Türk
solunun cevaplaması gereken en önemli soru budur.
Çünkü
her ne kadar sol, kendisini, Enver Aysever’in İlber Ortalı’ya verdiği o dahiyane “ Solcu’nun Türk’ü mürkü olmaz!” sözleriyle tanımlasa da tarihsel sorumluluk açısından solun ulusal aidiyeti Türk kimliğinedir.
Peki
Türk solu bu aidiyeti benimsiyor mu? CHP’nin kitlesel siyasetinin geldiği
noktada, CHP örneği ile bir genelleme yapacak olursak solun Türk kimliğini
benimsediğini söylemek zor.
CHP,
Stalinist genetiğinden gelen enternasyonalizmiyle ki bu genler Ecevit’in bütün
Marksizm dışı sol hayallerine rağmen, sol pratiğin nihai sovyetik mirasıyla CHP’ye geçmiştir,
Türkiye’de Türk adının hümanist bir ihmalinden, açık reddine kadar her derecede
Türk dışı kalmayı benimsemiş bir örgüttür.
CHP
örneğinde “Türk” ancak “Atatürk” ismi anıldıkça, kaçınılmaz olarak anılan,
bunun dışında ayrıca telaffuz edilmemesi gereken bir etnik kabile adı olarak
kabul ediliyor. Nitekim en sıkı Atatürkçülerin bile Türk üstünlüğünü ifade eden
Atatürk vecizelerini artık dile getirmemesi bunun sanırım en açık
kanıtı.
Türk
kimliğinin, dünyanın en eski iki ulusundan birine ait olduğunu, bu ulusun, örgütlenmede,
adalette, insanlıkta dünyanın en yüce ulusu olduğunu kabul etmemek, CHP
örneğindeki sol kitlenin tipik kabulü.
Türk
Ulusu’na kendi çocuklarından biri olarak
değil de diğer herhangi bir yabancı ulusun gözüyle bakmak, Türk adının aslında
övünülecek hiçbir değer barındırmayan sıradan bir siyasal manevra ürünü
olduğunu düşünmek de aslında genel anlamda sol ulusalcılığın Leninist
enternasyonalizminin bir ürünü. Ve ne yazık ki bu kesime, Lenin’in özünde bir
Rus milliyetçisi olduğunu, Rus hükümet darbesindan başka bir şey olman sözde enternasyonal Rus devriminin, özünde Rus hegemonyasının bir başka şekli
olduğunu kabul ettirebilmemiz mümkün değil.
Peki
bunlar ülkemizi hâlâ kana bulayan etnik Kürtçü terör güncelinde, solun tavrını
nasıl etkiliyor? Şurasını artık neredeyse kesin olarak görüyoruz ki
gençliklerini herhangi bir solcu
örgütlenme içinde geçirip de yolu PKKlı vatan hainleriyle kesişmemiz tek solcu
bile yok.
O
insanların bir kısmı Kürtçülüğü, solculuğun gereği olarak görüp Türk düşmanlığını
benimsemiş. Çoğunluk olduğunu düşünmek istediğim bir bölümün ise “PKK pratiğine”
solcu argümanlala karşı çıktığını görüyoruz.
İşte
zaten sorun burada düğümleniyor. Çünkü PKK’ya solcu argümanlarla karşı çıkanlar
Kürtçülüğü, Kürt bölücülüğünü, bir ulusu ve
bir vatanı parçalamak, Türk düşmanlığı vs olarak görmüyorlar. Solun
içinden PKK eylemlerine karşı çıkanlar aslında bunun solculukla bağdaşmadığını
düşünüyorlar. Yani kısaca düşüncelerinin merkezine Türk’ü koymuyorlar, ataları
sandıkları Türk düşmanı Lenin’in, Stalin’in, Mao’nun sözde evrensel siyaset
tarzını koyuyorlar.
Şu
noktada bir konuya değinmeliyiz ki ne Marksizm evrenseldir ne de onun Leninist, Stalinist veya Maoist
uygulamalarından herhangi biri evrenseldir.
Çünkü
Marksizm bütün evrenselcilik iddiasına rağmen insan eyleminin doğasını anlamaktan
uzak fantastik bir sözde iktisat romanından başka bir şey değildir. Marx
ekonominin doğasını zerrece anlayamamıştır. Bunu bugün ekonomik analizde,
iktisatta Marksizmin tarihsel bir hurafe olarak okutulması dışında hiçbir yerinin
olmamasından görüyoruz.
İşte
böylesi bir hurafe yığınıyla PKK ihanetine karşı çıkmak aslında zımnen PKK’nın tam anlamıyla Stalinist bir tarz benimsemesi halinde
desteklenebileceğini söylemektir. Nitekim PKK’ya , Kürt etnik terörüne karşı
olan solcular sık sık PKK’nın emperyalizmin uşağı olduğunu söylemektedir.
Cevaplanması gereken soru şudur:
Türk
egemenliğine karşı “emperyalizmce desteklenmemiş” bir isyan olarak kendisini ortaya koysaydı, Kürtçü
terörün desteklenmesi gerekir miydi?
Sanırım
bugün kendisini ulusalcı olarak tanımlayan sol dahi, solun emperyalist olarak
görmediği güçlerce desteklenen ya da tamamen bağımsız yürütülen olası bir Kürt
silahlanmasını meşru görebilirdi. Nitekim bugün en ulusalcı solcular dahi alçak
sesle “Aslında bizim Kürtlerin yurduna girmiş işgalciler olduğumuzu”
fısıldamaktan kendilerini alamıyor.
Dolayısıyla
ülkemizde elinde Türk bayrağı taşıyan ulusalcı solun dahi bir en kötü durum senaryosu olarak olası bir iç savaş durumunda, gerçekte kimin
yanında yer alacağını kestirmemiz mümkün görünmüyor.
Çünkü
ulusalcı sol dahi ülkenin tek ve meşru
egemeninin tartışılmaz biçimde Türk
Ulusu olduğunu söylemekte tereddüt
ediyor. Hal böyle olunca da PKK’ya karşı olmak sadece Marksist bir yöntemsel sorun olmak
haline geliyor.
Türkiye’de
sol Kürt etnik terörünü, Türk ulusal egemenliğine ve Türk kimliğine düşman
olarak nitelemiyor. Bunu “soldan sapma” olarak kabul ediyor.
Sol, özünde Türk merkezli bir düşünce değil. Merkezine
Türk’ü almadığı için de Türk’ün ülkesini
Türk dışı enternasyonalist bir hümanizm
ile yöneterek Kürt etnik ırkçılığının giderilebileceği hayaline kaplıyor.
Oysa ne şeriatçı Kürtçüler ne de sosyalist Kürtçüler, silahlı veya silahsız
ayrılıkçılık eylemini bitirmekten yana.
Türk
solunun “ulusalcı” kesimlerinin dahi “Türk’üz
demezsek Kürtleri yatıştırabiliriz..” şeklinde özetlenebilecek bir mantığı benimsediğini maalesef görüyoruz.
Ya
da “ Canım Türk olmasak bile Atatürk’ü benimsemiyor muyuz? Bu topraklarla “hep
beraber” yaşayalım” vs. söylemlerinde bu topraklardaki beraberliği yürüten, barışı ve adaleti sağlayan ulusun hangi ulus olduğunu açıkça söyleyemiyorsanız; PKK
ihanetine aslında sadece usulen karşı
çıkmış oluyorsunuz ki o usul de Stalinist
bakışın usulü oluyor.
Türkiye’nin
kesin ve bölünmez bir Türk ülkesi olduğunu, bu ülkede egemenliğin Türk Ulusu
dışında bir sahibinin olmadığını, bu iki konunun gerekirse bütün iç ve dış düşmanlara karşı ulusal bir
direnişle kanımızın son damlasına kadar savunulacağını söyleyemeden PKK’ya
karşı olmak hiçbir anlam ifade etmez.
“Bende
bir fevkaladelik aramayınız, tek fevkalâdeliğim Türk olarak doğmuş olmamdır!”
sözündeki Türkçü ruhun, ırkçılık veya faşizm olduğunu düşünmeye eğilim
gösterenlerin, Türk ülkesini korumak için gerçek bir sebeplerinin olmadığını
anladığımızda, umarım ülkemizin bir kısmı Kürdistan diye bölünmüş olmaz.
Sözlerimizi
büyük atamızın bir sözüyle bitirelim.
“Yüksek Türk, senin için yüksekliğim hududu
yoktur!”
Mustafa
Kemal Atatürk