24 Ocak 2019 Perşembe

Türksüz Sağ Türksüz Sol




Her şeyden önce “sağ” ve “sol” kavramlarının bugünkü  anlamlarına bakmak sanırım yerinde olur.

Alışıla gelen anlayışa göre “sağ”, muhafazakâr hatta  zaman zaman tutucu, gelişme veya değişme karşıtı, otoriter, yabancı düşmanı, ırkçı, bireyci, mülkiyetçi, kapitalist  bir siyaset anlayışını ifade eder.

Yine aynı anlayışa göre sol, değişimci, devrimci, ilerici, paylaşımcı, kollektivist, özgürlükçü, enternasyonalist, hümanist ve iyi olan her şeyi temsil eden bir dostluk kampıdır.

Yukarıdaki tanımlar/nitelemeler, kıta Avrupası’nda ve sonradan bize oradan gelen sağ ve sol  tanım ya da niteleme parçalarının bir toplamı olabilir. Aslında bu tanımlamalar da anlaşıldığı kadarıyla İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İnsan  Hakları Beyannamesi’nden BM kuruluşuna kadar her konuda baskı kurabilen ve daha sonra özellikle soğuk savaş döneminde entelektüel öğrenci birliklerini kullanarak uydu devletler  elde eden SSCB’nin yarattığı yoğun entelektüel baskıyla oluşmuştur.

Çünkü özellikle İngiliz muhafazakârlığı ki  “muhafazakâr siyasetin” doğum yeri İngilteredir, köktenci devrimsel fikirler dışında değişime tamamen karşı durmamış, kökten değişimci devrimciliğe karşı doğal, zamana yayılan toplumsal bir evrimi/dönüşümü savunmuştur.

Sol, Marx’ın öngördüğü ideolojik devlet biçimini gerçekleştirdiğinde, yani üretim araçlarının kamulaştırıldığı  bir yönetim, hayata geçirildiğine kıta Avrupa'sı böyle bir düşüncenin sürdürülemeyeceğini fark etti. Fakat  solun romantik paylaşımcılığından da vazgeçilemezdi. Bu durumda piyasanın özgürlük ve verimlilik ayakları üzerinde yürüyen bir sosyalizm denemesine “sosyal demokrasi” dendi. Yapılan basitti: Devlet ki aslında bunun fiili karşılığı  devlet erkini kullanan siyasal iktidarlardı,  ekonomik faaliyetleri kendi “paylaşımcılık” ve refah ölçüleri  ile “düzenleyebilirdi”. Böylece  herhangi bir ekonomik beceri ile öne geçmek derhal” haksız rekabet” diye yaftalanıp çeşitli siyasal müdahalelerle veya yasama yoluyla kısıtlanabiliyordu. Bu anlayış, dünyanın en büyük kapitalizminde bile “ Atlas Vazgeçti” gibi bir felsefi eleştiri anıtının yazılmasına yol açtı.

Peki ama bizde sağ ve sol hangi yönlerden tanımlanır?

Bizde sol kendisini enternasyonalizm, Kürt sempatizanlığı, kollektivizm, şiddet aklayıcılığı ( ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlıya göre “Sosyalizm şiddeti bir siyaset yapma biçimi olarak benimser.”), içe kapanmacılık, Rus veya Çin sempatizanlığı, ekonomik müdahalecilik, laiklik ile tanımlar. Bu nitelemelerin hepsi veya bir kısmı ilgisi sol fraksiyona göre benimsenir ya da benimsenmez. Ama bizde solun bütün fraksiyonlarını kapsayan genel özellikler bunlardır. Son zamanlarda ortaya çıkan “ulusalcılık”  bir ölçüde geçmişteki Kürtçü sempatizanlıktan duyulan pişmanlığa ama daha çok şeriatçı siyasete muahlif olmağa dayanır gibi görünmektedir. Çünkü bütün “milliyetçi” imajına rağmen “ulusalcılar” Türkçlüğü bir faşizm ya da ırkçılık olarak niteleyerek bütün Türkçüleri  Kürtçüler ve şeriatçılarla beraber ırkçı-faşist diyerek lanetlemekte beis görmezler( Türk Solu yazarı Özgür Erdem, Atsız hakkında ağza alınmaz sözler yazıp bir de sözüm ona Türk savunucusu geçinen ulusalcılara bir örnektir mesela.) Ulusalcılar meselâ asla Atsız okumaz ama Türk Ulusu’nu kendilerinden iyi kimsenin sevmediğini iddia ederler. Türk Ulusu’nun dünyaya yayılmış büyük varlığını inkâr ederek önce  onu Anadolu’ya tıkıp sonra adı belirsiz bir ulus haline getirip bir tür kollektif mülkiyet kullanıcısı olarak savunmak,  ulusalcı solun, Marksist ideolojiden kanırtarak yorumlayabildiği tek vatanseverliktir.

Solun Türk’ü bir nebze seven küçük fraksiyonları dışındaki belirleyici çoğunluğu için Kürtçü sempatizanlığı, Türk adından nefret, Türk dünyasının adını bile ananlara  duyulan sınırsız nefret, laiklik taraftarlığından bile önde gelen bir belirleyicidir.

 Kısacası Türkiye özelinde sol, “ Türk halkının menfaatlerini diğer herkesten önce tutmak, Türk egemenliğini kesin ve tartışmasız bir biçimde savunmakla” ilgisiz, enternasyonalist/hümanist ve kollektivist bir yabancılaşma kampıdır.

Sağ bu tabloda nereye oturur? Sağ ideolojik olarak Türkiye’de solun karşıtı mıdır? Bu soruya “Evet” diye cevap veremiyoruz. Çünkü Türkiye’de sağın, “sosyalizm karşıtılığıyla” ilgisi bile yoktur. Türkiye’de sağ, devletin imkânlarının siyasetçilerce alabildiğine keyfi kullanılması ve sömürülmesini benimsemesiyle fiilen sosyalist bir görünüm arz eder.

Türkiye’de sağın sosyoekonomik tercihi liberalizm değildir; konformizm ve plütokrasidir. Türkiye’de sağ seçmen davranışı, bu yapıya herhangi bir yerinden eklemlenip onu mümkün olduğunca korumaya dayalı bir muhafazakârlıktan ibarettir ki bunu da dini müşevviklerle aklamağa ve sürdürmeğe çalışır.

Dinin temelinde, Türk insanının kendi milletine duyduğu sevgiyi onaylayacak bir şey bulunmadığından ya da mevcut din uygulamalarından ve anlayışından artık böyle bir yorum elde edilemeyeceğinden dolayı da “sağı” beli

rleyen insan karakteristiği, “devletin, kanunların dine göre düzenlenmesini isteyen” şeriatçı tipolojisini destekler.

Keza MHP’nin  siyasal İslâmcılıkla asimile edilmiş seçmenleri de dahil olmak üzere “sağ seçmenin” Türkçülüğün doğal ilgi alanı olan Türk Dünyasıyla da bir ilgisi yoktur.

Bunun yanı sıra Kürt Hizbullahının  veya Nurcu diğer tarikatların sözde PKK’ya karşı kullanılması hilesiyle aslında Kürtçülüğün şeriatçı kolunun bölücülüğünü destekleyen de kendisini dinle gösteren sağ siyasetti.  Sol Türkiye’nin bir kısmını “Kürdistan”  diye anmakta beis görmezken şeriatçı sağ da aynı bölücülüğün popülizmini dine dayanarak sürdürdü.


Her iki kamp da  Türkiye’nin Türklere ait olmadığı söyleminde buluşuyordu.


Türkiye özelinde sağ ve sol, kendilerini oluşturan batılı kavramsallığa uzak kalmış, buna karşılık gelişmiş ülkelerin kendilerine telkin ettiği değerlerle refleksler gösteren kesin inançlı, cahil, birer mankurt sürüsüdür.

Dolayısıyla Türkiye’de sağcı-solcu tartışması derinliksiz, ezbere bir tartışmadır. Bu saçma ve sığ kavramsallaştırmayla bir kör dövüşü dışında  elde edebileceğimiz hiçbir şey yoktur.







Hiç yorum yok: