Dünyada iki temel ideolojinin var olduğunu söyleyebiliriz: Sosyalizm ve liberalizm.
“İdeoloji” yanılgısıyla ortaya atılacak her düşünce veya plan, otoriterime veya hukuka yakınlığına göre bu iki ideoloji arasında bir yerde yer alacaktır.
Meselâ yıllarca Nazileri “sağcı” sayan zihniyetin, NAZİ kısaltmasında bir “sosyalizm” ibaresi geçtiğini bilmemeleri veya görmezden gelmeleri manidardır. “Sağcı” sayılan Mussolini,bir Marksist olduğunu ifade etmiştir.
Bunun yanı sıra piyasanın görünürde en rahat işlediği ABD’nin uygulamalarının pratikteki yeri de sorgulanmamıştır. ABD Locke’tan mülhem liberal ilkeler üzerine kurulmuş ve fakat bu ilkelerden bilhassa tadilatlar ile uzaklaşmış bir ülkedir.
O halde… “Olması gereken” ve “yapılan” arasındaki farka sürekli dikkat etmemiz, sağlıklı bir politika geliştirebilmemiz açısından elzemdir.
Ülkemizde 1995’ten bu yana liberalizm çeşitli tercümelerle tanıtılmaktadır.
Bu çevirilerde dikkat ettiğimiz önemli ortak özellik şudur: Liberal düşünürler, toplumu “yeniden inşa” edilecek bir yapı olarak görmemektedirler! Liberal düşünürler (ki Rawls’un liberal sayılmasındaki ısrarı anlamak mümkün değildir ve dahi Mill’in… Çünkü bu düşünürler kendi düşüncelerinin içinde topluma müdahaleyi barındırmaktadır ve bu da bahsettikleri azıcık “hürriyet” kavramını da zaten yerle bir etmektedir.) toplumun “tadilatından” bahsederler. Bunu da ancak yeni, karşılaşılmamış sorunların çözümünü önerirken dile getirirler. Bu da “henüz keşfedilmemiş” ancak varlıkları, kendilerine uyulduğu içn “sezilebilen” kuralların keşfedilmesi ile mümkündür.
Popper “Açık Toplum Ve Düşmanları” adlı eserinde(1) Hayek’in “kurucu rasyonalizm”(2) diye nitelendirdiği ütopyacılığın gerçeklerden uzaklığına dikkat çeker.
O halde düşünmemiz gereken şey şudur: Gerçek nedir?
Gerçek , “Kendisinden başka bir şey olamayacağı anlaşılmış şeydir”.
İşte sosyalizmin en büyük iddiası, “gerçekleri” ortaya koyduğunu söylemesidir.
Marx ütopist olmadığına dair bütün iddialarına rağmen bütün yazdıklarıyla ütopyaya giden yolu açmıştır ve Lenin de bu ütopyanın yol inşaatına akla gelebilecek her türlü ahlâksızlıkla müteahhitlik yapmıştır. Bir avuç bolşeviğin, Rus milletinin kaderine hükmetmesi, Lenin’in Marx’tan devraldığı çarpıtılmış otoriteryen diyalektik mantıkla ahlâkı yıpratabilmesi sayesinde olmuştur.
O halde ortaya kabaca şu manzara çıkıyor.
Esasen sosyalizmle, liberalizm arasındaki gel-gitler ütopyacılıkla keşifçilik arasındaki gel-gitlerdir.
Bugün ülkemizdeki liberalizmin temel problemi, liberallerin bu iki nokta arasında ütopyacılığa yakın durmalarıdır.
Bunun da sebebi, liberal camianın bir geleneği olmamasından dolayı, düşünce zümresinin çok kısa süre içinde eski Marksistlerce doldurulmuş olmasıdır. Bunun sonucunda liberal camia, tercüme ettiği düşünürlerin fikirlerini tahlil edemeden, sindiremeden Marksist ütopyacılığın söylemlerinin etkisi altına girmiştir. Bugün basın yayında “liberal” etiketiyle yazıp çizen ve fakat geçmişlerinde bu fikirden zerrece haberi olmayan yazarların tamamının Marksist kökenli olması tesadüf değildir.
Bu durum liberal düşüncenin durmasına yol açmıştır. Liberaller artık mevcut durumu, “gerçeğe” yakın şekilde tahlil etmek yerine, Marksist toplum mühendisliği ütopyalarına göre şekillendirmek arzusuna düşmüşlerdir. Nitekim, meselâ ülkemiz gerçekleriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir “federalizm” hayalini” mütemadiyen savunmaları, bir “yeniden inşa etmek” şehvetinin ifadesidir.
Liberaller, liberalizmin temelindeki ciddi ve derin “keşfetme”, “anlamak” ve en önemlisi “zarar vermemek” ilkelerinden uzak düşüp Marksizm’in ve daha ziyade Leninizm’in “eylemci” kestirmeciliğine saplanmışlardır.
Bu yüzden de üzerinde konuşulan kavramların anlamlarını tartışmak yerine “mevcut verileri” gerçek yerine koyarak konuşmayı adet haline getirmişlerdir.
Bu tutum, “mevcut verilerin” meydana geliş şeklini hiç düşünmemenin bir sonucudur. Ülkemiz için “mevcut toplumsal veriler”, inanların bir takım tercihlerinin sonucu meydana gelmişlerdir.(3) Ülkemizin liberalleri, tercihlerin sonuçlarını görmezden gelerek hem toplumsal düzenin “kendiliğindenliği” hem “ adil davranış kurallarının oluşumu” ve en önemlisi bireysel özgürlükle ilgili her şeyi göz ardı ettiklerini görememektedirler.
Yani liberallerin “mevcut olana”, “hale” dayanan gerçeklik algısı, “anlamdan ve bağlamdan” uzak bir illüzyon bağımlılığıdır ki bunun da sebebi, ütopyacılığın sebep olduğu zihinsel uyuşmadır.
Ütopyacılık bize iki şeyi sürekli söyler. “Başkası mümkün” ve “Hemen şimdi!”
Bugün liberaller, oluşumu bin yılları bulan bir toplumsal yapı ve bu yapıya göre şekillenmiş devlet yapısından gayrisinin mümkün olabileceğini ve bunun hemen yapılabileceğini savunurken “keşifçilikten” ne kadar uzak düştüklerini işte bu zihnî uyuşma yüzünden görememektedirler.
“Gerçekten” uzak düştüğünüzde, yerçekiminden kurtulmuş olmazsınız.
Liberal düşünürlerin keşifçiliği seçmelerinin sebebi budur: Toplumla ilgili tasavvurlarda, toplumu bir arada tutan “yerçekimi” yani kurallar ve kurumlar göz ardı edilemez! Burada “kurumun” sadece bürokratik anlamda kullanılmadığını söylememiz gerekmektedir. Kurumlar, kurallara göre şekillenmiş “ortak işleyişlerdir”.
Bu açıdan mevcut liberal söylemlere baktığımızda, bu söylemlerin bizi götürdüğü hedeflerin neler olduğu ortaya çıkmaktadır.
Ütopyacı Marksizm’le ifsat edilmiş liberallerimiz, “serbest ticaret” düşüncesini bir tür “ dünya hükümeti” ideali için gerekli görmektedir. Serbest ticaretin meydana gelmesi için her devletin uyması gereken “büyük ve tartışılmaz evrensel kanunların yaratılması” düşüncesi baştan aşağı ütopyacıdır. Oysa uluslar arası serbest ticaretin gerçekleşmesi için devletlerin piyasaya müdahalelerinin azaltılması dışında “pozitif” (âmir) hiçbir etkiye gerek yoktur. Nitekim serbest ticaretin sağlanması için kurulmuş Avrupa Ekonomik Topluluğunun gayet ironik şekilde bir bürokratik birlik haline getirilmeye başlanması ile birlikte birlik ülkeleri arasında ciddi hoşnutsuzluklar meydana gelmiştir. Bu durum Avrupa milletleri arasında “millî egemenliklerin ilgası” gibi algılanmaya başlamıştır. Buna en trajikomik örnek Polonya’nın birliğe girdikten sonra yaptığı “Demirperde” benzetmesidir.
Oysa hiçbir liberal düşünür “egemen milletlerin” varlığını tartışmaya açmamış, milletleşmeye itiraz etmemiştir. Çünkü mevcut haldeki egemen milletlerin uzun zamana dayalı, bireysel tercihlerin sonucu olarak kendiliğinden gelişmiş yapılar olduğunu inkâr etmemişlerdir. Mises “Dünya Hükümeti” fikrine esas teşkil eden “evrenselcilik” anlayışının yanlışlığını (4)ortaya koymuştur.
Türk liberallerinin keşifçilikten uzaklaşması, onları Marksist kökenli etnik ırkçılarla aynı safta buluşmaya itmiştir. Böylece büyük ve tarihî bir gerçeklik olarak yani sebep sonuç bağlamının bir ürünü olan “millet” kavramını, mevcut durumdaki etnik hoşnutsuzluk, geçimsizlik ve ırkçılık siyasetinin “gerçekliğine” saplanarak reddeder hale gelmişlerdir.
Ülkemiz için liberalizm değil ama, liberalizmin felsefesinden uzak düşmüş liberaller şu an en büyük tehlikedir. Çünkü onlar, gerçeklik hakkındaki Marksist çarpıtmayı ayırt edememekte “Başkası mümkün” hayalciliğiyle korunması gerekeni yıkmaya, “Hemen şimdi” histerisiyle de aklı sakatlayarak eylemciliğe geçmeye çalışmaktadırlar. İçeriksiz ve “acilci” eylemciliği ile öne çıkan “Genç Siviller” saçmalığı bunun en berbat örneklerindendir.
Ülkemizde maalesef liberaller “haklar” kavramını, tam da “kolektivist” bir yaklaşımla “talep” ekseninde değerlendirmekte ve bir talepte bulunan kişi sayısına göre o talebin hak sayılması gerektiği kanaatinin, sosyalistlerden ve Marksist etnik ırkçı Kürt le birlikte savunmaktadırlar. Keza aynı şekilde demokrasiyi de “ sayısal grupların ayrı ayrı birer kanun yapabilmek” hakkı olarak etnik ırkçılarla beraber anlamlandırmaları demokrasiyi bölünmenin bir aracı haline getirmektedir.
Liberaller bugün anlayamadıkları “haklar” ve “demokrasi” kavramlarının, etnik ırkçı Kürtçülerce istismarına payandalık etmekte ve bunun sonucunda “ırkçı/ otarşik” bir sosyalist bürokratik yapının oluşumuna zemin hazırlamaktadırlar.
Bu zemin, toplumun “ırklar” temelinde ayrışmasına, “somut benzerlikler” dışında bir beraberlik ölçüsünün bir daha tesis edilememesine yol açacaktır. Bu, “kurallar etrafında beraber olmak” halinin sonsuza kadar ortadan kalkması demektir ki toplumu, en küçük benzerlik birimlerine kadar parçalamaya götürür. Bu durum, insan beraberliğinin kurala dayalı olmak durumunun “soyut” halinin aşınması, tahrip olması demektir ki bir çeşit somut “hayvanlaşamaya” doğru gidişi işaret eder. Bu insanlığın yıkılışı anlamına gelir.
“Anlamak”, “keşfetmek” ve “zarar vermemek” ilkeleri, liberalizmin müdahalesizlik ilkesinin temelleridir.
Ülkemiz liberallerinin felsefesizliğine ve nevzuhur komünist eskisi liberallerin bilinçli istismarına karşı liberal ilkelerin doğru ve eksiksiz anlaşılması için mücadele etmek her şeyden önce bir ahlâkî zarurettir.
1) Açık Toplum Ve Düşmanları: 110
2) Kanun, yasama Faaliyeti Ve Özgürlük: 38
3) İnsan Eylemi: 168
4) a.g.e 144
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder