14 Kasım 2008 Cuma

Obama Nasıl Seçildi? Veya Blues* Bir Zafer



ABD eski Büyükelçisi Ross Wilson: “ Bu seçim Amerikan demokrasisinin bir mucizesidir!” demişti, seçimden hemen sonra.


Amerikalı’ların “Amerikalı olmakla” insan olmak arasında doğrudan bir ilişki kurdukları çok bilinen bir hakikat. Onlara göre Amerikan ulusu, Tanrı’nın seçilmiş toplumu…


18.yy gibi geç bir dönemde dahi cadı avlarının yapıldığı, İnsan Hakları Beyannamesinden neredeyse yüzyıl sonra köleliğin kaldırılabildiği ve buna rağmen iç savaştan yüzyıl sonra bile ırk ayrımcılığının resmen yaşandığı bir ülkede böyle bir inanç gerçekten şaşırtıcı aslında…
Irk ayrımcılığı Amerikan toplumunun özünde barındırdığı bir davranıştı.

Buna rağmen bu toplumsal temelli ayrışma bir ölçüde de olsa nasıl aşılabildi?
Aslına bakılırsa bu da bir başka inanca dayanıyor: ABD’nin bir hukuk ve özgürlükler ülkesi olduğu inancına. Bir doğal afette, polis vatandaşlar arasında açıkça ırk ayrımcılığı yapabiliyor ama gene de ülkeye ve değerlere duyulan inanç bambaşka bir motivasyon yaratabiliyor.
Bu inancın sırrı şu: Hiçbir ABD vatandaşı, Amerikan bayrağının, Amerikan anayasasının Amerikan vatandaşlığının ifade ettiği değerler ve taşıdığı anlamlar hakkında şüphe duymuyor.
Dolayısıyla en aykırı fikirleri ifade edenler dahi, bu değerler şemsiyesinin altında öfkeden ve şiddetten korunacaklarını biliyorlar.

Açık şiddet ve ayrımcılık gören, aşağılanan siyahî Amerikalılar mücadelelerini ortak değerlere dayandırmışlardır. Çekip gitmeden, ayrışmadan içinde yaşadıkları toplumun, “kendileri olarak” bir parçası haline gelmek istediklerini beyan etmişlerdir. Amerikan eritme potasını işe yarar kılan da vatandaşların her birinin bu sorumluluk bilinciyle hareket etmesi olmuştur.
Siyahî Amerikalı’lar’ın yaşadığı açık şiddet, ayrımcılık ve aşağılanmaya verdikleri bu barışçı ve sahiplenici cevap her türlü üstünlükçü, ayrımcı politikayı yerle bir etmiştir.
Buna benzer şekilde Mc Carthy döneminin tehdit ve korku günleri de aynı barışçı tavırla aşılmıştır.

ABD tarihini diğer uluslar için önemli kılan şey, vatandaşların, kamuoyunun, devlete, onun varlık sebebinin, ancak ve yalnız vatandaşlarının özgürlüğü olduğunu sürekli hatırlatmasıdır.
Bunu yaparken de yukarıda bahsettiğimiz bayrak, anayasasının ve vatandaşlığın anlamına sıkı sıkı tutunması, bir barışçı yönetim mekanizması olarak demokrasinin yaşatılabilmesinin belki de yegâne yoluydu….

ABD tecrübesinin bize öğrettiği şey, vatandaşların ancak barışçı çözümlere ve hukuk değerlerine bağlılıkla bir arada durabileceği, uluslaşabileceğidir.

ABD’yi bizim gibi ülkelerden ayıran, vatandaşlarının bu “sahiplenme” sorumluluk duygusu…

Cumhuriyetçi’lerin iktidarı dönemi ABD’ vatandaşlarına, değerlerine rağmen var olamayacaklarını gösteren bir dibe vurma dönemiydi. Obama’nın seçilmesi, aşağılandığı ve öldürüldüğü vatanında, hukuk devletinin rüyasını gören cesur bir öndere Amerikan tarzı bir iade-i itibar olarak tarihe geçti. Bu seçim, sadece ABD vatandaşlığına, anayasasına ve bayrağına yürekten bağlı kalmaktan asla vazgeçmemiş bir topluluğun değil bütün bir Amerikan ulusunun “blues” zaferi oldu…
*Mahzun veya ABD zenci müziği…

Hiç yorum yok: