20 Ekim 2010 Çarşamba

Modern Dindarlığın Fert Düşmanlığı ve Mutluluk Korkusu



Dinin siyasî bir araç olarak kullanımı çok eski olmakla beraber bir ideoloji haline getirilmesi öyle görünüyor ki sömürge karşıtı sosyalist hareketlerin etkisiyle başlamıştır. Dikkat edilirse batı karşıtlığının kökten geliştiği eski Avrupa sömürgelerinin tamamındaki ideolojik dini hareketler sosyalisttir.

Dinin, siyasetin kaldıracı olarak kullanılmaya başlaması dört halife sonrası dönemdir. Aslında o dönemde bile din adına yapılan haksızlıklar vardır ama ahlâksızlığa din yoluyla meşruiyet kazandırmanın kurumsallaşması Emevî hanedanı ile yerleşmiştir.

Dinin siyasetin kaldıracı olarak kullanılmasının toplum hayatındaki etkisi, dinin toplumdan uzaklaşıp, karar vericilerin eline geçmesi olmuştur. Din artık “sıradan” insanların ilgilenebileceği, üzerinde düşünebileceği bir “mutluluk aracı” değildir. Oysa dinin tanımında “ Dünya ve ahiret mutluluğuna götüren bir yol/araç” olduğundan bahsedilir.

Dolayısıyla herhangi bir konunun dindeki yeri gibi sorular artık Müslüman ferdin aklının dışına taşınmış, bu tür sorulara cevap verme “makamları” / otoriteleri oluşturularak bir din profesyonelliği, daha açık söyleyecek olursa ruhbanlık sınıfı geliştirilmiştir. Hiç kimse İslam âleminde ruhbanlığın olmadığını iddia edemez. İran’da devleti yöneten mollalar, Arap ülkelerindeki tartışılmaz din profesyonelleri veya ülkemizdeki devasa bütçeli Diyanet İşleri Başkanlığı, din konusunda ferdin yok sayılmasının, onun aklının yok sayılmasının ve profesyoneller iktidarının en açık delilleridir.

Tasavvuf, bu profesyonelleşmeye karşı, ferdin “kişisel gelişimine” dinî temelli bir yol çizmesi açısından halk tarafından daha sıcak karşılanmıştır. Buna mukabil, din kaldıracına sımsıkı yapışmış otoritelerce, ferdin kontrolünü zaafa uğrattığı açıkça belli olduğundan, daima tehlikeli bulunmuştur.

Bunun sebebi, tasavvufun, daha bu dünyada, dürüst bir insanın, çevresine olumlu tesiri ile “mutlu olmasını” sağlayacak “kişisel gelişim” araçları sağlamasıdır. Tasavvufun temelinde kişinin ferdi iradesi ile iyilik yapması ve doğruluğun tabiatı hakkında sürekli ferdî bir farkındalık yaşaması vardır. Bundan dolayıdır ki resmî din kurumları, iktidarların ahlâksızlıklarını sürekli meşrulaştırmaya çalışırken onları eleştirenler hep tasavvuf erleri olmuşlardır.

Tasavvuf kurumu zamanla zayıflamıştır. Tasavvuf kurumunun yerine geçen dinî kurumlar ise onun yetkinliğine ve insana saygısına sahip olamamıştır.

Tasavvuf kurumunun boşluğu modern bir yapılanma olan dinî cemaatlerle doldurulmuştur.

Cemaatlerin tarikatlardan farkı, bunların üyelerini her şart ve şekil ile tektipleştirmeye çalışmasıdır. Tarikatlerde kişinin kendi mezhebine ve meşrebine göre yürütülen bireysel eğitim çalışmasının yerini cemaatlerde “ büyüklerin” idare ve dikte ettiği, aynılaştırıcı bir “ehlileştirme” gayreti almıştır.

Burada kaybedilen ve kaybedildiği de bir türlü anlaşılamayan şey, “ferdin mutluluğudur”.

Neden böyledir?
Tasavvuf kurumunda, gaybın farkına varmak, ilâhî güzellikte erimek ancak ve yalnız ferdin kendi gayreti v iradesi ile mümkündür. Mürşit yalnızca ona yol gösterir. O yüzdendir ki tasavvufta, “ Sufiler, Hakk’ın varlığında eriyerek en yüce zevke ulaşmıştır ki gene de kendi nefislerini düşünmüşlerdir” denmiştir.

“Ölmeden önce ölmenin” maksadı dahi doğru yol üzerinde teslimiyet ile Hakk’ın varlığıyla bu dünyada bir olabilmeye yaklaşabilmek ve nihaî mutluluğa daha bu dünyada erişmeye çalışmaktır.

Oysa cemaatlerde bu tip bir terbiye yoktur. Cemaatler, size herhangi bir “ferdî”mutluluk vaat etmez. Buna mukabil, sizde, ahirette alacaklı olmak yanılgısı yaratırlar. Cemaatlere göre din, her an gözetilmezse derhal zarar görecek, iman da her an kaybediliverecek bir şeydir. Bu yüzden sık sık bir araya gelinerek, “ağabeylerin” gözetiminde cemaat üyeleri birbirlerine kim olduklarını hatırlatmalıdırlar. Bunun, cemaat üyesini mutlu edip etmediğine bakılmaz. “Hizmetin” kişinin mutluluğunda bir yeri olup olmadığı da önemsizdir.

Kişi sadece cemaat otoritesinin kendisine biçtiği vazifeyi yapması kadar değerlidir.

Modern cemaatlerin bu tutumları aslında, Emevi siyasal dinciliğinin topluma yayılmasından başka bir şey değildir.

Bunun en basit dayanağı şudur: Tasavvuf ehli, iktidarların işleri hakkında daima sorgulayıcı olmuşken günümüzün cemaatleri iktidarları, “her en surette olursa olsun kullanılacak” birer güç merkezi olarak görmektedir.

Cemaatlerin nihaî amacı, toplumu kendilerine benzer bir büyük cemaat haline getirmektir. Burada konuyu dağıtmak pahasına bir şeyi belirtmeliyiz ki birer toplumsal yapı olarak bütün cemaatler aynı güdülerle hareket eder. Sosyalistlerin büyük ölçüde dinsiz olmaları, meselâ dini cemaatlerle aynı saiklere sahip oldukları gerçeğini değiştirmez.

Ama bunun bir bedeli vardır ve o bedel ferde ödetilmektedir: Mutluluktan feragat!

Oysa mutluluğu arayabilmek, hatayı da yapabilmek, yanlış karar verebilmek durumudur aynı zamanda.


Bu dünyada kişiye, mensubiyet duygusunun bulanık güvencesinden başkasını vaat edemeyen cemaat dinciliği veya günümüz modern dindarlığı, mutluluğu, “cemaatin (onlara göre dinin) emirlerine uyulduğu takdire öteki tarafta edinilmesi garanti” bir tür mal varlığı gibi sunmaktadırlar.

Kişiyi bu dünyada mutluluğu aramaktan vazgeçirmek için de dünyayı ( masivayı) alabildiğine kötülemekte, bu dünyayı “yaşanmadan atlanması gereken” bir durak olarak göstermeye çalışmaktadırlar. “Ölmeden önce ölmek” fikrinin sıradan ve bayağı yorumlarının cemaatlere ait olması bu yüzdendir.

Çünkü kişinin bu dünyada mutluluğu araması, kendi aklınca bu dünyayı yorumlaması, kısacası kendi başına var olması demektir. “İmamı olmayanın imanı olmaz!” hurafesinin anlamı ise kişinin “kendisi olmaktan vazgeçmesi gerektiğidir.”

Meselâ başörtüsünün siyasi bir konu haline getirilmesinin sebebi, baş örtmek isteyenlerin bundan duyacağı kişisel mutluluk falan değildir. Siyasi başörtüsü konusu, kadınların varlığının bu dünyada erkek egemenliğinden uzak tutulmasını sağlamak, örtünmek fiili hakkındaki ferdî akıl yürütmeleri engelleyerek bu konuda bir profesyoneller ve cemaatler egemenliği yaratmaktır. Gayet çarpıcı bir tezatla resmen bir din devleti olan İran’da dahi baş örtmenin çok daha serbest şekilleri varken “gayrı resmi” bir din devleti haline, seçimler vasıtasıyla yavaş yavaş getirilen Türkiye’de örtünme şekilleri çok daha tutucudur.

Bu dünyada bu şekilde örtünecek kadınların Cennet'e vasıl olduklarında nasıl giyineceklerine dair ise hiçbir açıklama yoktur. Çünkü “mutluluğun” ertelenmiş bir yeri olan cennet'te dahi tasvirine hiçbir şekilde yaklaşmamak modern dindarlığın en çok dikkat ettiği şeydir.

“Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” hadisi mesela modern dindarlığın en az hatırladığı hatta mümkün olduğunca telaffuz etmekten kaçındığı bir hadistir. Buna mukabil, modern dindarlık cemaatleşemeye zemin hazırlayıcı, tektipleştirici her tülü hadis rivayetinden alabildiğine istifade etmektedir.

“Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” hadisi, bu dünyada mutluluğun yolunu gösteren sözlerden biridir. Bu, mutluluğun topraktan çıkan, bulunan, “hazır” bir şey olmadığını, onun ancak ferdi emek ve karşılıklı etkileşimle elde edileceğini anlatan çok önemli bir ifadedir.

Oysa cemaat halindeki modern dindarlar için bu hadis açıkça anlamsızdır ve kamuda kendini her geçen gün daha da belli eden modern dindar kadrolaşma ve tavırlarda bu hadisle hiç bağdaşmayan sayısız örneği karşımızda bulmaktayız.

Şüphesiz bazen siyasi dinci vekillerin ağızlarından kaçan, geçmişe dönük “intikam” arzularının bu tavırlarda etkisi olabilir. Ama bu tavırların temelinde yatan şey, mutluluk duygusundan bihaber olmaktır.

Çünkü bir işi yapmanın amacının, sadece o işin yapılması olduğuna dair cemaat tarafından kafamıza kakılan o despotik bilinç için artık “Allah rızasının” yerini cemaatin rızası almıştır.

Cemaat için “mutluluk” bu dünyada tadıldığı takdirde bizi doğruca cehenneme yollayacak bir zevk ve şehvet kaynağıdır. Öyleyse bu dünyada “Allah rızası” için yapılacak işlerin içinde mutluluktan bir eser bulunması düşünülemez! İşin kötüsü şudur ki bu çarpık anlayışla kendilerini, ailelerini ve çevrelerini alabildiğine mutsuz eden insanlar, Cennet'i, Allah’tan bir alacak olarak talep edebileceklerini sanmaktadırlar.








4 yorum:

selcen dedi ki...

Çok güzel bir analiz.Keşke dindar olanlar akıl yürütmeyi de öğrenebilseler!!!

Afşar Çelik dedi ki...

Teşekkürler efendim, eksik olmayın. gene beklerim.

Adsız dedi ki...

Dini cemaatlerin elinden kurtarmak istiyorsak(ki bu da kisileri kurtarmak olcak)biraz dini yasamali ve kitabi okumaliyiz.Sekuler hayat tarzimiza karsi degilim ama bir kisinin hayatinda en azindan gunahlardan kacinma ve belli basli ibadetleri yapma olmali.Hemde kendi iradesiyle ve hicbir cemaat taasubu altinda bulunmadan.Iste o zaman dinsizlik gibi sig suclamalardan siyrilip soyleyecek sozumuz olur.Yoksa biz her nekadar akil yurutsek de hakkimiz verilen karar bu iki cift laf olur.

Saygilarimla...

Afşar Çelik dedi ki...

Mesel şu ki dediğiniz şey cemaat karşıtı cemaat oluşturmayı andırıyor.Günahlardan kaçınmak ve ibadet tek başına ahlak yaratamaybilir. Nitekim bakın günahtan kaçınmak için tuhaf tuhaf baş örtenler seksi topuklu ayakkabılar giyip makyaj yapıp israfa kaçıp kul hakkını rahatlıkla yiyebiliyor. üstelik bir de ibadetlerinde daha müttaki olmakla üstünlük taslayabiliyorlar. Kimin sizi suçladığına önem verdiğiniz aslında kime özendiğinizin bir işaretidir. Sizi dinsizlikle suçlayanları ciddiye alacaksanız zaten onların kölesi olmuşsunuz demektir. mesele din tacirlerini hiç bir şekilde muhatap ve ölçü kabul etmemektir. Yorum için teşekkürler, her zaman beklerim, saygılar...