Daniel Kahneman,
2002 Nobel Ekonomi Ödülü aldığı makalesine de yer verdiği 'Hızlı ve Yavaş
Düşünme' adlı kitabında; "Kendi inanç ve isteklerimizi en iyi
zamanda bile sorgulamak zordur, en çok ihtiyacımız olduğunda özellikle zordur."
diyor.
Kendi inançlarımızı ve isteklerimizi sorgulamakta
zorlanırken, toplumsal inanç ve isteklerimizle ilgili yargılar ortaya koyarken
hemen hiç zorlanmayız. Bindiğiniz ticari aracın sürücüsünden, mahalledeki
esnafa, sokaktaki vatandaşa kadar kime sorsanız ülke hakkında ve halkın genel
eğilimleri konusunda kesin bir fikir ortaya koyar. Esnaf arkadaşı, komşusu,
müşterisi ya da kendisini destekleyen seçmeni ile konuşan siyasetçi hemen bir
genelleme yapar. İstatistik biliminin bütün varsayımları, öğretileri göz ardı
edilir. Kamuoyu yoklama şirketlerinin yaptıkları araştırmalar bile kendi
izlenim ve duygularımız, sezgisel kanılarımızla, tercihlerimize, tespitlerimize
duyduğumuz güvenden daha etkili değildir. Bunun bilincinde olan çoğu şirket de sipariş
eden kişi ya da kurumun isteği doğrultusunda etik olmayan manüpülatif
sonuçlarla giderler işverenlerine; hele kamuoyu ile paylaşılmayacaksa!
İnsanı bilinmeyenin dokunuşundan daha çok korkutan şey
yoktur. İnsanların etraflarında yarattıkları bütün mesafelerin nedeni bu
korkudur. İnsanların yanı başlarında durup, onları incelerken bile gerçek bir
temastan kaçınırız. Eğer kaçınmıyorsak bu, birisinden hoşlandığımız içindir; o
zaman da yaklaşan biz oluruz.(Elias
Canetti, Kitle ve İktidar).
İnsanlar kendilerine benzeyenlerle bir araya gelir, kendilerine benzeyeni seçer
ya da lider olarak görür. Spiritüel konularla ilgilenenler buna aynı frekansta
olmak diyorlar. Birbirine benzeyen insanların, arkadaş, komşu ya da seçmenin
istek ve inançlarının benzer olması hatta bunları sorgulamakta zorlanmaları
doğal değil midir?
Sadece kendimize benzerlerin veya hoşlandığımız
insanların bize ' dokunmasına' izin veriyorsak ve izin verdiklerimiz ile
bir kitle oluşturuyorsak, kendi kişisel ve kitlesel kısır döngümüzü de
yaratmış olmaz mıyız? Yanlışlardan söz etmek için daha zengin ve kesin bir
tartışma dili sağlamak, bu kısır döngüde işe yarar mı? Bu kitleyi oluşturan
bireylerin niteliğiyle ilgili değil midir? Diğer yandan kitle yekpare midir? Ya
halk-toplum bu tanımı sağlayan özelliklerini yitirmişse ve halkın içinde
birbirinden farklı kitleler oluşmuşsa! Nihayetinde kitleler kapalı birer
topluluk ve aralarında geçişgenlik yoksa?
Canetti, (Kitle ve İktidar) kitleyi bir arada tutan iki
önemli durumdan söz ediyor. İlki, rakip bir kitle yaratmak, diğeri kitle
içindeki kişileri eşitlemek. Burada eşitlik kavramı ele alınmalı. Birey ve
toplulukların insanca yaşam koşullarına kavuşturulması için onlarda önce bu
yönde bir yoksunluk duygusu yaratmak; bu eşitleme durumu tamda yoksunluk
duysunun tezatı, bireyler arası rekabeti yok etme durumu değil midir? Esas
mesele neyde eşitleneceğiniz olmalıdır.
Çağdaş dünyada insanlar yasalar önünde eşit, yaşam tarzı ve
kişisel tercihler alanlarında özgür refah düzeyi konusunda ise adil bir
toplumsal yapıya sahip olarak kendi eşitlemiş kitlelerini oluşturma yolunu
seçiyorlar. Bunun karşıtı az gelişmiş toplumlarda ise daha az özgürlük ve
yoksullukta eşitlenme!
Tekrar Türkiye ölçeğine dönersek; vatandaşların nerdeyse
%50-%50 siyaseten iki ayrı kitleye ayrılmış durumda. Kitleleri oluşturan
insanların benzer özelliklere de sahip olduğu görülüyor. Bir taraf diğerine
Latince ‘insan koyun’ anlamına gelen ‘ovium hominum’ diyor! Diğer tarafın bir
araya gelmelerine neden olan ötekileştirme olgusunu doğrular biçimde! İnsan
koyunlar(?) ise tamamıyla kapalılar, saf değiştirmek gibi bir niyetleri yok.
Üstelik ötekileştirme olgusunun birleştirici gücüne bu kitleyi sürdürülebilir
gelir konusunda (temel sosyal yardımlar..), yaşam koşullarını
iyileştirme( gecekondudan TOKİ konutlarına evrilme) ve en önemlisi
kendilerine benzer buldukları liderin konumunun onları bir arada tutan çok
kuvvetli bir çekim gücü var.
%50’lik diğer kitlenin ise 'ovium hominum’ların' kendi
inanç ve isteklerini sorgulayacakları noktasında bir beklentisi hatta bu
kitlenin dağılması yönünde umutları var. Gerekçeleri ise 'insan
koyunların’' birey olduklarını hatırlamaları yoksunluk duygusunun bütün
varlığını hissettirmesi!!! Ekmek ve makarna ile karnını doyuran, gecekondudan
TOKİ konutlarına geçtikleri için kendilerini Topkapı Sarayına taşındı sanan bu
insanların,birden dövize endeksli lüks ürünlerin, ithal araçların, yurt dışı
seyahatlerinin, lüks rezidansların fiyatları arttı diye yoksunluk duymaları,
sinemaya gidemiyorum, kağıt fiyatları arttı kitap- gazete okuyamıyorum diye
isyan etmelerini beklemek gibi bir umutları var.
%50 lik 'ovium hominum olmayan' kitlenin sanırım bu noktada
ciddi bir sorgulama yapması gerekiyor. Kitleyi bir arada tutan unsurlardan bir
diğeri rakip kitle oluşuydu. İnsan koyun olmadığını iddia eden kitle belki
'ovium’lara' rakip olmadıklarını anlatabilir ya da gösterebilir. İşe ‘ovium
hominum’ tanımlamasından başlamanın yerinde olacağı kesin gibi duruyor.
Önümüzde son 16 senenin 'hayati önem taşıyan' 15.
seçimi var. Yine bize benzeyen insanlar ile konuşup bize göre önemli, medyanın
yer verdiği konularla ilgili göreceli bir sıralama yapıyor ve bunları
genelliyoruz. Ekonomik krizi ve Suriyeli sığınmacıları her iki kitlenin önceliği
sanan siyasetçiler, bununla ilgili büyük beklentilere girip bunları iktidarı
değiştirecek, kendilerine yer açacak güç olarak görüyorlar. Dahası bütün bu
sanılarını halkın daha çok demokrasi, daha çok sürdürülebilir gelir, daha çok
kişisel özgürlük istemesine tekrar tek kitle olmak istemesine bağlıyorlar!
Ancak bunun dışında da bir yeni bir argüman, çözüm hatta çare ortaya
koyamıyorlar. Sorumluluğu koyunların lideri koyunlara, koyun olmadıklarını
iddia edenlerin liderleri de ovium hominum'lara yüklemiş gözüküyor.
1 yorum:
Argümantasyonu ve kurgusu güzel bir yazı. Yer yer popülizme kaydığı izlenimini verse de toplumu akılcı okumak adına ders verici.
Yazarımız az yazıyor ama öz yazıyor. Devamını sabırsızlıkla bekliyoruz. Eline, aklına sağlık.
Yorum Gönder