Bugün taşınma işini bitirdik, çok şükür.
Üstümüzden ciddi bir yük kalktı. Annemle göl kıyısına
gittik, geç bir öğle yemeği yedim. Annem öğlen öğünlerini atlatıyor, benim
aksime. Gölden kötü kokular geliyordu ya aldırmadık. Göl dalgalıydı. Sağlam rüzgâr vardı.
Havalar bugünlerde daha bir sıcak. Ben TRT Türkü’yü
açmıştım ya nedendir bilmem yayın parazitlendi. O zaman MFÖ’den “Vak The Rock” albümünü açtım. Anacığım pek
sevmez ama usul usul dinledik işte.
Hayatının orta yaş hüzünlerini ilk gençliğinde
dinlemek nasıl da tuhaf bir şeymiş.
Trafik arapsaçı gibiydi. Neyin niçin konduğuna dair
hiç kimsenin hiçbir fikri yok. Dahası alabildiğine ilkel alabildiğine bayağı
bir bencillik paçalarımızdan sızıyor. Kurala uymadığı zaman ölebileceğini
düşünemeyen bir alay insan, eline bir direksiyon simidi geçirince kendi hayatını
da başkalarının hayatını da tehlikeye atmaktan çekinmiyor. İstisnalar var mı?
Pek az.
Eskiden arkadaşlarıma mektuplar yazardım, artık
yazasım gelmiyor.
İnatla hikâye yazmaya devam ediyorum. Bu arada bugün
Donald Ray POLLOCK adlı yazarın “Düş Yakamdan şeytan” adlı romanını bitirdim.
Adam ellisinden sonra yazmaya başlamış, iyi mi?
Mektup bir edebi türdür. Aslına bakılırsa öyküler de
birer mektup gibidir.
Mektuplar sahiplerine gider. Öyküler meçhule ve
öksüzlüğe yazılır, işte her şey bundan ibarettir.
“Sanatçının Öyküsü”nü dinleyin derim. Mazhar nefis
okumuştur… Öksüz güzelliklerin şiiridir, dinleyin derim.
2 yorum:
Günlüğünde bir rolüm olmasına sevindim güzel oğlum. Dedenin dediği gibi "KIŞ YA OKU YAZ."
Hocam n'ittin? Sen günlüklerimizin ev sahabısısın...
Yorum Gönder