Devlet, meşruiyeti kendiliğinden var olan ve ilânihaye sürebilecek bir organizasyon değildir.
Devletin meşruiyeti hukuka bağlılık ile kayıt altına alınmıştır. “Hukuka bağlılığın” yegâne ölçüsü de ferdin temel haklarına saygıdır.Devlete zor kullanmak yetkisini veren de temel haklara kesin şekilde saygı göstereceğine dair duyulan güvendir.
Bu açıdan bakıldığında devlet bürokrasiden ziyade hukuk birliği anlamına gelir. Bir ülkede herkes için her zaman geçerli kuralların temsilcisi ve uygulayıcısı olan tek kurum, devlettir.Devletin bu tanımı, onun vazgeçilebilir ve değiştirilebilir yapısına işaret eder. Bir ülkede devlet, hukuk birliği sağlama işinden, keyfî zor kullanımına doğru sorgulanamaz ve tadil edilemez şekilde dönmüşse vatandaşların, onun zor kullanma tekelinden vazgeçme hakkı kendiliğinden doğar.
Bu vazgeçişin sınırı iyi tespit edilmezse her memnuniyetsizlik hukuk birliğine karşı isyanın mazereti haline gelebilir.
Toplumun en gelişmiş halinin bir hukuk birliği olduğu akıldan çıkarılmadığı takdirde devletle ilişkilerde zor kullanımının değil, hukukun dilinin esas olduğu da kabul edilmelidir. İşte bu şiddetsizlik zarureti, “vatandaş sorumluluğu” sahasıdır.
Vatandaş olmak demek, bir ülkede herkesin taabi olduğu hukuk kurallarına uymayı ve bu kuralların uygulayıcısı devletin, hukukla sınırlanmış güç kullanma tekelini kabul etmek anlamına gelir. Vatandaş sorumluluğu vatandaş olmanın bu gerekleri dışında hiçbir emre itaati içermez. Zira vatandaşlık emirlerden dolayı değil , haklardan dolayı vardır ve edinilir. Kaldı ki devletin hukuk sınırlarını korumak dışında herhangi bir emir vermek yetkisi yoktur.
Reel politiğin göreceli ve teleolojik ahlâkına saplanıp kalanlar için bu sözlerimiz elbette masal gibidir, çünkü devletin hiç de kendini kayıt ve şart altına almaya istekli olmadığı gün gibi ortadadır. Meseleye böyle bakıldığında bütün kanunlar, “kağıt üzerine yazılmış sözlerden” ibaret kalır ki bu durumda zaten devletten de vatandaşlıktan da bahsetmeye gerek kalmaz. Bu durumda ancak sahip- köle ilişkisinden bahsedilebilir.
Devletin bir hukuk birliği olarak anlaşılmasının önemi şuradadır ki ancak böyle bir birlik, atomize seviyede bile bütün farklılıkları barışla bünyesinde barındırabilir.Ancak böyle bir birlikte, şiddet kullanımının istisnaî hali toplumun genelinde gerilimi düşürebilir ve farklılıkların birbirileriyle güven içinde bir arada bulunmasını sağlayabilir.
Hukuk birliği içinde vatandaşlar bu birliğin devamının, varoluşlarının en düşük maliyetle idame ettirilmesi anlamına geldiğini bilirler. Çünkü var olmak için gücün, otoritenin emirlerini yerine getirmek gerekliliği yerine, kurallara uymak iradesi yeterli olacaktır.Otoritenin emirlerine uymanın vatandaşlık şartı sayıldığı bir ülkede, ne zaman hangi emrin verileceği beklentisi, ferdî beklentileri daima aksatır, geciktirir, plânlarını , daha doğuş aşamasında öldürür…
“Vatandaş” için aslolan neye taabi olacağının seçimini yapmaktır. Vatandaşın sorumluluğu, onun bu seçiminde yatmaktadır. Bu bir sorumluluktur çünkü seçimlerinin kendilerine göre ciddi sonuçları vardır. Ve her seçimin bedeli, seçimi yapan tarafından ödenmelidir.Bu durumda, “tadil edilebilir” bir hukuk biriliği şartı ile devletin haklara karşı tututmuna karşı üç muhtemel seçimden bahsetmemiz mümkündür:
1- Hukuk sınırlarının zaman zaman aşılmasına karşı devleti, barışçıl şekilde uyarmak
2- Devlete karşı savaş açmak
3- Vatandaşlıktan ayrılmak
“Tadil edilebilir”olmak durumunu bir ön şart olarak koyduğumuzu bir kere daha hatırlatarak, bu sınırları geri dönülemez bir şekilde aşmamış bir devlete karşı takınılan tavırları kısaca değerlendirelim:
Hukuk sınırlarının zaman zaman aşılmasına karşı devleti, barışçıl şekilde uyarmak:Bu hem sivil itaatsizlik gösterileriyle, hem ferdî uyarılarla hem de yargıya müracaatla gidilebilecek bir yoldur ki herkesin temel haklarının teminatı için uygulanabilecek en emin yoldur Bu davranış, toplumda herkesin hakkı için yararlı olduğundan, ayrışmayı kışkırtmadığından ve güç kullanımını sınırlamaya yönelik olduğundan asgari medeni bir seviyede en etkili ve sorgulanamaz yoldur.
Devlete karşı savaş açmak:Bu, bir devletin, hukuk birliği olarak tanınmaması anlamına gelir. Tanınmayan bu organizasyonun varlığına karşı şiddet kullanmak tercihi demektir. “Tadil edilebilir” bir devlete karşı şiddet kullanmak, hukuk dilini yok saymak demektir ki toplumun geri kalanının değil de sadece şiddeti benimseyenlerin “hak” kabullerine dayalı bir seçimdir. Bu seçimde toplumun geneliyle ilgili bir hukukî teminat sağlamak değil, belli bir kesim için ayrıcalık talebi söz konusudur ki toplumsal ayrışma, güvensizlik ve gerilim yaratılır. Bu seçim, hukuk birliğine gönüllü bağlılığı zayıflatmaya yöneliktir ve “vatandaş sorumluluğu” çerçevesinde vatandaşlıktan çıkarılmayı gerektirir.
Vatandaşlıktan ayrılmak:İkinci seçenek daha ziyade hakların kollektif tanımına dayandırılırken bu tercih ferdîdir. Toplumun geri kalanı üzerinde herhangi bir ayrıştırıcı etki yaratmaz. Dolayısıyla kişinin, vatandaşlık bağıyla bağlandığı hukuk birliğinden gönüllü ayrılması onun bileceği bir iştir. Şiddet içermeyen diğer seçimler gibi bu da herhangi bir müeyyideye taabi tutulamaz.
Tarlamızda bulduklarımızın, ektiklerimizden gayrısı olmadığını sürekli hatırlamamız, vatandaş olarak nasıl bir devlet meydana getirdiğimizi de anlamamızı sağlayacaktır. İtaati benimseyen bir toplumun, hukuka bağlı bir devlet yaratamayacağını bir kere idrak edebilsek zaten vatandaş olarak sorumluluğumuzu da anlamış olacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder