Ayn Rand’ın “Atlas Vazgeçti” adlı
romanı yayınlandığında Marksist arkadaşlarım yaygın sosyalist imanlarının
önyargılarıyla romanı bir kenara atarken diğerleri gene o çok objektif ve gerçekçi bakış açılarıyla romanı
lûtfen okuyup bir kalemde sildiler.
Romana yöneltilen belki de tek
eleştiri, “ Aslında böyle insanların hiç var olmadığı” idi.
Evet kapitalistler vardı ama
onların ahlâklı olduğu nerede görülmüştü?
Böyle “idealist” insanlar var mıydı?
“Gerçek dünyada” herkes
ahlaksızca para kazanmıyor muydu? Gerçek dünyada gücü yeten herkes kayırmacılık yapmıyor
muydu? Gerçek dünyada herkes birbirinin kuyusunu kazmıyor muydu?
Evet… Bu gerçekten “çok akılcı”, “çok
objektif” ve “çok gerçekçi” tespitlere rağmen kitap hakkında unutulan bir
gerçek vardı ki o da “Atlas Vazgeçti’nin” ABD’de, bütün zamanlarda İncil’den
sonra en çok okunan kitap olduğuydu.
Peki ama acaba neden böyleydi?
Ayn Rand açık bir ateistti. O halde Amerikan toplumu bir yandan parasının
üstüne Tanrı’ya güvendiğini yazıp diğer yandan ateist bir Yahudi yazara rağbet
edebilen bir şizofrenler yığını mıydı?
Elbette durum böyle değildi.
Amerikan toplumu Tanrı’ya inanmasına inanıyordu ama bunun yanı sıra başka
şeylere de inanıyordu. Meselâ akla ve onun yaratıcı gücüne inanıyordu. Çünkü
Amerikan toplumu bir kâşifler ve mucitler toplumuydu.
Amerikan toplumu bir dindarlar
toplumu olmakla birlikte insanın “düzen oluşturucu aklına ve iradesine” de
inanıyordu. Bu yüzden da “Bağımsızlık Bildirgesini” veya Emma Lazarus’un meşhur
Özgürlük Anıtı dizelerini kutsal
metinler gibi kabul ediyorlardı.
“Bana yorgun
ol, yoksullarını ver,
Dağınık
kitleleriniz, özgürce nefes almaya özlem duyuyor,
Kalabalık
kıyıların perişan istenmeyenleri,
Bunları,
evsizler, fırtınalı harabeleri gönder bana,
Lambamı altın
kapının yanında kaldırıyorum”
Amerikan toplumu kahramanları seviyordu. Çünkü yeni bir
kıtanın derinliklerine korkusuzca dalarak o toprakları “vatan” haline
getiren insanlar “gerçekti”. Amerikan toplumu kahramanları seviyordu, çünkü
dünyanın dört bir yanından bu yeni ülkeye gelerek yeni baştan bir hayat kurmağa
çalışan insanların içinden pek çok dahinin çıktığını görmüşlerdi.
Amerikan toplumu kahramanları seviyordu, çünkü
yokluktan gelip de onlara elektrik ampullerini,
alternatif akımı, otomobilleri, çocuk felci aşısını kazandıran
insanların gerçek olduklarını biliyordu.
Peki ama Bilge kağan’ı, Attila’yı, Fatih Sultan
Mehmet’i, Seyit Onbaşı’yı, Genç Osman’ı,
Atatürk’ü yetiştiren bir ulusun
çocuklarının “kahramanlara” inanmaması mümkün müydü?
Ayn Rand’ın kitabındaki “çelikten iradeli”
kahramanların aslında yaşamadıklarını düşünmek, Türk çocuklarına uygun muydu?
“Gerçek hayatın” ahlaksızlığın egemen olduğu kirli
bir grilikten ibaret olduğunu düşünmek, Türk toplumunda yerleşmiş bir kanaat.
Buna göre aslında “iyilik”, “kahramanlık”, “idealizm” falan hep ancak romanlara
konu olabilecek asılsız erdemler ve iyilikler.
Ayn Rand’ın “Atlas Vazgeçti’sini” bu bakışla okuyanlarımız aslında “zımnen”
ahlâkın, kahramanlığın, ülkücülüğün, iyiliğin, sevginin, mantığın, fedakârlığın
var olmadığını, bunların yerine körce bir menfaatçiliğin, vahşi bir
bencilliğin, yalancılığın, sahtekârlığın var olduğunu söylemiş oluyorlar.
Türk toplumunun böyle olduğunu kabul ettiğimizde
aslında Atatürk’ün varlığı da anlamsızlaşıyor meselâ. Oysa üstünde özgürce
dolaştığımız topraklar, menfaatperest, alçak uzlaşmacıların vs basit bir
sözleşmesiyle falan kazanılmadı.
Vatanımız tam da ahlâksız, iki yüzlü, mütecaviz vs insanların işgaline
karşı hiç de “gerçekçi olmayan” bir “kahramanlık mücadelesi” ile kazanıldı.
Oysa biz gerçek kahramanların çocukları, torunları
olarak Ayn Rand’ın demiryolu döşeyen, çelik döken, petrol çıkaran, motor icat eden kahramanlarını küçümsedik. Diğer
yandan bu iki yüzlülüğü ve korkaklığı akılcılaştırırken
hayatlarını bilgisayarları, cep
telefonlarını, aşıları, kitapları yaratan gerçek değer yaratıcılarını küçümseyebileceğimizi sandık.
Atlas Vazgeçti’nin Türk toplumundaki sözde “akılcı”
eleştirisi, aslında neredeyse tamamı ahlâksız bir insan yığını olduğumuzun
itirafından başka bir şey değildi. Böylece
içinden Atatürk gibi nice kahramanlar çıkmış bir toplum olan biz,
aslında onların var olmadıklarını, var olamayacaklarını düşünerek
ahlâksızlığımızı sürdürmek için alçakça bir akıl yürütme sergiliyorduk. Atsız’ın
kahramanlık idealini küçümseyerek
aslında alçaklık ettiğimizi anlayamayacak kadar kötülüğe batmıştık.
Siz ne derseniz deyin kahramanlar hep var oldu. Biz
onlar var mı yok mu diye düşünürken aslında ne kadar namussuz ve alçak bir ruha
büründüğümüzü anlayamadık, o kadar. Yok olan kahramanlar değildi, bizim
ahlâkımızdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder