Azerbaycan’la ailevi
bir ilişkim de olduğu için konuyu iki katı önemli buluyorum.
Azerbaycan, Türk Dünyası’nda kendi başına bir kültür ocağı
olacak kadar güçlü bir Türk ülkesi. Fakat ne yazık ki o da Rus
sömürgeciliğinden zarar görmüş.
Sömürgecilik bir memleketin doğal kaynaklarını canının istediği gibi alıp gitmekten öte bir şey. Sömürgeciliğin
asıl zararı, beyinlerde bıraktığı “üstün millet” mirası.
Bugün Azerbaycan’da ikinci bağımsızlık devrinde doğmamış
nesil bile Rusça konuşmayı bir üstünlük, bir maharet sayıyorsa bu Rus sömürgeciliğinin etkisidir.
Kendisini “cepheci” diye niteleyen bazı yakınlarımda
bile “Sovyet devrinde kendi dillerinde
konuşabildikleri” kanaatinin yerleşmiş olduğunu görmek beni hâlâ dehşete
düşürüyor.
Rusça, Türk ülkeleri arasında “kullanışlı” bir anlaşma aracı
haline getirilmiş.
Sorun şu ki Rusça’nın kullanışlı, geniş ve enternasyonal bir
anlaşma aracı haline gelmesi Türk
topluluklarının demokratik talepleriyle falan olmamıştır. Bu tamamen “üstün
Rus’un”, üstün silâh gücü ve siyasi dayatması ile meydana gelmiştir.
Ne yazık ki Azerbaycan dahil olmak üzere hiçbir Türk
ülkesinde, Rus’lardan siyaseten
kazanılan bağımsızlık kültürel bağımsızlığa dönüştürülememiştir.
Azerbaycan “ufak farklarla” ayrılan bir Lâtin temelli alfabe kabul etmiş olsa da asıl
sorun, “yerel” bir Türk ağzını kendisine resmi dil olarak seçmiş bulunmasıdır.
Maalesef Resulzade’nin ve diğer “federalistlerin” düştüğü
hata, bugün Türk Dünyası’nın bütünleşmesinin önündeki en büyük “iç engeldir” ki
bu iç engel daha sonra Rus sömürgeciliğinin
resmi politikasının dayanaklarından biri olmuştur. Burada ”iç engel”,
Türk Dünyası’nın bütünleşmesi konusunda aşılamayan yerel kibirleri ve feodal zihniyet kalıntılarını anlatmaktadır.
İş Rus’lara gelince
kendi diliyle konuşabildiği için şükreden
Türk halklarının ortalama insanları ve onlardan yararlanan siyaset üreticileri, Türkiye ile
bütünleşme gerçeği ortaya çıktığı
anda, kendilerini Rus’lara teslim eden
feodal ayrılıkçı ilkel zihniyete derhal geri döndüklerini ne yazık ki fark
edememektedirler. Bugün Türk halkları, Rus çarının ordusunda at süren “şanlı
sömürge süvarileri” olmanın anormalliğini idrak edemeyip de Türk kimliği önünde
kasaba hanlıkları halinde ayrı ayrı yaşamayı “onur” sayan feodal etnikçiliğin
temsilcileri gibi düşünmektedirler. Bu zihniyeti paylaşan Türk halklarının, Rus’lar
veya Çinliler önünde yekpare ve üstünlük duygusuna sahip Cengiz Han torunları
olarak ayakta kalması şu an için pek de mümkün görünmemektedir.
Bunun sebebi, Rus sömürgeciliğinin, Türk halklarına , “Medeniyetin,
modernitenin, hukukun, adaletin vs.” her türlü insani gelişmenin kaynağının Rus
egemenliği olduğunu kabul ettirmiş olmasıdır.
Bu yüzden Azerbaycan
Türk’leri, Rus olmadıklarını, Ruslaşmadıklarını
söyleyip de zihin dünyalarında “ulus modernitesini” bir Rus gibi
yaşayan, öbür yandan Türk olduklarını -ki
ortalama Azerbaycan insanı için “Türk”, yarı
yabancı bir halktan ibarettir- söylemelerine rağmen Türkiye Türkçesi’ni kabul
etmeyi asimile olmak, erimek , yok olmak sayan bir topluluktur.
Peki bütün bunları neden yazdım?
Nahçıvan’a son gidişimde, Azerbaycan Türkçesi ile tercüme
edilmiş popüler kitaplar gördüm. Bu beni bir yandan sevindirdi, bir yandan
üzdü.
Çünkü Türk Dünyası’nın Türkçe’de birleşmesini
engelleyen ve Rus’lar tarafından
yerleştirilmiş “iç engelin” günden
güne katılaştığını görür gibi oldum.
Çünkü bu iç engelle yerel Türk şiveleri
veya lehçeleri “oldukları gibi kalacak” ve Türk dünyası asla tercümesiz bir şekilde birbiriyle anlaşamayacaktı. Oysa
Rusça hâlâ Türk toplulukları arasındaki işlevselliğini sürdürüyor. Ve hâlâ
Azerbaycan’da insanlar torunlarının Rusça bilmesiyle iftihar ediyorlar.
Toplumsal dönüşümde, Türkiye Türkçesi günden güne daha sık kullanılıyor şüphesiz
fakat Rus sömürgeciliğince silah zoruyla pek kısa zamanda değişmeğe mecbur edilen Azerbaycan Türk’lerinin, bağımsızlıklarından
sonra kendi iradeleriyle Türkiye Türkçesi’ni benimsememeleri beni fazlasıyla üzüyor.
Alfabedeki ufak tefek
farklar sorun yaratmayabilir. Ve zaten Ruslar Türkçe’nin herhangi bir şivesini
öğrenmeğe gerek duymaksızın kendi dillerini bütün Türk ülkelerine dayattıkları
için “yerel dillerin” konuşulması, Türk dilinin ayrışması, parçalanması için
onların yararına da olmuştur.
Türk halkları Rus’ların siyasi, kültürel, medeni üstünlüklerini, onların dillerini ortak dil
olarak kullanıp kabul etmiştir ve hâlâ Rus eğitimi almış olanları
bu inancı korumaktadır. Oysa onları öz be öz kardeşleri sayan Türkiye’nin Türkçe’sini
resmi dil olarak kabul etmenin “yok olmak”, “asimile” olmak anlamına geldiğini düşünmeleri, Türk Dünyası’nın
önündeki aşılması gereken ilk ve en büyük engeldir.
Türk Dünyası’nın ortak dili Türkiye Türkçesi olmalıdır. Çünkü
Türkiye Türk toplumu Cengiz soyunun büyük ve egemen devlet töresini Kurtuluş Savaşı gibi bir savaşla
sürdürebilmiş ve taçlandırabilmiş tek Türk topluluğudur ve diğer Türk ülkeleri “yararlı
bağımlılıklarını” yaşarken her türlü fakirlik içinde kendi Türkçesi’ni
geliştirip bunu büyük bir medeni kaynak haline getirebilmiştir. Eğer bu kaynak
kurusaydı Türk Dünyası’nın diğer üyeleri konuşabilecekleri Türkçe bir köy ağzı
bile bulamayacaklardı.
Bu açıdan Türkiye Türklüğü
Türkçe’nin dil birliğine ev sahipliği etmeyi fazlasıyla hak etmektedir.
Öte yandan Türkçe’nin en hızlı gelişim gösteren, kendisiyle
en çok kaynak üretilen şivesi Türkiye Türkçe’sidir. Bu durum Türkiye Türkçe’sini
kendiliğinden bir “kaynak” haline getirmektedir.
Neredeyse yüz elli yıl Rus
egemenliğinde yaşayıp da ancak dil kullanımında Ruslaşmış Türk
halklarının, Türkiye Türkçesi’ni benimsediklerinde dönüşecekleri şey artık “Moskof
ayısı” olmayacaktır; olsa olsa ataları Cengiz’in torunlarından biri olacaktır.
Tanrı Türk’ü korusun!
2 yorum:
Bence "Öte yandan Türkçe’nin en hızlı gelişim gösteren, kendisiyle en çok kaynak üretilen şivesi Türkiye Türkçe’sidir." ifadesi biraz açıklama yani destekleyici bilgi istemektedir.Bu da Azerbaycan ve Türkiye Türkçesinin Türkçenin büyük dalı olan OĞUZ lehçesine bağlı şiveler olduğu gerçeğidir.Bu konuya dikkat çekmek istedim.Bu yüzden OĞUZCA sözü kullanılmaktadır.Türkolog Atilla Jorma'nın "OĞUZCANIN KARADENİZ SERÜVENİ" araştırmasını tavsiye ederim bu konuda.
Türk Dünyası'nda Rusça yayınların, yerel yayınlara sayıca üstünolup olmadığüına bakılabilir. Öte yandan Türkiye'de sadece Türkiye Türkçesi ile yapılan yayınların sayısı bu konuda sanırım yeterince destekleyici olacaktır.
Öte yandan, Türk dilinin Kıpçak, Çağatay ve Oğuz olmak üzere üç lehçeden oluştuğu düşünülürse Oğuzca'nın altındaki şubeler birer "şive" olarak anılmalıdır.
Maruzatımız budur. Değerli yorumunuz için teşekkürler.
Yorum Gönder