Eğer bu filmden bir ders çıkarmamız gerekiyorsa o da şudur: "Bir daha Erden Kıral adlı yönetmenin hiçbir filmine gitme!"
"Önce ekmek, sonra ahlâk" materyalizmine gırtlağına kadar batmış, faikiri de zengini de ahlâksız bulan o nihilist, kibirli toplumcu gerçekçilik saçmalığının bir başka örneği "Vicdan"...
Bir yazarın iki öyküsünden mülhem çekilmiş ki Türk öykücülüğünün hal-i pür melâlini de gözler önüne seriyor böylece.
"Nereye varmak istiyorsun hemşerim?" sorusuna yönetmenimizin verdiği hiçbir cevap yok! Ergenlik dönemi cinsel merakında takılıp kalmış gibi duran, gerçekçilik adına bol bol küfür barındıran bir hilkat garibesi film.
"Esas oğlanı" kim oynuyor, bilmiyorum, bir daha da seyretmek isteyeceğimi sanmıyorum. Zira topu topu bir sayfalık bir repliği olduğunu tahmin ettiğim "Kaşını çatar ve durmadan ev sahibini düşünürsün"den daha derin olmayan bir motivastyonla rol kesen erkek başrol oyuncusu içimi bayılttı.
Nurgül Yeşilçay, "Güzel bir kız bul, cüretkâr sevişme sahneleri çek, herkese ahlâkî ikiyüzlülük dersi ver!" anlamındaki bayağı klişelerde rol almayı sevdiyse bilemiyorum. Bu rolüyle aldığı altın portakal da bence çok anlamlı değil.
Belgesel tadında çekmek için grenli fotoğraflanmış, bütün başarısı da bundan ibaret kalmış bir film.
"Müzik: Zülfü Livaneli" diyor ama içinde müziği ara ki bulasın. Eğer o "atonal" klarinet improvizelerini sayacaksak bizim kızlar melodikalarıyla ondan bin kat güzel şeyler çalıyorlar.
Durmadan araya sokulan ve hatta mide bulandıracak kadar boğazınıza tıkılan imgelerle "Ben büyünüce Ayzenştayn olucam!" diyor sanki yönetmen. Ol, ol da hocam rüyalarını mümkünse aile büyüklerine veya hocalara falan anlat... Senin her kafayı bulup da kustuğun gecenin kâbusunu biz de görmek mecburiyetinde miyiz?
Türk sineması gene o ideolojik sığlıklara dönecekse değil altın, platin ve hatta titanyum portakal bile bizi kurtaramaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder