Güne yeni başladığımız için henüz günlüğe yazacak bir şeyler
biriktiremedim.
Birkaç haftadır sanalağda
İngilizce derslerini izliyorum. Kesinlikle
çok faydalı oluyor. İngilizce bilgi birikimine ne kadar erken
ulaşabilirsek sanırım o kadar iyi oluyor. Çok kötü bir cümleydi, farkındayım. O halde neden yazdım?
Belki de düşünce sürecinin sanıldığı gibi sürekli ve
mükemmel işlemediğini görmek için. Yani sizin için bir şey istiyorsam namerdim.
Yazım ve söz dizim hatası olmayan bir metin
okuduğumuzda, yazarın bizimle etkileşim şeklinin hep böyle olduğunu sanırız.
Oysa çoğumuz günlük konuşmada, dilimizi hiç de mükemmel kullanamayız. Başka bir
şey düşünürken cümleyi bambaşka
bitiririz.
Yazının kalıcılığı bu açıdan bir
risktir. Çünkü kalıcı bir ifadenin
hatasız olması gerekir. Peki ama ya yazar, düşünce süreçlerini “daha
canlı” aktarmak istiyorsa? Ya “kalıcılık” adına
girişilen düzenlemeler ya da düzeltmeler, yazarın “ne demek istediğini”
anlatmakta yetersiz kalıyorsa?
Yazar düşünce süreçlerini bütün
tökezlemeleriyle ve gramatik hatalarıyla beraber aktarmak istiyorsa o zaman ne
yapmalı?
Muhtemelen bu durumda bir felsefe
eseri, içinden çıkılmaz bir hal alırdı.
Gene muhtemelen bilgiye ulaşmak için her
seferinde büyük patlamaya kadar geri
dönmemiz gerekebilirdi.
Her neyse… Burası benim günlüğüm.
Sizinle paylaşsam bile kendi düşünce sürecimin bütünlüğünü korumak için
bildiğim gibi yazabilirim.
Dolayısıyla… İngilizce’mi
geliştirirken bir şey fark ettim: Bütün aksanlarına, ufak tefek farklılıklarına
rağmen diller , konuşuldukları ülkeleri ortak bir bilinçaltında birleştiriyor.
Bu ne demek?
İngilizce konuşan Avustralyalı’lar,
kendilerini farklı bir ulus gibi görseler de İngilizce’nin birleştirdiği “
Common Wealth” dünyası, özünde İngiliz olarak yaşıyor.
Keza iki yüzyıldan fazla Rusça
konuşmuş Türk ülkelerinde, bütün milliyetçi söylemlere rağmen “Rusluk”, “Rus
kimliği”, Türk kimliğinin önünde yer alıyor. Türk Dünyası diye bildiğimiz çok
geniş coğrafyada insanlar Rusça’yı
birleştirici bir araç olarak görüyor. Sözgelimi Türkiye’de yaşayan soydaşlarımız, çarşıda pazarda Rusça konuşan
bir başkasına rastladıkları zaman, “yabanci bir ülkede hemşerisine rastlamış
bir başka yabancı” gibi davranıyorlar.
Oysa aynı soydaşlarımıza Türkçe’nin
birliğinden, birleştiriciliğinden, ortak bir edebî oluşturmak ihtiyacımızdan
bahsettiğimizde , bazıları bizi “ırkçılıkla” suçlayabiliyor.
Yani Türk olmamak için kabile,
aşiret, köy etnik yaşantısını sürmeye
razı olanlar Rus olmadıklarını
söylemelerine rağmen Rusça’nın bayrağı altında bütünleşmekte sakınca
görmüyorlar.
Peki bu nereden geliyor? Bu,
dilin bilinci dönüştürme gücünden geliyor. Çünkü dil, kendisiyle birlikte,
jestleri mimikleri, tepkileri ve “düşünme biçimini de” getiriyor, taşıyor ki bilinci yönlendiren en önemli unsur da bu. Türkiye’nin en önemli sorunu, bütünüyle Türk dışı ve Türk düşmanı muktedirlerin
yönetiminde, Türk çocuklarının, “Türkçe
konuşan yabancılar” haline getirilmesi.
Türkçe’den nefret eden ya da onun
kültür taşıyıcılığını reddeden Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni etnik varlıkları resmi
olarak inşa edilirken diğer yandan Türk
çocuklarının da konuştukları dile yabancılaşmaları, yarı resmi ve kayıt dışı bir devlet politikası
olarak yürütülüyor.
Türkiye’de kendilerini Türkçe öğrenmeye mecbur
hissetmeden yaşayabilen sömürgeci “İngiliz sahipler”, Türkçe konuşmadan Türkiye’yi
kullanabileceklerini düşünen kapalı bir Kürt etnik topluluğu şekilleniyor.
Ve bütün bu süreçte meselâ Azerbaycanlı kardeşlerimiz, Türkçe’nin çeşitli
lehçelerini “ayrı birer dil” sayarak kendilerini Kazaklardan, Kırgızlardan vs.
ayrı bir millet sayıyorlar. Bunda elbette Stalin’in onlara silah zoruyla
dayattığı “Ulusal Sorun” safsatasının da etkisi var.
Velhasıl-ı kelâm: Dilimiz
benliğimizdir. Türk Dünyası’nın birliği öncelikle bir “benlik beraberliğiyle”
meydana gelecektir. Bu birliğin sağlanması da ancak torunlarının ancak Rusça konuştukları zaman
medeni insanlar olacağını düşünmekten vazgeçmekle başlayacaktır.
Bundan sonradır ki Türk dünyasında yerleşik ve ölçü oluşturucu
tek bir edebi Türkçe kullanımının sağlanmasıyla Türk toplulukları artık Ruslar
karşısındaki ezik kabile, boy, aşiret, hanlık kimliklerinden kurtularak, büyük,
etkin, gururlu Türk olduklarını göreceklerdir.
Nereden nereye? “Biz Türk
değiliz! Türkler ayrı!” diyerek Türkiye
Türkçesini benliklerinin bir rakibi veya düşmanı sayan soydaşlarımızın, zorla
konuştukları Rusça’ya karşı da aynı tepkiyi geliştirebilmelerini gönülden
diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder