2 Ekim 2010 Cumartesi

Mevcut Etnikçi Siyaset Ve Nefret Suçu




Nefret suçu: “ Bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi önyargı doğurabilecek nedenlerden ötürü işlenen, genellikle şiddet içeren suçlar” şeklinde tanımlanmış.

Dikkat edilirse “suçun kim tarafından işlenildiğine dair” herhangi bir hüküm yok ki bu da kuralın “herkes için ve her zaman” geçerli olması bakımından elzemdir.


Nefret suçu, özellikle ABD’deki ırkçı nefret merkezli geliştirilmiş bir kavram. Bundan dolayı zımnen “azlıklara yönelik” bir suç olarak düşünülüyor.



Oysa suç tanımında suçu işleyenin azılıktan mı, çoğunluktan mı olduğuna dair herhangi bir şart ifadesi bulunmuyor. Dolayısıyla mesela Afrika kökenli bir Amerikalının da diğer ırklara veya topluluklara yönelik olarak bu suçu işlemesi mümkün…

Türkiye’de bu kavramı, enternasyonalist bir takım liberaller etnik ırkçılığa bir tür payanda olarak telaffuz eder oldu.

Nefret suçu Türkiye’de etnik ırkçılığın ve onun payandası bir takım liberallerin mırıldandığı gibi yaygın bir sorun mudur?

Eğer böyle bir durum var ise meselâ memleketimizde Kürt kökenli Türk vatandaşlarına karşı yaygın bir nefret, aşağılama, şiddet veya taciz söz konusu olmalı.
Kestirmeden söyleyecek olursak; etnik teröre nefretin zirveye çıktığı, acıların en fazla hissedildiği şehir cenazelerinde dahi sarf edilen hiçbir sloganda Kürt kardeşlerimize yönelik en ufak bir nefret ifadesine rastlamıyoruz.

Nitekim sözde siyasetçi etnik Kürtçülerin giriştiği tahriklerin göbeğinde bile halkımız nefretlerini Kürtlere değil PKK’ya yönelik olduğunu pankartlarla sık sık gösterdi.

Buna mukabil etnik terörün siyasi yardakçılarının ifadelerinde doğrudan doğruya Türk millî yapısının ve devletinin hedef alındığı ve bunlarda duyulan açık nefreti defalarca gördük. “Bombalar savaşın bir parçası!” diyerek Türkiye’de sanki ırk temeline dayanan bir iç savaş varmış da bu yüzden bazı insanların ölebileceği” anlamında bir cümle, “İşgalci TC Kürdistan’dan defol!” gibi bir pankart, “Kürtler hayatınızı cehenneme çevirecek !” gibi bir tehdit ve bunlara benzer sayısız hadsiz cümle asla “nefret suçu” kapsamında değerlendirilmedi.

Üstelik bu suçlara çocuklar da alet edilerek nefretin, sonraki nesillere aktarılmasına da defalarca rastladık.


Görünen o ki nefret suçu, yalnızca geçerli olduğu ülkelerdeki “azınlıklara karşı haksızlıkları” içeriyor.

Nefret, herhangi bir ferdin veya grubun, herhangi bir grubun varlığına, düzenine karşı yönelttiği her türlü şiddet tehdidi, şiddet, nefret ve “reddi” de içerir.



Bir memlekette, vatandaş olan azlıkların haklarının reddi nasıl bir suç ise azlıkları açıkça reddetmeyen ve onları da çokluğun sahip olduğu haklardan yararlandırıp aynı sorumluluklarla sınırlandıran bir egemen topluma karşı red, inkâr , tehdit, şiddet ve şiddeti tahrik, eylemleri de bu suç kapsamına girer.



Bu suçun doğrudan doğruya işlenmesinin yanında, meşru egemenliğe karşı silâhla karşı çıkan, terörü meşru ifade hürriyeti ortamını kısıtlamak için kullanan, amacı belli bir ırksal egemenliğe dayanan örgütlenmelerin eylemlerinin övülmesi, teşvik edilmesi, bu örgütlenmelerin sözcülüğünün yapılması da nefret suçudur.



Türkiye’de etnik ırkçı Kürtçü partilerin temel hedefi, Türklük kimliği içinde kabul edilerek , kendilerine siyasi temsil hakkı tanınmış ve milletin en mahrem mevkilerinde görev almalarında hiçbir sakınca görülmemiş Kürt kökenli Türk vatandaşlarını, ırka dayalı şekilde ayrıştırmaktır. Bu ayrıştırmayı iki koldan yürütmektedirler.



Birincisi hepimizin bildiği şekilde ayrışmayı silâhla Türk Milleti’ne kabul ettirmeye çalışmak…
İkincisi de etnik terörü Kürt topluluğuna yayıp hem teröre meşruiyet kazandırmak hem de daha alçakça bir şekilde teröre duyulan nefretin, Kürt kökenli yurttaşlarımıza yönelmesini sağlamak için tahriklere girişmek.



Etnik ırkçı Kürtçü siyasetçiler ikinci maddeyi gerçekleştirmek içindir ki bu gün arkalarına liberalleri almaya çalışmaktadırlar. Liberallerimizdeki yaygın enternasyonalist vatansızlıkları ve değer yoksunlukları da bu oyunlara rahatlıkla alet edilmelerine sebep olmaktadır.



Özellikle ikinci sebepten dolayıdır ki artık “etnik temele dayanan söylemlerin” siyaset sahasına çıkması yasaklanmalıdır. Çünkü etnik ırkçı Kürtçü sözde siyasetçiler artık açık bir şekilde de ( başbakana edilen aleni küfür gibi) nefretlerini göstermektedirler. Onlar kendi nefretlerinin meşru olduğunu ve bu nefretin ancak kendi isteklerinin kayıtsız şartsız kabul edilmesiyle “ geçici olarak durdurulabileceğini” hemen her beyanlarında dile getirmektedirler.



Etnik terörün her propagandasına kullanılan “Kürt Halkı” gibi ifadeler, bir memleketin meşru vatandaşlarını terör ve vatana ihanet suçlarının ortaklığıyla itham etmek ve bu ortaklıkla o insanlara karşı nefret oluşturmak gayretinden dolayı açıkça suçtur!
Bir eylemin kanuna dayanmaksızın suç sayılamayacağına dair kabul son derece eksik anlaşılmaktadır.



Meselâ “vatana ihanet” ile ilgili kanunun ilgası “vatana ihanet” suçunu ortadan kaldırmamaktadır. Çünkü hepimizin millî egemenliğe dayalı olarak üzerinde yaşadığımız ve ferdiyetimizin de içinde taşıdığı manevi bir değer olarak “vatan” hâlâ mevcuttur. Bu durumda henüz ifade edilmemiş, kodifiye edilmemiş, yazılmamış yeni bir suç türünün ortaya çıkması halinde, yasama kararı beklenmeksizin, suçun, hangi temel hakkın ihlaliyle ilgili olduğuna dair mahkeme kararı gecikmeden verilebilmelidir.



Kaldı ki etnik ırkçı Kürtçü siyasetçiler sadece nefret suçunu değil, yıllardır “vatana ihanet “suçunu yüzlerce kez işlemişlerdir.



Bu sebepten, “nefret suçu” yasama ile tanımlanmamış bile olsa, herhangi bir milletin millî egemenliğine yönelik açık nefret, red, inkâr, şiddet ve şiddet tehdidi mevcutsa bu eylemlerin suç olmak niteliği muallakta bırakılamaz.



Tekrar etmemiz gerekirse, etnikçi siyasetin, toplumsal nefret yoluyla ayrışma ve şiddet tehdidi metoduna yakınlık gibi iki büyük kriterden mutlaka biriyle beslendiği ortada olduğundan , etnik temelli söylemlerin siyaset sahasından çıkarılması, yasaklanması acilen gerekmektedir.

Hiç yorum yok: