Sınırsız ya da kısıtlamasız bir demokrasi mümkün mü?
Herhangi bir demokratik ülke,
ulusal temellerini reddederek egemenliğini sırf demokrasi adına alt kültürlere
devreder mi?
Herhangi bir demokratik ülke,
hukukunu demokrasi uğruna şeriatçı bir grubun eline teslim eder mi?
Ya da şöyle soralım: Demokrasi
her fikrin sınırsız şekilde yönetim için rekabet edebilmesini sağlar mı?
Bu üç sorunun tek bir cevabı var:
“Hayır”
Peki ama neden böyle? Yani her
düşünce ve her etnik grup demokraside
eşit rekabet hakkında sahip değil mi? Bu
soruya da “ evet” diye cevap vermek mümkün değil.
Bir toplumda herkesin her zaman,
ayrımsız bir hukuk bütünlüğünden yararlanabilmesi için o toplumun uluslaşmış
olması gerekir. Uluslaşmamış toplumlarda hukuk devletini tesis edemeyiz, çünkü “ulus
adına” zor kullanıcı, bütünlüklü bir teşkilatlanma gerçekleştirilemez.
Her etnik grubun veya tarikatin
kendine göre bir egemenlik sahası kurması,
herkesin hayatını, aşiret reislerinin, ya da tarikat şeyhinin insafına
terk etmekle sonuçlanır.
Bu durumda şu soru aklımıza
gelmeli: “İyi de kimi kısıtlamaya ya da
demokrasiden dışlamaya nasıl karar vermeliyiz?”
Bu sorunun iki cevabı var:
Bir ulusun egemenlik hakkı
bölünmez, devredilmez ve vazgeçilmezdir. Dolayısıyla bir ülkede ulus kendinden
başka hiçbir egemenlik iddiasına izin vermez. Bu, demokrasinin egemenlikle
ilişkisini gösterir. Dolayısıyla kendisini ırk olarak veya inanışıyla “ulustan”
ayırmaya kalkan hiç kimsenin ya da grubun egemenlik hakkından yararlanmaya
hakkı olmadığı gibi demokraside de bir yeri yoktur.
İkinci cevabımız ise “nisbî yarar”
ilkesidir. Nisbî yarar ilkesi aslında “ En çok kişinin en büyük yararı” olarak
bilinir. Bu da şu anlama gelir: İki
taraftan hangisi kısıtlandığında, elde edilecek nisbî yararın en büyük olduğuna bakmak
gerekir.
Ülkemiz etnik ve inanç
bölgelerine ayrılsa, etnik veya inanç egemenlik gruplarının oluşması durumunda
mı daha büyük özgürlük, adalet ve
emniyet sağlanabilir yoksa ulusal ve laik bir rejimle mi?
Şüphesiz bugün dünyanın en
gelişmiş demokratik ülkeleri, ulusal egemenliklerini kurmuş, lâik devletlerdir.
Bunu sağlamak için etnik gerilimlerin, etnik vahşetin, etnik keyfîliğin
kısıtlanması hatta yasaklanması gerektiği gibi inanç hürriyetinin kötüye kullanan dinci yapıların da siyasetten , demokrasiden
dışlanması gerekmiştir. Eğer bunun böyle
olması ilk bakışta anlaşılamıyorsa dünyada etnik yapıların, şeriat
rejimlerinin, arzulanan hukuk devletini ve demokrasiyi sağlayıp sağlayamadığına
bakmalıyız.
Şunu görüyoruz ki sözgelimi, demokrasi istismarına izin verilmiş
Kürtçü yapıların ya da şeriatçı örgütlenmelerin egemen oldukları hiçi bir yerde
toplumun genelini memnun edecek emniyet,
adalet ve özgürlük rejimi kurulamamıştır.
İşte bu yüzdendir ki TCK’nın
mülga 141, 142 ve 163. Maddeleri acilen tekrar yürürlüğe sokularak şeriatçı ve
etnik sözde siyaset kalıcı olarak yasaklanmalıdır. Oy paketlerinin geçici
memnuniyetleri ulusun bütünlüğünden ve egemenliğinden daha önemli değildir.