attım. Sonra Tokio Hotel’den “ Dark Side of The Sun” adlı parçayı dinlemeye başlamıştım ki ilham patladı!
Hayatta hiçbir şey tesadüf değil, gerçekten değil.
Şöyle bir bakınca bir entelektüel ölüyor… Bir yıldız kayıyor… Düşünce göğünde bir ışık sönüyor. Bir kaygı düğümü çözülüyor, bir ruh kendini Tengri’ye teslim ediyor… Bir gazetede sizinle dalga geçiliyor, ama “ciddiyetin” yeri boş bırakılıyor, hükümler çöpe atılıp hükümsüzlükle, etnik ırkçılığa ve sol beyin diktatörlerine teslim olmanız isteniyor…
Ve Tokio Hotel “Son yakın, biz hâlâ burada duruyoruz, gelecek başladı, güneşin karanlık yanında” diyor…
Metalciler için gülünesi bir disko hafifliği elbette, biliyorum ama bu müzik, bu sözler, bir ölümün, bir “beğenilmek fetişizmi” ile nasıl da örtülüp silindiğini gösteriyor, naçiz ( nacizane diye bir şey yok…)aklıma…
Salağın biri ağabeylerine yaranmak için kimlerin kaç kelimeyle yazdığına dikkat çekiyor ama, yaptığının hiçliğe ateş etmek olduğunu fark edemiyor. Önerdiğinin ne olduğunu bilmeyen yeni yetmenin saldırganlığı, sivilceli hırçınlığı, tumturaklı ve gecikmiş şehvetlerin ellerinde oyuncak olmuş ağabeylerince, “ne alırsan bir milyoncu” fikir piyasasında, her gün tonlarca kâğıt tomarı olarak toplumumuza arz ediliyor.
İnşa edilenleri alaya almak, yıkmak, sarsmak, tahrip etmek… Büyüklerine âsî bir ergenin psikolojisi, yıkıcılıkla, vahşetle alnı lekeli solun adıyla, etnik ırkçılıkla, Conversli türbancılıkla, soysuz, edepsiz bir özgürlükçülüğü liberalizm diye kabul ettirmeye kalkanlarca bize “norm” diye dayatılıyor…
Ve bu ortamda Durmuş HOCAOĞLU diye biri ruhunu, ruhunun sahibine iade ediyor. Mal varlığını terk ediyor, hesabını kapatıp, “uçmağa varıyor”…
Ve Tokio Hotel “ Sonun yakınında, hâlâ burada bekliyoruz..” diyor.
Ankara’da hava kapalı. Kışın ayak sesleri, gölgelerde koyulaşan serinlikten işitiliyor…
İnsan düşünmeden edemiyor… Hava bulutlardan mı kapandı? Yoksa artık güneşi karartarak mı ölümün yakınındayız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder