Ülke gerçekleri, ulusal egemenlik, diplomasi konularında, “görecelikten” bahsedemeyiz. Ulusal egemenlik, buna ortak olmak isteyen veya bunu reddeden hiç bir yabancıya empatiyi gerektirmez ve buna izin de vermez. Ülkemizde etnik bir topluluk olarak Kürtlerin varlığı da bu topluluk Türk Ulusu'nun bir parçası olmayı istedikçe anlamlıdır.
Kürtler hem “yabancı bir topluluk” hem de ülkenin “meşru egemeni” olamazlar. Türkiye Cumhuriyeti, tartışmasız Türk egemenliğine ve uluslaşmasına dayalı olarak kurulmuş bir devlet olduğu içindir ki Türkiye’de Türk dışında bir “ulusun” varlığı kabul edilemez.
İfade hürriyeti kısıtlamalarının kaldırılması dışında hiçbir etnik topluluğa uluslaşma dışında kalarak “egemen bir kimlik olarak kendisini ortaya koymak” hakkı tanınamaz.
“Haklar” konseptinin “egemenlik iddialarına” kadar esnetilmesi, istismar edilmesi düşünülemez. Çünkü vatandaşların temel hakları ancak vatandaş olmağa devam ettikleri müddetçe savunulabilir. Hiç kimse vatandaşı olmayı kabul etmediği bir ülkeden temel haklarının korunmasını talep edemez. Bu açıdan Türk olmayı reddeden insanlar devletin kuruluş esaslarını reddederek zımnen vatandaşlık reddi beyanında bulundukları için bu ülkede barınmak, mülkiyet, ifade hürriyeti haklarının korunmasından da zımnen vazgeçmiş sayılmalıdır. Bu insanların yurtta barındırılmaması, barındırılsalar bile yaşamak hakkı dışındaki haklarının kısıtlanması diğer vatandaşların korunması açısından elzemdir. Hiçkimse Türk hukuk birliğini, yargının Türk Milleti adına hükmetmesini reddederek bu ülkede herhangi bir mülkiyet edinememeli ve ifade hürriyetinden de diğer vatandaşlar gibi yararlandırılmamalıdır.
Sol ve liberaller enternasyonalizmde buluşarak ortak bir düşman olarak benimsedikleri Türk kimliğine karşı PKK’ya açıktan veya dolaylı olarak destek olmuşlardır.
Sorun herhangi bir etnik kimliğin bireylerinin doğal iyiliği veya kötülüğü değildir.
Sorun, herhangi bir etnik kimliğin Türk kimliğine karşı toptan savaş haline olduğunu söyleyen etnik ırkçılara, bu etnik topluluklarca karşı konulmaması ve etnik kimliklerin terör ve ihanetle özdeşleştirilmesine karşı solun ve liberallerin dolaylı ve doğrudan destekleridir. Solun, soldan liberalizme dönmüş okumuşların, dincilerin, liberallerin ve Kürtçülerin, Türk ülkesinin egemenliğinin savunulması mücadelesini yıllardır “kirli savaş” diye nitelemesi, solun kahir ekseriyetinin, olası bir iç savaşta Türk düşmanı olarak karşımıza çıkacağı düşüncesini güçlendirmektedir.
Oysa sol empatik yaklaşım iki yönüyle Türk egemenliğinin savunulmasına karşı çıkmaktadır:
Bunlardan birincisi, bölücü, ırkçı bebek katillerinin Leninist/Stalinist ideolojik kardeş olarak görülerek yaptıklarının rasyonelleştirilmesi ve aklanmasıdır. Durmaksızın telaffuz edilen "amalar", Kürtçü etnik kindarlığın “haklı bir yönünün olabileceği” propagandasıyla ülkemizin bütünlüğünün aslında gayrı meşru olduğu inancını bize telkin etmektedir.
İkincisi de solun, empatisini, enternasyonalizmle özdeşleştirerek “Türk Kürt fark etmez…” saçmalığıyla Türk ülkesinde Türk egemenliğinin, aslında ırkçı ve uyduruk bir insanlık düşmanlığı olduğu kanaatini kamuoyunda oluşturmak çabasıdır.
Bunları neye dayandırıyoruz?
Bunu, bugün en “ulusalcı” geçinen solcuların bile iş, bebek katili bir terörist başının açık talimatıyla kurulan sözde sol çatı partisi HDP’ye geldiğinde, onun PKK ile aynı safta bulunmasına;“ Sosyalizmin şiddeti bir siyaseti biçimi olarak benimsemesi” düşüncesine, enternasyonalizme ve Stalinist “ulusal sorun” doktrinine dayanarak suskun kalması gerçeğine dayandırıyoruz.
Dolayısıyla şunu artık açık şekilde görmeliyiz.:
Elbette solcu dostlarımız olacaktır. Solcu dostlarımızın çoğu muhtemelen Türk egemenliğini savunan insanlardır. Sorun, onların bireysel vatanseverliklerinin solun genel enternasyonalist ve Türk düşmanı karakterini değiştirmemesi ve günlük reel siyasette de sol kitlesel örgütlerin açık Kürtçü sempatilerinin ve Türk düşmanlıklarının sürdürülmesidir.
“Sol kuram” özünde enternasyonalist ve “Türk dışı” bir şeydir. Onun özünden Türk için bir şey süzmemiz veya gerçekleştirebilmemiz mümkün değildir. Dünyayı sınıf esasına göre kabileleştiren bir ideolojinin, uluslaşmayı açıklayabilmesini bekleyemeyiz. Uluslaşmayı ilgi alanı saymayan bir ideolojinin de Türk ulusal egemenliğini bir “değer” olarak benimsemesi beklenemez.
Bu açılardan solun empatisi, bireylerin vatanseverliklerini dahi anlamsız kılarak ülkenin sosyalist bir etnik kabileler koalisyonu haline gelmesi tehlikesini ortadan kaldıramaz. Bu noktada, solcularla liberaller arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de Türk adının açıkça bu ülkeden silinmesi dışında bir amaç gütmemektedir ve Anayasa’dan Türk adının silinmesinde liberaller, sosyalistler, şeriatçılar ve Kürtçüler sıkı bir uzlaşma sergilemektedir.
Bir kez daha bireysel karşı çıkışların solun gerek kuramı gerekse kitlesel reel politiği açısından anlamsız ve etkisiz olduğunu ve solun karakterisitiğini değiştiremediğini göz önüne almalıyız. Sol olası bir iç düşman olarak rezerve edilmeli ve onunla ilişkiler, bu ihtiyat payı ile yürütülmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder