27 Ağustos 2023 Pazar
Düzeltme
Değerli Yazarımız İbrahim Şimşek'ten bir düzeltme
Değerli okuyucularımız , hepinizden özür dileyerek bir duzeltme yapmak istiyorum,yazılarımda surekli vurguladığım Karacanın abisi Khirk han'ı ,düzeltme ihtiyacı duyulmuştur. Tekrardan yapmıs oldugum kontrolde , Usame Bin Munkid 1095/1188. Karaca'nın abisi olarak belirttiğim bolumler , Karaca'nın oglu olarak okunmalıdır. Anlayışınız için teşekkürler.
23 Ağustos 2023 Çarşamba
Şeref Han - Şerefname Kurtların Tarihi
İbrahim Şimşek'in yeni yazısı
Şeref Han'ın
Şerefname'sinde bahsedilen Ekrad toplulukları hakkında ki bilgiler, Oğuz Han'ın
Büğdüz boyuna ait olduklarını belirtir. Bahsetmiş olduğu Dahhak ,Demirci Kawa
efsanesi tamamen Ergenekon destanı'nın bir versiyonudur. Kurt toplulukları
hakkında anlattığı olaylar , Oğuz Han'ın Büğdüz boyundan olan Kurmanç, Lor
,Kelhur ,Goran Sayfa 20 . Mevlana Taceddin in kürt olduğu yazılan Şerefnamedeki
çeviri hatalıdır. Mevlananın kökeni hakkında iki görüş mevcuttur.
Birincisi Moğol , ikincisi Tacik. Şeref Hanın
Şerefnamede ki orjinalinde ne yazdığı konusu araştırılmalıdır. Moğolistan da
sergilenen Müzedeki Cengiz Han'a ait olan kılıcın kabzası sarı kırmızı ve yeşil
renklerdedir. Tacikistan , Gürcistan bölgesinde yaşayan , asil zadelerin
unvanları crac karak olarak geçer. Hisn Al Crak veya Karak kalesinin ismide
buradan gelir. Bu durumda Mevlana Taceddin in bağlı bulunduğu aşiret Crac veya
karak olmalıdır, Crac veya Karak yazan yeri kürt diye yazamayız. Bunu
örneklendirmemiz gerekmektedir, Hısnul Al Crac veya Karak Kalesini , kürtlerin
kalesi diye çeviremeyiz Sayfa 23.
Oğuz Han'ın Büğdüz
boyundan kürt adında bir kişi vardı.
Ak Sungurun torunu
,Atabek Zenginin oğlu ,Karaca Hanın abisi Khirk Han'dan bahsetmektedir. Khirk
Han orjinalinde nasıl yazılmıştır ayrıca bakılmalıdır. Yabancı seyyahlar 16 yy
da kürt yerine Kiourd'an bahseder,kiourd ( kiurd ) Türkçe'deki Kurt anlamında
olduğunu unutmamamız gerekmektedir.
M.Edip çağlar
yayınlamış olduğu makalesinde Tacul Arus ta kürtler : bir bölüme değinir ve
buna Zazaların itiraz ettiğini ,orada kürt değil kerd yazdığını bildirir.
M.Edip çağlar Tacul Arus tan makalesinde devam eder. Ez Zebidi 17 yy
tarihçisinin Acem,Tatar veya kürtlerin,Türklerin kafirlerinden olduklarını
dediğini bildirir. Burada bizim karşımıza kürt yada kerd'den ayrı Atabek
Zenginin oğlu ,Karaca Han'ın abisi Khirk han'ın aşiretleri çıkmaktadır. Devam
edecek.
18 Ağustos 2023 Cuma
Ulus Olmak Kolay Mı?
İbrahim Şimşek Kürtçü
sözde tarihçiliğine yine güçlü bir reddiye ile geliyor…
ildi. Yazılanlar ve söylencelerin hiç birisi doyurucu bir gerçeklikle bağdaştırılamadı ve özellikle ortaya atılan iddialar içerisinde ,kürtlerin aslında Tanrılar olduğu.( ilk alti ay önemini buradan da anlamaktayız.)
Bir diğer iddia
ise, Hısn el ekrad kalesi.
Bu iddia gerçekten
çok ciddi bir iddiadır ve ciddiye kesinlikle alınmaması gerekmektedir, bunun da
nedeni tarihte Hısn el ekrad yada akrad diye bir kalenin olmamasıdır.
Bahsedilen kalenin ismi crak ,yada karak dır. Mercure galant yayınlamış oldugu
bir seyahatnamede , kerad kelimesinden bahseder, Belgenin yazdığına göre
Keldanilerin incilinde ki havariler bölümünde kerad kelimesi , iskitli kaçaklar
için yazılmış bir kelimedir. Biz bu gün bu insanlara curd diyoruz der. Bu bilgi
bize curd kürt kelimesinin anlamı açısından bilgi versede, aradığımız kaçaklar
değildir.
Fransa Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığının Resmi Gazetesinde yayınlanan kürdes ,öküz ve koyunları
satın aldık ,ihtiyaç sahiplerine dağıttık kaydı , bize Kürdes yada Kürd
kelimesinin insanlar için kullanılmadığını göstermektedir, bu bilgide önemli
ancak aradığımız sonuç değildir. Günümüzde bir anda cardulara kürt denilmesi
tabiki , Tanrıların kürt olması gibi saçma bir iddiadır, bir milletin varlığı
sürekliliğidir. Sürekliliği olmayan bir halk olamaz. Bir milletin tanımını da
doğru yapmamız gerekmektedir.
Kendine has bir
dili olmak zorundadır.
Kendine has toprak
bütünlüğü olmak zorundadır.
Kendine has kültürü
olmak zorundadır.
kürtçe ( kaçakca )
Bu konuda ilk çalışmayı yapan İtalyan misyoner
papaz , DAL P. MAURİZİO GARZONİ dir . Bu konuda havlu atmış ve eklemiştir,
bunlar da zaman çekimi yok , geçmiş zaman, gelecek zaman vs.
Şeref Han
Şerefname'sinde ekrad taifeleri veya Gurmançilerin konuştukları dili
açıklarken, kelimelerin önünden ve ardından yutarak konuşurlar, bundan dolayı
kimse anlamaz.
Fransız seyyahlar
ise bu dil konusunu şu şekilde açıklamıştır. Bunlar Türkmence ve Arapça
kelimeleri karıştırarak konuşurlar , ama hepsi Türkçe bilir.
Toprak bütünlüğü
En büyük iddia
kürdistan da yaşadıklarıdır. Fransız seyyahlar dağların erişilmez yerlerinde
yaşayan curdes, kürtlerden bahseder, bahsettikleri kaçaklardır. Kürdistan'da
yaşayan halkın dulkadiroğulları olduklarını ve diğer toplulukların adını verir
ve onlara curd yada kürd diye bir tanımlama kullanmazlar. Bir diğer iddia ise
zagros dağlarından gelen Gutilerin torunlarıdır. Guti'lerden kalma tabletler
okunmuştur, ve o tabletleri okuyan alimler bunların Türkler olduklarını çok
açık bir şekilde belirtmiştir.
Kültür bütünlüğü
Karşımıza ilk çıkan
kültür demirci kawa efsanesidir, bu efsane ergenekon destanının bir
versiyonudur , efsaneler coğrafyaları dolaştıkça değişir dönüşür , ancak dip
kültürünü her daim korur.
Kürdistan da ki
kazılarda kürt yada kürtlere ait olabilecek tek bir kalıntı bulunamamıştır. Bu
arkeolojik kazılardakilerin kürtlere neden ait olmadığını , kendilerine ait bir
toprak bütünlüğünün olmamasından kaynaklı olduğunu ayrıca belirtmek gerekir.
Kürdistan da yaşayan halk Türkmenler olduğuna göre , oradan çıkan arkeolojik
bulgularda dağlarda yaşayan kaçaklara aittir diyemeyiz.
Fransız seyyahlar
curd yada kürt dedikleri topluluklarda mevcuttur. Nadir de olsa evet , genelde
kürtlerden kurulan ordu derken dağlardaki, kaçaklardan kurulan bir ordudan
bahsedilir. Bu nadiren de olsa belli topluluga kürt dedikleri gerçeğinide
ortadan kaldırmaz. Peki ama kimdir bu bahsedilen kürtler ? Tamda burada
sözlükler devreye girmektedir. Tüm sözlükler curd kelimesinin lor peyniri
,kesilmiş süt , sütten üretilen ürünler anlamında kullanıldığı karşımıza çıkar.
Curd kürt dedikleri topluluklar Yörüklerdir.
İbrahim ŞİMŞEK
Büyük Helen Türk İmparatorluğu
İbrahim Şimşek'ten yine çarpıcı bir yazı
Sayın Turgay
Tüfekçioğlu haykırıyordu her yayında, sesini duyurabilmek için.
Bir
anda Attika'lıların etnik kökenini bulandırarak, tarihi
belgeleri çarpıtmalar başlamıştı. Bazı tarihçiler dile getirmek istediyse
de susmak zorunda bırakıldı.
Gerçekçi
tarih biliminde, yazılı olan belgelerde, dile getirilen bilgilere o kadar
çok ihtiyacımız vardı ki. İskitler üzerinde
çalışma yaparken Porphyrogenitus De administrando imperio nun
üzerinde bir bölüm gördüm, bölümü buraya bırakıyorum.
İ.Ö 1000lerde
Archontes - Attika'lıların büyük Helen İmparatorluğunu kurduklarını
görüyoruz. Belge Türklerin Archontes - Attika'larına derken ,burada
Archontes'lerin Türklüğünü de belirtmiş olmaktadır.
Patzia,
Peçeneklerin Archontes- Attika'lıların devamı olduğunu belirten bu belgede,
Patzia Peçeneklerin İ.Ö 1000
lerde Helen İmparatorluğunu kurduklarını görüyoruz.
Burada sizleri
bir şiir ilen bırakmak istiyorum.
Gafil,
hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karatıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya'nın
ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa'nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede,
Hakikat nerede?
İbrahim ŞİMŞEK
16 Ağustos 2023 Çarşamba
Milliyetçilerin Edebiyata İhtiyacı Var Mı?
Bu yüzden de neden
edebiyatta milliyetçilerin kendilerine bir yer edinemediğini merak edip
duruyorlar.
Edebiyatta
yaratıcılığı anlayamadıkları gibi yaratıcılığa ihtiyaç da duymuyorlar. Çünkü
algı dünyalarını taşranın nispeten korunaklı, aşırı tutucu ve ılık hayal dünyasında tutmayı seviyorlar. Bu
yüzden de herhangi bir yoksulun hayatı onları ilgilendirmediği gibi böyle bir
konu onlara soğuk savaş döneminin düşman sosyalistlerinin yazı veya propaganda konusu
gibi görünüyor.
Milliyetçi bir
edebiyatın diğer önemli sorunu yayıncılık kurumlarından yoksun olmaları.
Yayıncılığı gerçekleştirecek şehirli beğeni, seçkinlik ve edebi yelpaze ne
yazık ki milliyetçilerde yok.
Dolayısıyla ne
yazarsanız yazın ancak taşralı bir kafanın algılayabildiği konular ve anlatım
biçimine hitap etmedikçe ve dahası sağlam kişisel referanslara sahip olmadıkça
milliyetçi yazın sahasında görünmez oluyorsunuz.
Milliyetçi
taşralılık eser odaklı olmak yerine kendi kişisel ilişki çevresiyle ve usta
çırak ilişkisiyle yürüyor. Bu yüzden yazarın milliyetçi otorite ilişkilerine
boyun eğmesi, icazet alması gerekiyor.
Bu kafa
yapısının bir edebiyat sektörü kurması imkânsız.
Dolayısıyla yayıncılık profesyonelliğinden uzak, bireysel yaratıcılıktan
alabildiğine ürken, otorite ilişkisine tapan milliyetçi camia ağlaşıp dururken
Güven Park’ı bombalatan vatan hainlerinin sözde hayat hikâyeleri Türk
öykücülüğünü işgal edebiliyor.
13 Ağustos 2023 Pazar
Kürtler’in Kökeni Ezberine Gerçekçi Bir Bakış
İbrahim Şimşek Kürdoloji yalanlarına dair meraklısının ilgisine yine çok güzel bilgiler sunuyor.
Curdes - Kürtlerin etnik kökenine değinen başlıca yazarlardan belli bir kesimi olası Arap olma ihtimallerine değinmektedir. Tarihte ilk sözde Kürtlerden bahseden kitap Şerefnamedir , oysaki Şerefnamede Kürt yada Kürtler diye bir kelime geçmez.
Şerefname'nin bizlere anlattıkları Ak Sungur'un oğlu Atabek Zenginin soyundan gelen oğulları ve torunlarıdır. Ak Sunguru Araplaştırmak için belge gerekmektedir. Barhebraeus, Gregorius Ab al-Fara (1226-1286). tarihli kitabında Curd veya Curdes ( Kürt yada Kürtler) den bahsetmez ve bu insanların Arap olduğuna ilişkin tek bir bilgi vermez, bir de üzerine bunların Türk olduğunu belirtir.
Bibliographie Ottomane, ou Notice des Livres Turcs Imprimés à Constantinople durant les années 1281(-1293) Kitabında ki Frans
ızca çeviride Curdistan kelimesi geçer, curdes diye bir milletten bahsetmez(Fransız seyyahların yayınladıkları haritalarda Cvrdistan, Gur distan gibi isimler geçer). Ibn Munqid, Usmat (1095-1188) Fransızca çevirisinde Kürt ve Kürtler geçer. Bu çeviride kürt dediği insanlar , Ak Sungur'un oğlu Atabek Zengi'nin çocu
klarıdır.
Şerefname’de geçen ve Kürt diye çevrilen kişilerin unvanları Zenğidir. (
Zerînçeng gibi ) Peki Ak Sungur'un oğlu Atabek Zenği’ye kimler arap demiştir? Bunu bize Fransız tarihçi, Bizans kaynaklarına dayanarak açıklamaktadır.
Bu konuya değinen Şeref Han Şerefname’sin de Mervaniler’in , Akkoyunlular olduğunu bizlere belirtir. Mervaniler’e Arap deme nedenini Fransız tarihçinin belgesini buraya bırakarak okumanızı rica ediyorum.
9 Ağustos 2023 Çarşamba
Şeref Han - Şerefname
İbrahim Şimşek bu yazısında, Kürdoloji'nin dayandığı temel eserlerden biri olan Şerefname'yi ele alıyor
Fransizca ou -
Türkçe u
Fransizca u
Türkçe ü
İbrahim ŞİMŞEK
7 Ağustos 2023 Pazartesi
Soraniler-Babailer
İbrahim Şimşek'in yeni bir
incelemesini yayınlıyoruz. Yazının kaynakları olan görseller, yazara aittir.
Vatikan misyoner Maurizio Garzoni, güneydoğuda yapmış
olduğu ilk Kürt dili çalışmasında ( 17 yüz yıl) bizlere çok ilginç bilgilerde
aktarmaktadır.
Irak bölgesinde ki Sorani aşiretine, Türklerin Babai
dediklerini belirtir. Biz buradan Soraniler'in aslında Babailer olduğunu
öğrenmekteyiz. Bu aile hakkında bize Şeref Han bir bilgi aktarır , o bölümü
olduğu gibi okumanız için bırakıyorum.
Kaynakça: Şerefnâme
Garzoni bununla da kalmaz Sorani, Babailerin bağlı
bulunduğu aşiretin Karaciolan olarak da belirtir.
Bahsettiği Karacaoğlan’ın kim olduğunu aradığımızda ,
karşımıza , Atabekler’den Karacaoğlan çıkmaktadır. Atabekler’den Karaca’nin
oglu , Ak Sungur'un oğlu Atabek Zengi’ye de batılıların “Curd” demesi sanırım
bundandır. Geldiğimiz noktada yine Türkmenlere ulaşmış olmaktayız. [(Ibn
Munqidh, Usmat (1095-1188) Fransızca çevirisindeki bir kesiti buraya
bırakmaktayım.)]
Tunceli-Dersim Tartışmalarına Bakarken
İbrahim Şimşek çok
tartışılan Tunceli-Derim adlandırmasına, kendine özgü anlatımıyla bir açıklama
getiriyor. Ufak tefek düzeltmeler dışında metni olduğu gibi aktarıyoruz. Yazıya gömülen görseller de yazara aittir.
Tunceli mi , Dersim
mi ?
Aslı'nda bu konu o
kadarda karmaşık değildir.
Bu sorunun cevabı'
tabi ki Osmanlı' Arşiv belgelerindedir.
Osmanlı arşiv
belgelerine girdiğimizde ekrad tabirine dokunacağımızdan, Kürtçü sahtekarların
da sahtekarlığı ortaya çıkacak.
Tam da bir reaksiyon zinciri aslında.
Hepsi birbirine bağımlı,
zaman içerisindeki süreç.
Osmanlı arşiv
belgelerinde Desimi , Desimu sancak adı , ilginç bir sahtekarlıkla Dersim
yapılmıştır.
Dersim sancağı
sahtekarlığı ilen , Kürt palavrası da aynı dönemlere denk gelmektedir.
Ferheng-i Şuuri
[Lisanü'l Acem], Şuuri Hasan Efendi Hangar kelimesini açıklarken ekradların
çadırlarını kuranların Türkmen beyleri olduğunu belirtir. [Biiip sansür ( ırkçı,kafatasçı ,faşist)]
Türkmen aşireti
olan desimlu aşiretinin Desimi sancağı olan bölge [ Oranın adı dersimdir faşist ırkçı kafatasçı ) bippp sansür.
Bölgede yaşayan Türkmen ekrad ve etrakları ([Dersim Kürtlerin yaşadığı bölgedir, Kürtleri inkar politikası bu faşistler ) biip sansür.]
Tarihi belgelerde
sansürlendik ey Yüce Türk unutma bizi!
Koca Tarih sığmaz
iken Türk'ün geçmişine, Uğur Mumcu gibi sansürlendik Ey Koca Türk unutma bizi!
İbrahim ŞİMŞEK
Türk'ün Çalınan Sultanı Selâhaddin
Fransa'dan
Sevgili İbrahim ŞİMŞEK, yazısını bugün bana
gönderdi. Kendisi Fransızca kaynakları sürekli taramaktadır. Türklüğün
tarihi kaynaklarına ve Kürtçülüğün yalanlarına uzun zamandır değinmektedir.
Gerekli redaksiyonu yaparak yayınladık. Uzun zamandır kafalarımızı kurcalayan
bir belirsizliği giderdiği için kendisine teşekkür ediyor, daha nice
katkılarını bekliyoruz.
Fransa Ulusal Kütüphanesi'nin yayınlamış olduğu
Simonnet Jules ai
t olan belgede (1824-1875) . 1192 tarihinde Joinville
lordu Gufridus ,babasının Haçlı ordusunda Türk Selahaddin'e karsı savaştığını
açıkça yazmaktadır. Bu belge 1192 tarihinde Latince yazılmış bir belgedir.
Belgeyi kayıt altına alan Joinville dükünün cenaze töreninde bulunan
katiplerdir. Belgede geçen Latince kayıt aynen bu şekildedir:
"Saladinum Principem Turcorum".
Francisco Alberto Pelz Hoffer 1734 tarihli
çalışmasında , "A Egypti Princeps accelerant Saladin Tartarum"
kaydında , Selâhaddin Eyyubi'nin Tatarlı olduğunu vurgulamıştır. Bu bölüm bize
Selahaddin Eyyubi'nin "Türkmen ekradından" olduğunu göstermektedir .
Tarihte ilk
"ekrad" tanımı Selahaddin Eyyubi'nin de mensubu olduğu Gulcemin
ekradıdır. Le Nain de Tillemont , Louis - Sébastien, 1637-1698 tarihli
çalışmasında , Türklerin 4 kralı olduğunu yazarak bunlardan bir tanesinin Nurettin
olduğunu belirtir ( Noradin) ayni belge içerisinde Nurettin'in ,Selahattin
Eyyubi'nin amcası olduğunu yazar , ve burada ilginç bir bilgi verir:
Revvadiler'in Türk beyliğinin bulunduğu bölge ve Siracon yani Sarasin ki bunlar
erken dönem Araplardır. Konumuz Araplar olmadığı için bu detaya giremiyorum.
Marchant Michel 1702 tarihli çalışmasında o zamanlar
Mısır'ın efendisi olan Türk Selahaddin'den bahseder, Selahaddin'in ölümünden
bahsettiği bir kayıttır.
Richer Adrien 1764 tarihli çalışmasında Raimond
sarayında bulunan genç prens Türk Selahaddin'den bahseder.
Audiguier Vital 1569-1624 tarihli çalışmasında,
"Yalvarırım Sezar! Asya haberlerine inanmayın, bunlar genellikle
yanlıştır, kışkırtıcıdır çoğu zaman Selahaddin ve diğer Türkler tarafından
uydurulan yalanlardır." der.
İbn Munquid Usmat 1095-1188 tarihli belgesinde
Selâhaddin Eyyubi'nin çevresindeki insanlarla sadece Türkçe konuştuğunu
bildirir. İlber Ortaylı, Selahaddin Eyyubi'nin bir Kürt prensi olduğunu uydurur
ve devam eder , "Etrafındakilerle Kürtçe konuşuyordu." Ibn Munquid
Usmat 1095-1188 tarihinde yasamış ve Selahaddin'i tanıyan bir tarihçidir ,
dönemindeki görgü tanıklarındandır , yazının başındaki Joniville lordu Gufridus
gibi.
İbrahim
ŞİMŞEK
Burjuva Mısın Kadifeli Gelin?
Şu “burjuva” nitelemesini ne zamandır gülerek okuyorum.
Ne kadar komiksiiiin! |
Sahi nedir bu “burjuva”? İşçi çalıştıran, emek
sömüren, istifçi adam falan mı?
Meselâ Burdur’da
Pazar Camii’nin altındaki Kunduracılar Çarşısı’nda, yanında çırak ve kalfa
çalıştıran bir kunduracı “burjuva” mıdır? Görünen o ki bu adama “proleter” demek mümkün değil.
Ya da Ankara Siteler’de, yanında çırak, kalfa
çalıştıran bir marangoza ne diyeceğiz?
Ya da yanında tezgâhtar çalıştıran bir tuhafiyeciye ne demeliyiz? (
Sonuncusu bayağı burjuvaya benziyor, değil mi?)
Belki bazıları şunu diyecektir: “Üretmeden satan adam
burjuvadır!” Güzel keşif ama doğru mu? Bunu keşfeden dâhiye şunu sormak
isterdim: Zincir mağazalar olmadığı zamanlarda, Burdur gibi bir yere İstanbul’un
tekstilcilerinin malları nasıl ulaşabilirdi? Bunu mecburen Mehmet Abi gibi biri
getirmeliydi, değil mi? Peki Mehmet Abi bu malları öpücükle mi alıyordu? Ya da
meselâ onları üreten işçilerin emeklerinin gizli miktarını, malların kilosuyla
karşılaştırıp yapılan işçi sömürüsünü
falan mı hesaba katarak mı… Marksistçe anlatırken bile insanın içi şişiyor, değil mi?
Şüphesiz felsefede tanımlar, sınıflamalar vs. kullanılır. Bunların mümkün olduğunca tutarlı ve geçerli olması için sürekli
bir mantık tutarlılığı gözetilir.
O halde “burjuva” felsefede ne anlama geliyor yada
Marksist felsefede? Benim, Marksizm’e
dayanarak anladığım şu: Üretici
kapitalistlerin kitlesel üretimlerini tüketiciye ulaştıran işçi sömürücüsü
aracı sınıf. (Ben Marksist olsaymışım aslında çoğu Marksist’ten, solcudan
daha iyi solcu olabilirmişim galiba?)
Tamam da… Tuhafiyeci Mehmet Abi, Kunduracı Mahmut
Amca, analarından iş sahibi olarak doğmadılar ki. Hayatlarının bir döneminde
birilerinin yanında çalıştılar. Yani? Bir zamanlar proleterlerken bir gün geldi
burjuva oldular. Yani? İnsanlar “sınıf atlayabiliyor”. Bu “sınıf” olgusunu değiştiriyor mu? Esas
soru bu. O halde bu, zamana bağlı bir dönüşüm problemi değil. Zamana bağlı
dönüşümlerin uğradığı sabit duraklardan biri, değil mi?
O halde şunu soralım: Proleter emeğini satan insansa
ayakkabısını aldığı adam kimdir? Ya da şöyle soralım: Proleter, hiçbir şey almadan,
sadece emeklerini satarak yaşayan çıplak insanlar mı?
Elbette proleterler emeklerini satarak yaşayan Tarzanlar
değil. Kaldı ki buradaki anahtar kelimeyi gözden kaçırmak Marksist
hokkabazlığın en iyi taptığı şey ki o kelime de “satmak”.
Bu sorun, Marksizm’de “ücretli kölelik” safsatasıyla
aşılmaya çalışılıyor ama unutulan şey şu: Köle efendisinin lütfuna muhtaçtır.
İşçi/ proleter ise elinin emeğinin, tartışılmaz ve zorunlu karşılığını alır. Bu
karşılık emek türüne göre piyasanın değerlendirmesiyle değişse de “karşılıksız
emek” diye bir şey “en vahşi kapitalizmde” bile olmamıştır. Bir diğer nokta
şudur ki malı üreten kapitalistin zarar etmesi işçiyi ilgilendirmez, o sadece
emeğini satar ve bunun karşılığını ne olursa olsun alır. Eğer fabrika iflas
ederse zaten herkes dibi boylar.
Öte yandan Mises’in gayet net ifade ettiği gibi hepimiz
aynı anda hem üretici hem de tüketiciyiz. Kuru ekmek yemek dışında bir şey yapamadığını
düşündüğümüz proleterlerin yaygın ve marjinal faydaya göre değerlendirilen
emekleri sayesinde üretilen malların miktarlarına bağlı olarak tüketicilerin
kafalarında ortaya çıkan marjinal faydaya göre meselâ Amerikan işçileri kendilerine
araba, televizyon veya bilgisayar alabiliyor. Yani Marksizmin “emeğin yaygın sömürüsü”
olarak gördüğü şey aslında kölelik diye
gördüğü görece ucuz emeğin yarattığı toplam üretimin yarattığı “ulaşılabilirliği”
sağlıyor.
Diyelim ki kapitalistler, burjuvalar işçiyi sömürerek fakirleştirerek
ayakkabı üretiyor. Üretilen ayakkabıları, karın tokluğuna çalışan işçilere
nasıl satacaklardır? Satılmayan ayakkabıların kapitalistlere, burjuvalara
faydası nedir? Kârı sömürüye dayandıran Marksist sözde iktisadın, üreticinin
zararını veya iflasını açıklayabilmesi imkânsızdır. Çünkü karın tokluğuna
çalıştırılan işçiyle bunca iş bölümünü ve seri üretimi açıklayabilmek ve
uzlaştırabilmek imkânsızdır. Marsksit hurafelerin aksine işçi ücretleri, üretilen
ürünlerin miktarlarıyla orantılı olarak artmaktadır. Yani işçiyi her gün samanı
azaltılan bir eşek gibi çalıştırmak imkânsızdır.
Diğer yandan işçilerin gelir düzeylerindeki
yükselmeyle ve tasarruflarıyla kendi işlerinin sahibi olmalarının önünde hiçbir
engel yoktur. Birinin kalfası olarak
çalışan kunduracı, ustasının işini devraldığında artık sömürücü bir şeytana mı
döner?
Hâlâ burjuvaya gelemedik değil mi? Aslına bakılırsa sanırım Marks’ın aklına bir türlü burjuvayı tanımlamak gelmemiş. Hadi kısa yoldan söyleyelim: Marksist jargonda “burjuva”, dini jargondaki “münafıka” karşılık geliyor. Ya da belki “Marksist” olmayan en yaygın toplum kesimi… Hadi başka türlü söyleyelim: Marksizm dininde “burjuva” bütün kötülüklerin anası. (Bu cinsiyetçilik falan değil… “Merkez” kavramı doğurganlığın simgesi olan “ana” ile nitelenmiştir.)
Gelir düzeyine bakılarak bir sınıflamaya gitsek, belki
anlaşılabilir ama… Marksist romantizmde “burjuva” aslında mevcut toplumsal
düzende, genel geçer davranış kodlarını oluşturan, haksızca egemen sınıfın adı.
Eh yaygın kodlar da işçinin sömürüsüne dayandığına göre… Öyle mi? Sanırım
solcuların bile aklına bunu sormak gelmemiş. Halbuki bu soruyu soruverseler
olayın hiç de öyle olmadığını görecekler.
Çünkü Marks sözüm ona ekonomiye dayanan bir toplumsal
düzen tasarımı sunarken sınıf ayrımlarını doğrudan sosyolojiye ve kültüre
dayandırıyor. Dolayısıyla burjuva, kendisine mahsus bir düşünce ve inanç
sistemi taşıyan bir düşman tayfa olarak karşımıza çıkıyor. Hal böyle olunca “burjuvanın
dayattığı” gelenekleri kabul edip de büyüklerinin elinin öpen, kız istemeye
giden, greve Cuma vakti ara veren, küçüklerine bayram harçlığı veren, yemeğe
besmeleyle başlayan işçilerin nereden geldiğini düşünmeden edemiyoruz.
Hani… Sınıflar
kendi çıkarlarına göre davranış kodları geliştirmiyor muydu? Dolayısıyla ikircikli,
iki yüzlü, sömürücü burjuva ahlâkına karşı bir proleter ahlakı falan yok muydu?
Demek ki yokmuş…
Konunun özeti sanırım şu:
Toplum Marks’ın sandığı gibi sabit katmanlara
ayrılmıyor. Onun sabit katmanlar olarak gördüğü şeyler aslında insanın hayatındaki gelişme
duraklarından ibaret.
Toplumda herkes birbiriyle etkileşim halinde yaşıyor
ve herkes elindeki meşru varlıkları birbiriyle değiştiriyor. Yani ücretli ya da
ücretsiz kölelik falan yok.
Toplumsal kurumlar, sınıfların kendi durumlarına göre uydurdukları
sınırlayıcılar ya da yönlendiriciler falan değil. Bu kurumlar bütün bir toplum içinde
zamanla belli bir deneme yanılma yöntemiyle elde edilmiş başarılı ilişki kurma
biçimleri ve kodlarından kaynaklanıyor.
Yani? İnsan, orta yaşının berisindeyken arkadaşlarıyla
halı saha maçı yaptı diye burjuva olmaz.
Yani? İnsan hali vakti yerinde olduğunda karısına
çiçek aldı diye burjuva olmaz.
Yani? İnsan eğlenmek için sinemaya gidip komedi filmi
seyrettiği için burjuva olmaz.
Yani? İnsan bayramlaşmaya gittiği için burjuva olmaz.
Yani? İnsan sırf vergiden düşmek için ticari araç
aldığında, burjuva olmaz.
Kısacası… “Burjuva”, Marksistlerin, solcuların
patolojik indirgemeciliklerinin nefret ifadesidir.
Evet ortalıkta bir hayalet hâlâ dolaşıyor ama o,
insanlığa kurtuluşu getirecek olan, karşı konulamaz komünizm falan değil.
O, solun ölesiye nefret ettiği her şeye verdikleri o
hayali isim: Burjuva.
4 Ağustos 2023 Cuma
Scruton’a Verdiğim İskandinav Mobilyası Siparişi
Roger Scruton’ın “Soytarılar, Dolandırıcılar, Yaygaracılar/ Yeni
Sol Düşünürleri” adlı kitabını okuyorum.
Marksist sözde felsefecilerin lâf kalabalıklarını pek güzel tiye alıyor. Aynı
zevki Popper’ın “Daha İyi Bir Dünya Arayışı’nı” okurken tatmıştım.
Scruton’ı okurken
aklıma Oscar Wilde’ın “Anlaşılan şey doğrudur.” Sözü geldi. Bunun tersi de
doğru sanırım.
Bunun da ötesinde….
Hayatını seçkin mekânlarda çocukça takdir beklentileriyle geçiren, basit,
sıradan ve çiğ tutkularına şatafatlı sıfatlar yapıştırıp bunlarda derin anlamlar
olduğunu iddia eden insanları okumak, olgunlaşmak konusunda bana ilginç ip
uçları verdi.
Ama sanırım daha
güzeli… Scruton’ı okurken hissettiğim derin tatmin ve konfor…
İnsan neden tatmin
olur? Zenginlikten mi? Şüphesiz bu çok yaygın bir tatmin aracı. Öte yandan…
İnsan, işe yarayan
bir iş gördüğünde, gerçek bir değerle karşılaştığında, o değeri takdir
edebildiğini gördüğünde ve o değerin bir parçası olduğunu hissettiğinde…
Sanırım insan asıl işte o zaman gerçekten tatmin oluyor.
Scruton’ın kitabının
yarattığı konfor hissi, insanın derinden, nadiren ve mükemmel sadelikte bir
düşünce barınağı bulması gibi. Bazıları buna “cennet” de diyebilir…
Kitap henüz bitmedi
ve eleştirdiği düşünürlerin fikirlerini aktardığı sayfalar gerçekten çok
sıkıcı. Çünkü sol düşünürlerin ve onları besleyen kaynakların düşüncelerini
okurken iki soru aklıma gelip takılıyor:
“Neden?”
“Nereden
biliyorsun?”
Düşüncelerinin
gerçek hayatla hiçbir ilgisinin kurulamadığı sayısız filozofun neden bu kadar
önemli sayıldığını düşünmeden edemiyorum. Sözgelimi Hegel’in, öznenin bir
müddet sonra nesneleştiği gibi bir düşünceye
nereden ulaştığını sanırım hiç kimse anlayamıyor. Eğer Hegel idealistse nasıl
oluyor da bir şeyin başka bir şey de olabileceğini ve hâlâ tutarlılığın
sağlanabileceğini düşünüyor?
Buna benzeyen ve
benzemeyen sayısız çelişkinin içine atıldığı safsatanın ipliğini Scruton olanca
sadeliğiyle pazara çıkarıyor. Kitap bitmedi, işin açığı bitirmek de
istemiyorum. Bugün anamı hastaneye götürdüm, çok yoruldum. Ama bunları yazdığım
iyi oldu.