-İslamcıysa ne olmuş?
- Eee? Biz kimiz ki yargılayalım?
- Kendi kültürümüzün üstün olduğunu düşünmek kibirlilik değil mi?
- Ve onun dini inançlarını eleştirmek yobazlık, değil mi?
- Ona gözünü dikme evlât! Onu küstürebilirsin!
Dinamitlerin üstündeki yazı :"Çok Kültürcülük"
"Gerçek İntihar Bombacısı"
- Eee? Biz kimiz ki yargılayalım?
- Kendi kültürümüzün üstün olduğunu düşünmek kibirlilik değil mi?
- Ve onun dini inançlarını eleştirmek yobazlık, değil mi?
- Ona gözünü dikme evlât! Onu küstürebilirsin!
Dinamitlerin üstündeki yazı :"Çok Kültürcülük"
"Gerçek İntihar Bombacısı"
....
İktidar partisi, Türkiye’nin çarpık demokrasi anlayışından meşruiyet kazandığını sanmaktadır. Hukuku, ilkelere uymaktan ziyade, yazılı kanunları kendine göre yorumlamak olarak anladığından, yaptığı işlerin hiç birinin hukuk ilkelerine göre eleştirilmesi de mümkün olamamaktadır.
Suçları ispat edilememiş insanların suçlu olarak lekelenmesine karşı duyarsızlık, etnik ırkçılığın, ifade hürriyeti istismarına karşı umursamazlık, sivil protestolara terör örgütü muamelesinin yaygınlaştırılması eğilimi gibi kötü alışkanlıklarının temelinde de “açık toplumun” değiştirici çeşitliliğine karşı duyulan kenar mahalle korkusu vardır.
İktidar partisi matematik oyunlar sonucu elde edilen bir iktidarın( ülke barajı, il barajı vs…) ideolojisinin, toplumun çoğunluğunun görüşü olduğu illüzyonunu, her gün yenisi yaratılan gündemlerle yavaş yavaş topluma kabul ettirmeye çalışmaktadır.
İktidar partisi, mevcut toplumsal kompartımanların varlığını kabul edememekte, herkesi, kendi belirsiz ve ilkesiz siyasetinin “normlarında” tektipleştirmeye çalışmaktadır.
Ferdî bir ifade hürriyeti olarak görülen bir giyinme şeklini, tartışılması imkânsız, ferdin aklî kabullerinden ayrı bir siyaset biçimi haline getirirken de amacı budur.
İktidar partisi, sınırlandırılmamış bir yönetim anlayışını demokrasiyi vasıtasıyla toplumu şekillendirmekte kullanmaktadır.
Gitgide, iktidar partisinin benimsemediği her türlü giyinme, konuşma ve ilişki şeklinin toplumdan dışlanması, onun nihaî hedefidir. Toplumun kendiliğinden meydana gelen değişimi, gecekondu muhafazakârlığının kabul edemediği bir şeydir. O, bütün toplumu, kendi aklının erebildiği din şekillerine itaat ettirmeyi kendisine hedef seçmiştir.
İktidarın sınırlandırılmamış gücü, menfaat dağıtıcılığı ile beraber artık insanları kendisine çekmeye başlamıştır. Dar kotlarla türban takan, Amerikan markası spor ayakkabıları birer postal gibi giyen genç kızlar artık, Nilüfer GÖLE’nin “modern” sandığı ilkeli ve ideoloji sahibi türbanlı genç kızlar değildir.
Türkiye’de iktidarın belirlediği şekillere kayıtsız şartsız itaat artık bir norm haline gelmeye başlamıştır. Kenar mahalle dindarlığı, muktedirin, mazlumu itip kakmasına ses çıkarmayan ve bundan gizli bir memnuniyet devşiren aşağılık kompleksini artık “yönetime” getirmiştir.
Bundan dolayıdır ki iktidarın beyanatının çoğu muhalefetle ağız dalaşı, muhalefet cevap mahiyetindedir.
Türk toplumunun “menfaat dağıtıcı devlet” anlayışından beslenen iktidar, ideolojik ve fikrî boşluğunu bu tip gösterilerle maskelemektedir.
“Ananı da al , git!” ifadesi, bürokrasiyi halkın yönettiği bir demokrasinin değil, seçilmiş yöneticilerin, halkı güttüğü geri demokrasilerin ifadesidir. Kenar mahalle Müslümanlığı, yöneticinin, üzerindeki kul haklarının ağırlığını değil de bıyık şeklini, örtünme şeklini öncelediği, önemsediği, “güce tapınıcı” bir inancın ta kendisidir.
Bu güce tapınıcı anlayış için millet, milliyet, vatan, bayrak gibi değerlerin bir anlamı yoktur. Bu güce tapınıcılık, dünyaya etki etmeyi değil, ne pahasına olursa olsun dünyaya uymayı hedeflemektedir. Ülkemiz üzerindeki emellerinden vazgeçtiklerini hiç görmediğimiz komşularımızla “sıfır problem” gibi saçma sapan bir dış politikanın millete pazarlanabilmesinin de sebebi budur.
Oysa her millet, diğer milletlerle ilişkilerini kendi değer ve normlarına göre şekillendirir, oluşturur.
Güce tapınıcı, otoriter siyasal İslamcılığı ile iktidar partisi, milletin değerlerine düşmanlığını, “Türk” adını anayasadan silmek isteği ile zaten göstermiştir. Böyle bir partinin “Türk’e” göre bir dış politika belirlemesi imkânsızdır. Başını kapatan genç kızlar için iktidarın yanında olmanın güvenliği, milletlerinin toplumsal bütünlüğünden önemlidir. İktidar partisinin en önemli toplumsal mühendislik amacı, toplumu millî hassasiyetlerden uzaklaştırmak, bunlara yabancılaştırmaktır. “Ne mutlu Türk’üm diyene!” vecizesine duyulan Arabî/Emevî düşmanlık bunun en çarpıcı delilidir.
İktidar partisi, toplumun değerlerini, demokrasinin matematiğine dayanarak yıpratmaya, yok etmeğe çalışmaktadır. Çoğunluğun varlığının, aklın ve ahlâkın yegâne kaynağı olduğuna dair ilkel anlayışını, devleti, menfaat dağıtıcı bir baba sayan Türk toplumuna gitgide daha fazla kabul ettirmektedir.
Oysa İslâm, çoğunluğa göre değil, hikmete göre hükmedilmesini öngörür. Kenar mahalle dindarlığı ise hikmeti anlayamaz. Kenar mahalle dindarlığı kendi aklının yetebildiği şekillerin topluma “ne pahasına olursa olsun” dayatılması dışında bir din bilmez. Demokrasiyi “ sayısal çoğunluğun mutlak iktidarı” sanan bir toplumda da kenar mahalle, bu emeline ulaşmak için demokrasiyi kullanırken, bu çarpık anlayışın genel kabulünün yarattığı tartışmasızlığı alabildiğine istismar eder.
İktidar partisinin, referandumda çirkin bir şekilde uyguladığı, toplumu kamplara ayırmak tavrının ahlâk dışılığı bu yüzden tartışılamamıştır. İktidar partisi toplumu, “Türk’ler-Kürt’ler”, “Müslümanlar- laikler”, “Darbeciler-demokratlar” gibi kamplara ayırmakta hiçbir beis görmemekte, bu ayrımları keyfi şekilde topluma dayatabilmekte ve bu ayrımı dayandırdığı normları nasıl geliştirdiğini hiç kimseye söylemeye de kendisini mecbur hissetmemektedir.
Bu ayrımcılık siyaseti ile toplumu kendi normlarına mecbur etmeye, Türk de Kürt de olmayan, darbeci de demokrat da olmayan, Müslüman da laik de olmayan, iktidar tapınıcısı, vatansız, milliyetsiz, değer yoksunu, bir kenar mahalle yığını haline getirmeye çalışmaktadır.
Bu siyaset, bir arada yaşamak, benzeşmek, etkileşmek kültürünü hızla yıpratmakta ve toplumda bir tehdit ve nefret alışkanlığının kök salmasına yol açmaktadır.
Bu siyaset, bir arada yaşamak, benzeşmek, etkileşmek kültürünü hızla yıpratmakta ve toplumda bir tehdit ve nefret alışkanlığının kök salmasına yol açmaktadır.
Silivri mahkemelerinde masumiyet karinesinin kendi lehine çiğnenmesine sessiz kalmak, etnik ırkçılığın tehdit, hakaret ve şiddetine aldırmamak, buna gösterilen tepkileri anormal saymak, dış politikada başkalarının beğenisine göre davranmak ilkesizliği, milletin normlarını önemsememenin bir zımni ifadesidir. Bu yolla iktidar partisi millete, hukukun, iktidarın emirlerinden ibaret olduğunu, etnik ırkçılığın kabul edilebilir bir demokratik siyaset olduğunu, bölünmenin bir değer kaybı olmadığını, başka milletlere göre davranmanın “ne pahasına olursa olsun barış” olduğunu kabul ettirmeye çalışmaktadır.
İktidar partisinin kabul ettirmeye çalıştığı şeyler, aklın ve ahlâkın gerekleri değildir. Yalnızca “ne pahasına olursa olsun” ile yaşayan bir aşağılık kompleksinin tatminsizliğinin dışavurumudur.
Bu çok ciddi ve tahripkâr bir siyasettir.
Türk Milleti, kenar mahallesinin melez kültüründe sıkışmış insanların din anlayışlarının çok ötesinde, ciddi bir ahlâk kaynağı olan büyük örfünü meydana getirmiş, büyük kültür sahibi bir millettir.
Türk toplumu, sınırlandırılmış bir yönetim olarak hukuk devletinin gereğini anlamadıkça, menfaat dağıtımı ile sürekli kendisini minnettar bırakan hükûmetlerin oyuncağı olmaktan kurtulamayacaktır.
BİTTİ.