27 Ağustos 2023 Pazar

"Soytarılar, Dolandırıcılar, Yaygaracılar: Yeni Sol Düşünürleri": Roger...

Düzeltme

 Değerli Yazarımız İbrahim Şimşek'ten bir düzeltme

Değerli okuyucularımız , hepinizden özür dileyerek bir duzeltme yapmak istiyorum,yazılarımda surekli vurguladığım Karacanın abisi Khirk han'ı ,düzeltme ihtiyacı duyulmuştur. Tekrardan yapmıs oldugum kontrolde , Usame Bin Munkid 1095/1188. Karaca'nın abisi olarak belirttiğim bolumler , Karaca'nın oglu olarak okunmalıdır. Anlayışınız için teşekkürler.



23 Ağustos 2023 Çarşamba

Şeref Han - Şerefname Kurtların Tarihi

 İbrahim Şimşek'in yeni yazısı


Şeref Han'ın Şerefname'sinde bahsedilen Ekrad toplulukları hakkında ki bilgiler, Oğuz Han'ın Büğdüz boyuna ait olduklarını belirtir. Bahsetmiş olduğu Dahhak ,Demirci Kawa efsanesi tamamen Ergenekon destanı'nın bir versiyonudur. Kurt toplulukları hakkında anlattığı olaylar , Oğuz Han'ın Büğdüz boyundan olan Kurmanç, Lor ,Kelhur ,Goran Sayfa 20 . Mevlana Taceddin in kürt olduğu yazılan Şerefnamedeki çeviri hatalıdır. Mevlananın kökeni hakkında iki görüş mevcuttur.

 

 Birincisi Moğol , ikincisi Tacik. Şeref Hanın Şerefnamede ki orjinalinde ne yazdığı konusu araştırılmalıdır. Moğolistan da sergilenen Müzedeki Cengiz Han'a ait olan kılıcın kabzası sarı kırmızı ve yeşil renklerdedir. Tacikistan , Gürcistan bölgesinde yaşayan , asil zadelerin unvanları crac karak olarak geçer. Hisn Al Crak veya Karak kalesinin ismide buradan gelir. Bu durumda Mevlana Taceddin in bağlı bulunduğu aşiret Crac veya karak olmalıdır, Crac veya Karak yazan yeri kürt diye yazamayız. Bunu örneklendirmemiz gerekmektedir, Hısnul Al Crac veya Karak Kalesini , kürtlerin kalesi diye çeviremeyiz Sayfa 23.

 

Oğuz Han'ın Büğdüz boyundan kürt adında bir kişi vardı.

 


Ak Sungurun torunu ,Atabek Zenginin oğlu ,Karaca Hanın abisi Khirk Han'dan bahsetmektedir. Khirk Han orjinalinde nasıl yazılmıştır ayrıca bakılmalıdır. Yabancı seyyahlar 16 yy da kürt yerine Kiourd'an bahseder,kiourd ( kiurd ) Türkçe'deki Kurt anlamında olduğunu unutmamamız gerekmektedir.

 

M.Edip çağlar yayınlamış olduğu makalesinde Tacul Arus ta kürtler : bir bölüme değinir ve buna Zazaların itiraz ettiğini ,orada kürt değil kerd yazdığını bildirir. M.Edip çağlar Tacul Arus tan makalesinde devam eder. Ez Zebidi 17 yy tarihçisinin Acem,Tatar veya kürtlerin,Türklerin kafirlerinden olduklarını dediğini bildirir. Burada bizim karşımıza kürt yada kerd'den ayrı Atabek Zenginin oğlu ,Karaca Han'ın abisi Khirk han'ın aşiretleri çıkmaktadır. Devam edecek.

18 Ağustos 2023 Cuma

Ulus Olmak Kolay Mı?

 


İbrahim Şimşek Kürtçü sözde tarihçiliğine yine güçlü bir reddiye ile geliyor…

Bugüne kadar kürtlere dair birçok kitaplar ,makaleler, şiirler vs yazıldı çiz
ildi. Yazılanlar ve söylencelerin hiç birisi doyurucu bir gerçeklikle bağdaştırılamadı ve özellikle ortaya atılan iddialar içerisinde ,kürtlerin aslında Tanrılar olduğu.( ilk alti ay önemini buradan da anlamaktayız.)

Bir diğer iddia ise, Hısn el ekrad kalesi.

Bu iddia gerçekten çok ciddi bir iddiadır ve ciddiye kesinlikle alınmaması gerekmektedir, bunun da nedeni tarihte Hısn el ekrad yada akrad diye bir kalenin olmamasıdır. Bahsedilen kalenin ismi crak ,yada karak dır. Mercure galant yayınlamış oldugu bir seyahatnamede , kerad kelimesinden bahseder, Belgenin yazdığına göre Keldanilerin incilinde ki havariler bölümünde kerad kelimesi , iskitli kaçaklar için yazılmış bir kelimedir. Biz bu gün bu insanlara curd diyoruz der. Bu bilgi bize curd kürt kelimesinin anlamı açısından bilgi versede, aradığımız kaçaklar değildir.

Fransa Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Resmi Gazetesinde yayınlanan kürdes ,öküz ve koyunları satın aldık ,ihtiyaç sahiplerine dağıttık kaydı , bize Kürdes yada Kürd kelimesinin insanlar için kullanılmadığını göstermektedir, bu bilgide önemli ancak aradığımız sonuç değildir. Günümüzde bir anda cardulara kürt denilmesi tabiki , Tanrıların kürt olması gibi saçma bir iddiadır, bir milletin varlığı sürekliliğidir. Sürekliliği olmayan bir halk olamaz. Bir milletin tanımını da doğru yapmamız gerekmektedir.

Kendine has bir dili olmak zorundadır.

Kendine has toprak bütünlüğü olmak zorundadır.

Kendine has kültürü olmak zorundadır.

                        kürtçe ( kaçakca )

Bu  konuda ilk çalışmayı yapan İtalyan misyoner papaz , DAL P. MAURİZİO GARZONİ dir . Bu konuda havlu atmış ve eklemiştir, bunlar da zaman çekimi yok , geçmiş zaman, gelecek zaman vs.

Şeref Han Şerefname'sinde ekrad taifeleri veya Gurmançilerin konuştukları dili açıklarken, kelimelerin önünden ve ardından yutarak konuşurlar, bundan dolayı kimse anlamaz.

Fransız seyyahlar ise bu dil konusunu şu şekilde açıklamıştır. Bunlar Türkmence ve Arapça kelimeleri karıştırarak konuşurlar , ama hepsi Türkçe bilir.

             Toprak bütünlüğü

En büyük iddia kürdistan da yaşadıklarıdır. Fransız seyyahlar dağların erişilmez yerlerinde yaşayan curdes, kürtlerden bahseder, bahsettikleri kaçaklardır. Kürdistan'da yaşayan halkın dulkadiroğulları olduklarını ve diğer toplulukların adını verir ve onlara curd yada kürd diye bir tanımlama kullanmazlar. Bir diğer iddia ise zagros dağlarından gelen Gutilerin torunlarıdır. Guti'lerden kalma tabletler okunmuştur, ve o tabletleri okuyan alimler bunların Türkler olduklarını çok açık bir şekilde belirtmiştir.

              Kültür bütünlüğü

Karşımıza ilk çıkan kültür demirci kawa efsanesidir, bu efsane ergenekon destanının bir versiyonudur , efsaneler coğrafyaları dolaştıkça değişir dönüşür , ancak dip kültürünü her daim korur.

Kürdistan da ki kazılarda kürt yada kürtlere ait olabilecek tek bir kalıntı bulunamamıştır. Bu arkeolojik kazılardakilerin kürtlere neden ait olmadığını , kendilerine ait bir toprak bütünlüğünün olmamasından kaynaklı olduğunu ayrıca belirtmek gerekir. Kürdistan da yaşayan halk Türkmenler olduğuna göre , oradan çıkan arkeolojik bulgularda dağlarda yaşayan kaçaklara aittir diyemeyiz.

Fransız seyyahlar curd yada kürt dedikleri topluluklarda mevcuttur. Nadir de olsa evet , genelde kürtlerden kurulan ordu derken dağlardaki, kaçaklardan kurulan bir ordudan bahsedilir. Bu nadiren de olsa belli topluluga kürt dedikleri gerçeğinide ortadan kaldırmaz. Peki ama kimdir bu bahsedilen kürtler ? Tamda burada sözlükler devreye girmektedir. Tüm sözlükler curd kelimesinin lor peyniri ,kesilmiş süt , sütten üretilen ürünler anlamında kullanıldığı karşımıza çıkar. Curd kürt dedikleri topluluklar Yörüklerdir.

İbrahim ŞİMŞEK

Büyük Helen Türk İmparatorluğu

 

İbrahim Şimşek'ten yine çarpıcı bir yazı

Sayın Turgay Tüfekçioğlu haykırıyordu her yayında, sesini duyurabilmek için. 

Heredot diyor ki: Attikalılar helenleşirken. Kimdi bu Attikalılar ? 

Bir anda Attika'lıların etnik kökenini bulandırarak, tarihi belgeleri çarpıtmalar başlamıştı. Bazı tarihçiler dile getirmek istediyse de susmak zorunda bırakıldı. 

Gerçekçi tarih biliminde, yazılı olan belgelerde, dile getirilen bilgilere o kadar çok ihtiyacımız vardı ki. İskitler üzerinde çalışma yaparken Porphyrogenitus De administrando imperio nun üzerinde bir bölüm gördüm, bölümü buraya bırakıyorum.

İ.Ö 1000lerde Archontes - Attika'lıların büyük Helen İmparatorluğunu kurduklarını görüyoruz. Belge Türklerin Archontes - Attika'larına derken ,burada Archontes'lerin Türklüğünü de belirtmiş olmaktadır. 

Patzia, Peçeneklerin Archontes- Attika'lıların devamı olduğunu belirten bu belgede, Patzia Peçeneklerin İ.Ö 1000 lerde Helen İmparatorluğunu kurduklarını görüyoruz.

 Burada sizleri bir şiir ilen bırakmak istiyorum.

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karatıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.

Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa'nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede,
Hakikat nerede?

Mustafa Kemal Atatürk


İbrahim ŞİMŞEK

 

Ray BRADBURY'den iki kitap: "Ölüm Yapayalnız Bir İştir" ve " Güneşin Alt...

16 Ağustos 2023 Çarşamba

Milliyetçilerin Edebiyata İhtiyacı Var Mı?

 


Ne yazık ki milliyetçilerin ne felsefeyle ne edebiyatla ne de felsefi bir edebiyatla şehirli bir ilgileri var. Edebiyattan anladıkları genellikle taşralı/ köylü bir gaz lâmbası nostaljisi. Milliyetçi bir kara ütopya yazımını milliyetçilerin kendileri bile tasavvur edemiyor. Buna farklı kurgulama biçimlerini de ekleyebiliriz. İçinde tarikat kokusu, seccade solgunluğu, köylü atavizmi benzeri bir özlem taşımayan hiç bir edebi metni "algılayamıyorlar".

 

Bu yüzden de neden edebiyatta milliyetçilerin kendilerine bir yer edinemediğini merak edip duruyorlar.

 

Edebiyatta yaratıcılığı anlayamadıkları gibi yaratıcılığa ihtiyaç da duymuyorlar. Çünkü algı dünyalarını taşranın nispeten korunaklı, aşırı tutucu ve  ılık hayal dünyasında tutmayı seviyorlar. Bu yüzden de herhangi bir yoksulun hayatı onları ilgilendirmediği gibi böyle bir konu onlara soğuk savaş döneminin düşman sosyalistlerinin yazı veya propaganda konusu gibi görünüyor.

 

Milliyetçi bir edebiyatın diğer önemli sorunu yayıncılık kurumlarından yoksun olmaları. Yayıncılığı gerçekleştirecek şehirli beğeni, seçkinlik ve edebi yelpaze ne yazık ki milliyetçilerde yok.

 

Dolayısıyla ne yazarsanız yazın ancak taşralı bir kafanın algılayabildiği konular ve anlatım biçimine hitap etmedikçe ve dahası sağlam kişisel referanslara sahip olmadıkça milliyetçi yazın sahasında görünmez oluyorsunuz.

 

Milliyetçi taşralılık eser odaklı olmak yerine kendi kişisel ilişki çevresiyle ve usta çırak ilişkisiyle yürüyor. Bu yüzden yazarın milliyetçi otorite ilişkilerine boyun eğmesi, icazet alması gerekiyor.

 

Bu kafa yapısının   bir edebiyat sektörü kurması imkânsız. Dolayısıyla yayıncılık profesyonelliğinden uzak, bireysel yaratıcılıktan alabildiğine ürken, otorite ilişkisine tapan milliyetçi camia ağlaşıp dururken Güven Park’ı bombalatan vatan hainlerinin sözde hayat hikâyeleri Türk öykücülüğünü işgal edebiliyor.

13 Ağustos 2023 Pazar

Kürtler’in Kökeni Ezberine Gerçekçi Bir Bakış

 

İbrahim Şimşek Kürdoloji yalanlarına dair meraklısının ilgisine  yine çok güzel bilgiler sunuyor.

Curdes - Kürtlerin etnik kökenine değinen başlıca yazarlardan belli bir kesimi olası Arap olma ihtimallerine değinmektedir. Tarihte ilk sözde Kürtlerden bahseden kitap Şerefnamedir , oysaki Şerefnamede Kürt yada Kürtler diye bir kelime geçmez. 


Şerefname'nin bizlere anlattıkları Ak Sungur'un oğlu Atabek Zenginin soyundan gelen oğulları ve torunlarıdır. Ak Sunguru Araplaştırmak için belge gerekmektedir. Barhebraeus, Gregorius Ab al-Fara (1226-1286). tarihli kitabında Curd veya Curdes ( Kürt yada Kürtler) den bahsetmez ve bu insanların Arap olduğuna ilişkin tek bir bilgi vermez, bir de üzerine bunların Türk olduğunu belirtir. 


Bibliographie Ottomane, ou Notice des Livres Turcs Imprimés à Constantinople durant les années 1281(-1293) Kitabında ki Frans


ızca çeviride Curdistan kelimesi geçer, curdes diye bir milletten bahsetmez(Fransız seyyahların yayınladıkları haritalarda Cvrdistan, Gur distan gibi isimler geçer). Ibn Munqid, Usmat (1095-1188) Fransızca çevirisinde Kürt ve Kürtler geçer. Bu çeviride kürt dediği insanlar , Ak Sungur'un oğlu Atabek Zengi'nin çocu
klarıdır.


 Şerefname’de geçen ve Kürt diye çevrilen kişilerin unvanları Zenğidir. (


Zerînçeng gibi ) Peki Ak Sungur'un oğlu Atabek Zenği’ye kimler arap demiştir? Bunu bize Fransız tarihçi, Bizans kaynaklarına dayanarak açıklamaktadır. 





Bu konuya değinen Şeref Han Şerefname’sin de Mervaniler’in , Akkoyunlular olduğunu bizlere belirtir. Mervaniler’e Arap deme nedenini Fransız tarihçinin belgesini buraya bırakarak okumanızı rica ediyorum.

İbrahim ŞİMŞEK

9 Ağustos 2023 Çarşamba

Şeref Han - Şerefname

 

İbrahim Şimşek  bu yazısında, Kürdoloji'nin dayandığı temel eserlerden biri olan Şerefname'yi ele alıyor

Şeref Han yazmış olduğu Şerefname’sin de kurtların aralarında ki kavgalardan bahseder ve bizlere çok ilginç bilgilerde aktarır. Şerefname tek başına yeterli ve kapsayıcı bilgileri içermez, dönemine ait İdris-i Bitlisî'nin istihbarat raporlarında önem arz etmektedir. İdris-i Bitlisî'nin vermiş olduğu istihbarat raporlarında ekrad taifelerinin Bahtiyari Atabekler olduğunu açık bir dille belirtir. Lisanü'l-Acem Ferhangi Şuuri. Şu'ûrî Hasan Efendi birinci cilden de Ekrad'ların çadırlarını Türkmen beylerinin kurduğunu açık bir dille belirtir. Biz bu bilgilerden anlıyoruz ki Şerefname'nin çevirisine kürt adı altında bir ekleme yapılmış, oysaki Fransizca versiyonunda yazan kelime Kürt degil kurttur. Bunu bazı seyyahlardan da onaylayabilmekteyiz, özellikle L'Histoire de la décadence de Mézeray Franç'ta geçen kelime Kiurd' burada ki Kiurd , duyduğu şekli ile yazmış olacağına göre kurt olarak karşımıza çıkmaktadır , bunun da nedeni ,seyyahların bahsetmiş oldukları curd ( Kürt) kaçak olan insan , aranan suçlu kişi anlamındadır bu bilgiyi bize
Galant avril 1682 de vermektedir . Şeref Han'ın - Şerefname de anlattığı insanlar kürtler (Kaçaklar) değil ,kurtlardır.

Fransizca ou - Türkçe u

Fransizca  u     Türkçe ü

İbrahim ŞİMŞEK

7 Ağustos 2023 Pazartesi

Soraniler-Babailer

İbrahim Şimşek'in yeni bir incelemesini yayınlıyoruz. Yazının kaynakları olan görseller, yazara aittir.

 Sorani veya Babailer.

Vatikan misyoner Maurizio Garzoni, güneydoğuda yapmış olduğu ilk Kürt dili çalışmasında ( 17 yüz yıl) bizlere çok ilginç bilgilerde aktarmaktadır.

Irak bölgesinde ki Sorani aşiretine, Türklerin Babai dediklerini belirtir. Biz buradan Soraniler'in aslında Babailer olduğunu öğrenmekteyiz. Bu aile hakkında bize Şeref Han bir bilgi aktarır , o bölümü olduğu gibi okumanız için bırakıyorum.

Kaynakça: Şerefnâme

Garzoni sadece bu bilgiyi vermez, güneydoğudaki melle (mollaların) kendisine sonsuz destek verdiklerini Osmanlı’da Kürtlerin hakları olduklarını ve haçlı ordusundan destek istediklerini de belirtir. İslam mollaları Osmanlı’ya karşı haçlı ordusuyla birleşerek Osmanlı’yı sırtından vurmaya başlamışlardı, buda Osmanlının yıkılmasına sebep olan en önemli faktörlerdendir.

Garzoni bununla da kalmaz Sorani, Babailerin bağlı bulunduğu aşiretin Karaciolan olarak da belirtir.

Bahsettiği Karacaoğlan’ın kim olduğunu aradığımızda , karşımıza , Atabekler’den Karacaoğlan çıkmaktadır. Atabekler’den Karaca’nin oglu , Ak Sungur'un oğlu Atabek Zengi’ye de batılıların “Curd” demesi sanırım bundandır. Geldiğimiz noktada yine Türkmenlere ulaşmış olmaktayız. [(Ibn Munqidh, Usmat (1095-1188) Fransızca çevirisindeki bir kesiti buraya bırakmaktayım.)]

 


Tunceli-Dersim Tartışmalarına Bakarken

 

İbrahim Şimşek çok tartışılan Tunceli-Derim adlandırmasına, kendine özgü anlatımıyla bir açıklama getiriyor. Ufak tefek düzeltmeler dışında metni olduğu gibi aktarıyoruz.  Yazıya gömülen görseller de yazara aittir.

 

Tunceli mi , Dersim mi ?

Aslı'nda bu konu o kadarda karmaşık değildir.

Bu sorunun cevabı' tabi ki Osmanlı' Arşiv belgelerindedir.

Osmanlı arşiv belgelerine girdiğimizde ekrad tabirine dokunacağımızdan, Kürtçü sahtekarların da sahtekarlığı ortaya çıkacak.

Tam da bir reaksiyon zinciri aslında.


Hepsi birbirine bağımlı, zaman içerisindeki süreç.

Osmanlı arşiv belgelerinde Desimi , Desimu sancak adı , ilginç bir sahtekarlıkla Dersim yapılmıştır.

Dersim sancağı sahtekarlığı ilen , Kürt palavrası da aynı dönemlere denk gelmektedir.

Ferheng-i Şuuri [Lisanü'l Acem], Şuuri Hasan Efendi Hangar kelimesini açıklarken ekradların çadırlarını kuranların Türkmen beyleri olduğunu belirtir. [Biiip sansür ( ırkçı,kafatasçı ,faşist)]

Türkmen aşireti olan desimlu aşiretinin Desimi sancağı olan bölge [ Oranın adı dersimdir faşist ırkçı kafatasçı ) bippp sansür.

Bölgede yaşayan Türkmen ekrad ve etrakları ([Dersim Kürtlerin yaşadığı bölgedir, Kürtleri inkar politikası bu faşistler ) biip sansür.]


Tarihi belgelerde sansürlendik ey Yüce Türk unutma bizi!

Koca Tarih sığmaz iken Türk'ün geçmişine, Uğur Mumcu gibi sansürlendik Ey Koca Türk unutma bizi!


                                                                                                                İbrahim ŞİMŞEK

Türk'ün Çalınan Sultanı Selâhaddin

 

Fransa'dan Sevgili İbrahim ŞİMŞEK, yazısını bugün bana  gönderdi. Kendisi Fransızca kaynakları sürekli taramaktadır. Türklüğün tarihi kaynaklarına ve Kürtçülüğün yalanlarına uzun zamandır değinmektedir. Gerekli redaksiyonu yaparak yayınladık. Uzun zamandır kafalarımızı kurcalayan bir belirsizliği giderdiği için kendisine teşekkür ediyor, daha nice katkılarını bekliyoruz.

 

 

 

Selahaddin Eyyubi'nin kökeni hakkındadır.

 

Fransa Ulusal Kütüphanesi'nin yayınlamış olduğu Simonnet Jules ai

t olan belgede (1824-1875) . 1192 tarihinde Joinville lordu Gufridus ,babasının Haçlı ordusunda Türk Selahaddin'e karsı savaştığını açıkça yazmaktadır. Bu belge 1192 tarihinde Latince yazılmış bir belgedir. Belgeyi kayıt altına alan Joinville dükünün cenaze töreninde bulunan katiplerdir. Belgede geçen Latince kayıt aynen bu şekildedir:

"Saladinum Principem Turcorum".

 

Francisco Alberto Pelz Hoffer 1734 tarihli çalışmasında , "A Egypti Princeps accelerant Saladin Tartarum" kaydında , Selâhaddin Eyyubi'nin Tatarlı olduğunu vurgulamıştır. Bu bölüm bize Selahaddin Eyyubi'nin "Türkmen ekradından" olduğunu göstermektedir .

 

 Tarihte ilk "ekrad" tanımı Selahaddin Eyyubi'nin de mensubu olduğu Gulcemin ekradıdır. Le Nain de Tillemont , Louis - Sébastien, 1637-1698 tarihli çalışmasında , Türklerin 4 kralı olduğunu yazarak bunlardan bir tanesinin Nurettin olduğunu belirtir ( Noradin) ayni belge içerisinde Nurettin'in ,Selahattin Eyyubi'nin amcası olduğunu yazar , ve burada ilginç bir bilgi verir: Revvadiler'in Türk beyliğinin bulunduğu bölge ve Siracon yani Sarasin ki bunlar erken dönem Araplardır. Konumuz Araplar olmadığı için bu detaya giremiyorum.

 

Marchant Michel 1702 tarihli çalışmasında o zamanlar Mısır'ın efendisi olan Türk Selahaddin'den bahseder, Selahaddin'in ölümünden bahsettiği bir kayıttır.

 

Richer Adrien 1764 tarihli çalışmasında Raimond sarayında bulunan genç prens Türk Selahaddin'den bahseder.

 

Audiguier Vital 1569-1624 tarihli çalışmasında, "Yalvarırım Sezar! Asya haberlerine inanmayın, bunlar genellikle yanlıştır, kışkırtıcıdır çoğu zaman Selahaddin ve diğer Türkler tarafından uydurulan yalanlardır." der.

 

İbn Munquid Usmat 1095-1188 tarihli belgesinde Selâhaddin Eyyubi'nin çevresindeki insanlarla sadece Türkçe konuştuğunu bildirir. İlber Ortaylı, Selahaddin Eyyubi'nin bir Kürt prensi olduğunu uydurur ve devam eder , "Etrafındakilerle Kürtçe konuşuyordu." Ibn Munquid Usmat 1095-1188 tarihinde yasamış ve Selahaddin'i tanıyan bir tarihçidir , dönemindeki görgü tanıklarındandır , yazının başındaki Joniville lordu Gufridus gibi.

 

                                                                                            İbrahim ŞİMŞEK

Burjuva Mısın Kadifeli Gelin?

 



Şu “burjuva” nitelemesini ne zamandır gülerek okuyorum.

Ne kadar komiksiiiin!

 

Sahi nedir bu “burjuva”? İşçi çalıştıran, emek sömüren, istifçi adam falan mı?

 

Meselâ  Burdur’da Pazar Camii’nin altındaki Kunduracılar Çarşısı’nda, yanında çırak ve kalfa çalıştıran bir kunduracı “burjuva” mıdır? Görünen o ki  bu adama “proleter” demek mümkün değil.  

 

Ya da Ankara Siteler’de, yanında çırak, kalfa çalıştıran bir marangoza ne diyeceğiz?  Ya da yanında tezgâhtar çalıştıran bir tuhafiyeciye ne demeliyiz? ( Sonuncusu bayağı burjuvaya benziyor, değil mi?)

 

Belki bazıları şunu diyecektir: “Üretmeden satan adam burjuvadır!” Güzel keşif ama doğru mu? Bunu keşfeden dâhiye şunu sormak isterdim: Zincir mağazalar olmadığı zamanlarda, Burdur gibi bir yere İstanbul’un tekstilcilerinin malları nasıl ulaşabilirdi? Bunu mecburen Mehmet Abi gibi biri getirmeliydi, değil mi? Peki Mehmet Abi bu malları öpücükle mi alıyordu? Ya da meselâ onları üreten işçilerin emeklerinin gizli miktarını, malların kilosuyla karşılaştırıp  yapılan işçi sömürüsünü falan mı hesaba katarak mı… Marksistçe anlatırken  bile insanın içi şişiyor, değil mi?

 

Şüphesiz felsefede tanımlar, sınıflamalar vs. kullanılır. Bunların mümkün olduğunca tutarlı ve geçerli olması için sürekli bir mantık tutarlılığı gözetilir.

 

O halde “burjuva” felsefede ne anlama geliyor yada Marksist felsefede?  Benim, Marksizm’e dayanarak anladığım şu: Üretici kapitalistlerin kitlesel üretimlerini tüketiciye ulaştıran işçi sömürücüsü aracı sınıf. (Ben Marksist olsaymışım aslında çoğu Marksist’ten, solcudan daha iyi solcu olabilirmişim galiba?)

 

Tamam da… Tuhafiyeci Mehmet Abi, Kunduracı Mahmut Amca, analarından iş sahibi olarak doğmadılar ki. Hayatlarının bir döneminde birilerinin yanında çalıştılar. Yani?  Bir zamanlar proleterlerken bir gün geldi burjuva oldular. Yani? İnsanlar “sınıf atlayabiliyor”.  Bu “sınıf” olgusunu değiştiriyor mu? Esas soru bu. O halde bu, zamana bağlı bir dönüşüm problemi değil. Zamana bağlı dönüşümlerin uğradığı sabit duraklardan biri, değil mi?

 

O halde şunu soralım: Proleter emeğini satan insansa ayakkabısını aldığı adam kimdir? Ya da şöyle soralım: Proleter, hiçbir şey almadan, sadece emeklerini satarak yaşayan çıplak insanlar mı?

 

Elbette proleterler emeklerini satarak yaşayan Tarzanlar değil. Kaldı ki buradaki anahtar kelimeyi gözden kaçırmak Marksist hokkabazlığın en iyi taptığı şey ki o kelime de “satmak”.

 

Bu sorun, Marksizm’de “ücretli kölelik” safsatasıyla aşılmaya çalışılıyor ama unutulan şey şu: Köle efendisinin lütfuna muhtaçtır. İşçi/ proleter ise elinin emeğinin, tartışılmaz ve zorunlu karşılığını alır. Bu karşılık emek türüne göre piyasanın değerlendirmesiyle değişse de “karşılıksız emek” diye bir şey “en vahşi kapitalizmde” bile olmamıştır. Bir diğer nokta şudur ki malı üreten kapitalistin zarar etmesi işçiyi ilgilendirmez, o sadece emeğini satar ve bunun karşılığını ne olursa olsun alır. Eğer fabrika iflas ederse zaten herkes dibi boylar.

 

Öte yandan Mises’in gayet net ifade ettiği gibi hepimiz aynı anda hem üretici hem de tüketiciyiz. Kuru ekmek yemek dışında bir şey yapamadığını düşündüğümüz proleterlerin yaygın ve marjinal faydaya göre değerlendirilen emekleri sayesinde üretilen malların miktarlarına bağlı olarak tüketicilerin kafalarında ortaya çıkan marjinal faydaya göre meselâ Amerikan işçileri kendilerine araba, televizyon veya bilgisayar alabiliyor. Yani Marksizmin “emeğin yaygın sömürüsü” olarak gördüğü şey aslında  kölelik diye gördüğü görece ucuz emeğin yarattığı toplam üretimin yarattığı “ulaşılabilirliği” sağlıyor.

 

Diyelim ki kapitalistler, burjuvalar işçiyi sömürerek fakirleştirerek ayakkabı üretiyor. Üretilen ayakkabıları, karın tokluğuna çalışan işçilere nasıl satacaklardır? Satılmayan ayakkabıların kapitalistlere, burjuvalara faydası nedir? Kârı sömürüye dayandıran Marksist sözde iktisadın, üreticinin zararını veya iflasını açıklayabilmesi imkânsızdır. Çünkü karın tokluğuna çalıştırılan işçiyle bunca iş bölümünü ve seri üretimi açıklayabilmek ve uzlaştırabilmek imkânsızdır. Marsksit hurafelerin aksine işçi ücretleri, üretilen ürünlerin miktarlarıyla orantılı olarak artmaktadır. Yani işçiyi her gün samanı azaltılan bir eşek gibi çalıştırmak imkânsızdır.

 

Diğer yandan işçilerin gelir düzeylerindeki yükselmeyle ve tasarruflarıyla kendi işlerinin sahibi olmalarının önünde hiçbir engel yoktur.  Birinin kalfası olarak çalışan kunduracı, ustasının işini devraldığında artık sömürücü bir şeytana mı döner?

 

Hâlâ burjuvaya gelemedik değil mi? Aslına bakılırsa sanırım Marks’ın aklına bir türlü burjuvayı tanımlamak gelmemiş.  Hadi kısa yoldan söyleyelim: Marksist jargonda “burjuva”, dini jargondaki “münafıka” karşılık geliyor.  Ya da belki “Marksist” olmayan en yaygın toplum kesimi…  Hadi başka türlü söyleyelim: Marksizm dininde “burjuva” bütün kötülüklerin anası. (Bu cinsiyetçilik falan değil… “Merkez” kavramı doğurganlığın simgesi olan “ana” ile nitelenmiştir.)

 

Gelir düzeyine bakılarak bir sınıflamaya gitsek, belki anlaşılabilir ama… Marksist romantizmde “burjuva” aslında mevcut toplumsal düzende, genel geçer davranış kodlarını oluşturan, haksızca egemen sınıfın adı. Eh yaygın kodlar da işçinin sömürüsüne dayandığına göre… Öyle mi? Sanırım solcuların bile aklına bunu sormak gelmemiş. Halbuki bu soruyu soruverseler olayın hiç de öyle olmadığını görecekler.

 

Çünkü Marks sözüm ona ekonomiye dayanan bir toplumsal düzen tasarımı sunarken sınıf ayrımlarını doğrudan sosyolojiye ve kültüre dayandırıyor. Dolayısıyla burjuva, kendisine mahsus bir düşünce ve inanç sistemi taşıyan bir düşman tayfa olarak karşımıza çıkıyor. Hal böyle olunca “burjuvanın dayattığı” gelenekleri kabul edip de büyüklerinin elinin öpen, kız istemeye giden, greve Cuma vakti ara veren, küçüklerine bayram harçlığı veren, yemeğe besmeleyle başlayan işçilerin nereden geldiğini düşünmeden edemiyoruz.

 

Hani…  Sınıflar kendi çıkarlarına göre davranış kodları geliştirmiyor muydu? Dolayısıyla ikircikli, iki yüzlü, sömürücü burjuva ahlâkına karşı bir proleter ahlakı falan yok muydu? Demek ki yokmuş…

 

Konunun  özeti  sanırım şu:

Toplum Marks’ın sandığı gibi sabit katmanlara ayrılmıyor. Onun sabit katmanlar olarak gördüğü  şeyler aslında insanın hayatındaki gelişme duraklarından ibaret.

 

Toplumda herkes birbiriyle etkileşim halinde yaşıyor ve herkes elindeki meşru varlıkları birbiriyle değiştiriyor. Yani ücretli ya da ücretsiz kölelik falan yok.

 

Toplumsal kurumlar, sınıfların kendi durumlarına göre uydurdukları sınırlayıcılar ya da yönlendiriciler falan değil. Bu kurumlar bütün bir toplum içinde zamanla belli bir deneme yanılma yöntemiyle elde edilmiş başarılı ilişki kurma biçimleri ve kodlarından kaynaklanıyor.

 

Yani? İnsan, orta yaşının berisindeyken arkadaşlarıyla halı saha maçı yaptı diye burjuva olmaz.

Yani? İnsan hali vakti yerinde olduğunda karısına çiçek aldı diye burjuva olmaz.

Yani? İnsan eğlenmek için sinemaya gidip komedi filmi seyrettiği için burjuva olmaz.

Yani? İnsan bayramlaşmaya gittiği için burjuva olmaz.

Yani? İnsan sırf vergiden düşmek için ticari araç aldığında, burjuva olmaz.

 

Kısacası… “Burjuva”, Marksistlerin, solcuların patolojik indirgemeciliklerinin nefret ifadesidir.

 

Evet ortalıkta bir hayalet hâlâ dolaşıyor ama o, insanlığa kurtuluşu getirecek olan, karşı konulamaz komünizm falan değil.

 

O, solun ölesiye nefret ettiği her şeye verdikleri o hayali isim: Burjuva.

 

 

 

 

 

 


4 Ağustos 2023 Cuma

Scruton’a Verdiğim İskandinav Mobilyası Siparişi

 



Roger Scruton’ın  “Soytarılar, Dolandırıcılar, Yaygaracılar/ Yeni Sol Düşünürleri” adlı kitabını  okuyorum. Marksist sözde felsefecilerin lâf kalabalıklarını pek güzel tiye alıyor. Aynı zevki Popper’ın “Daha İyi Bir Dünya Arayışı’nı” okurken tatmıştım.

 

Scruton’ı okurken aklıma Oscar Wilde’ın “Anlaşılan şey doğrudur.” Sözü geldi. Bunun tersi de doğru sanırım.

 

Bunun da ötesinde…. Hayatını seçkin mekânlarda çocukça takdir beklentileriyle geçiren, basit, sıradan ve çiğ tutkularına şatafatlı sıfatlar yapıştırıp bunlarda derin anlamlar olduğunu iddia eden insanları okumak, olgunlaşmak konusunda bana ilginç ip uçları verdi.

 

Ama sanırım daha güzeli… Scruton’ı okurken hissettiğim derin tatmin ve konfor…

 

İnsan neden tatmin olur? Zenginlikten mi? Şüphesiz bu çok yaygın bir tatmin aracı. Öte yandan…

 

İnsan, işe yarayan bir iş gördüğünde, gerçek bir değerle karşılaştığında, o değeri takdir edebildiğini gördüğünde ve o değerin bir parçası olduğunu hissettiğinde… Sanırım insan asıl işte o zaman gerçekten tatmin oluyor.

 

Scruton’ın kitabının yarattığı konfor hissi, insanın derinden, nadiren ve mükemmel sadelikte bir düşünce barınağı bulması gibi. Bazıları buna “cennet” de diyebilir…

 

Kitap henüz bitmedi ve eleştirdiği düşünürlerin fikirlerini aktardığı sayfalar gerçekten çok sıkıcı. Çünkü sol düşünürlerin ve onları besleyen kaynakların düşüncelerini okurken iki soru aklıma gelip takılıyor:

“Neden?”

“Nereden biliyorsun?”

 

Düşüncelerinin gerçek hayatla hiçbir ilgisinin kurulamadığı sayısız filozofun neden bu kadar önemli sayıldığını düşünmeden edemiyorum. Sözgelimi Hegel’in, öznenin bir müddet sonra nesneleştiği gibi  bir düşünceye nereden ulaştığını sanırım hiç kimse anlayamıyor. Eğer Hegel idealistse nasıl oluyor da bir şeyin başka bir şey de olabileceğini ve hâlâ tutarlılığın sağlanabileceğini düşünüyor?

 

Buna benzeyen ve benzemeyen sayısız çelişkinin içine atıldığı safsatanın ipliğini Scruton olanca sadeliğiyle pazara çıkarıyor. Kitap bitmedi, işin açığı bitirmek de istemiyorum. Bugün anamı hastaneye götürdüm, çok yoruldum. Ama bunları yazdığım iyi oldu.