26 Kasım 2017 Pazar

Öldürücü Türban Ve Modernizm Çelişkisi

“Modern muhafazakârlığın” bir sembolü olarak ortaya çıktı. Çağdaş yaşamın dindarca bir yorumu gibiydi .

Önceleri  geleneksel  İslâm’a karşı çıkan “modern” gençlerin bir bayrağı olarak  tasvir edildi.( Göle: Modern Mahrem)

Sorun şuydu ki gerek  zaman gerekse içerik bağlamında türbanın modernlikle herhangi bir ilgisinin  olmadığı  yaşanan tecrübelerle anlaşıldı.

Öncelikle modernizmin içindeki akılcılıkla, ilerleme arzusuyla ve bireysellikle ilgisizdi türban.

Türban kendi başına bir değer ya da anlam ifade etmiyordu. Onun modernizm içinde yer alabileceğini düşünen iyimserlerin temel yanlgısı, onun kendi  başına bir değer taşıyabileceği  kabulüydü. Oysa türban ve diğer  dinsel nesnelere “akıl ötesi” bir dokunulmazlık veren yalnızca bizim kabullerimizdi.

Ama bu işin yalnızca başlangıcıydı. Zamanla görüldü ki türbanlı kadınların arzuları modernizmin değerlerne bağlı kalarak yaşamak değildi. Onlar modernizmin akılcılık, lâiklik, bireysellik değerlerini din adına reddediyorlardı.

Çünkü din Allah’ın emirlerini bir bütün halinde yerine getirmek demekti. Yani herhangi bir Müslüman kadının kocasının doğrudan iznine taabi olmaksızın erkeklere dokunarak, erkeklerle bir arada vs. çalışması  gibi modern hayat gerekliliklerine kökten karşı çıkıyorlardı.

“Allah’ın emirlerinin bir bütün halinde” hayata geçirilmesi, modernizmin akılcılık, lâiklik  ve bireysellik değerlerinin   hepsinin din dışı, haram sayılması anlamına geliyordu. Ama öte yandan Müslüman kadınlar  modernizmin getirdiği konforun da tadını sevmişlerdi. Neydi bu tat?

Piyasanın sunduğu  çeşitliliği tüketebilmek bunların başında  geliyordu. Türban takanlar Allah’ın emirlerine bağlılıklarını bir tür bayrakla birbirlerine göstererek Müslümanların diğerlerinden ayırt edilebilmesini sağlıyorlardı ki aslında  içe dönük, “negatif” bir ırkçılık ve ayrımcılık yaptıklarının farkında değillerdi. Modernizm, kabile eğilimlerinin bireyi ezmesini engelleyecek, dolayısıyla hukukun  herkes için geçerli olmasını sağlayacak bir ortalama yaşam tarzı meydana getirmişti. Atatürk,  modern   yaşam tarzının Türk bireyinin hayatta kalması ve gelişebilmesi için en denli gerekli olduğunu görmüş ve devrimleri gerçekleştirmişti.
Oysa türban bu devrimlerin dinin yaşanmasına engel olduğunu düşünenlerin  bir sembolüydü. Müslümanlar kendilerini türbanla görünür kılıyor ve kendilerine benzemeyen insanları “negatif bir ırkçılıkla”  dışlıyorlardı.

Herkesin kafasındaki soru: “Türbanla modern olunamaz mı?” idi. Yani  mesela türban takan bir kadın hakim laik hukuku savunamaz mıydı? Bu  sorunun cevabı önceden verilemedi.  Bu sorunun cevabını türbanlı kadınlar verdi. O cevap  ne yazık ki olumlu değildi.

Çünkü zaman içinde türbanlı kadınlar hayatlarıyla ilgili referansın, lâik- beşeri hukuk, bilim, bireysellik kısaca modernizm olmadığını, sadece şeriat olduğunu defalarca dile getirdiler. Buna karşılık modernizmin nimetlerinden, estetik verilerinden alabildiğine yararlanmakta beis görmediler. Modernizmin kadın cazibesi ile ilgili  verilerinin şeriatla bağdaşmadığını görmezden geldiler.

Sıfır beden Slav mankenlerin üstlerine geçirdikleri pardösüler ve türbanlarla vaat ettikleri güzelliğin şeriatla bağdaşmadığını ne yazık ki hiçbir görmek istemedi. Bir yandan topluma, “su geçirmez, istisnasız” şeriat ahlâkını dayatıp diğer yandan  türbanla,  örtünmeye yarayan dinin araçlarıyla bir  kâfir gibi güzel görünmekte beis görmediler.

Türban bir siyasi sembol. Türban laiklikle uzlaşılamayacağını düşünen Müslümanların  bir tür isyan bayrağı.

İşin garip tarafı türban “eylemleri”, ifade hürriyeti hakkının  kutsandığı lâik bir demokrasiye dayanarak yapıldı.  Türbanın bir “hak” olduğu söyleminin dinde bir yeri yoktu. Türban laikliğe, beşeri hukuka ve liberal haklar kuramına göre savunulurken  bu eylemelerin  Müslümanca mı yoksa  kafirce ve lâikçe mi olduğunu hiç kimse tartışmadı. Türbanlı kadınlar  gerek estetik gerekse politik olarak  din dışılığı alabildiğine kullandılar ve  din dışı dünyanın menfaatlerinden alabildiğine yararlandılar.  Sürekli “din dışı” bir düşünce yöntemini kullanıp düşünce dışı ve düşünce düşmanı  bir şeriat rejimini kendi taraftarlarını iki yüzlü ahlaki dayatmaları ve şantaj rejimleriyle  yerleştirmekte beis görmediler.

Sorun şu ki türban gerek “sembol” olmasıyla gerekse estetik kaygıları taşımasıyla  modernizmden beslenen buna karşılık içinde yeşerdiği ortamı alabildiğine sömüren bir çağdışı parazit. O bir yandan modernliğin özgürlüğünden ve estetiğinden alabildiğine yararlanıyor diğer yandan  din adına onu öldürmeğe  çalışıyor. İşte bu onu konakçısından, onun ölümü pahasına yararlanmağa çalışan bir parazit haline getiriyor. Parazit nasıl yaşamın bir çelişkisi olarak konakçıyı, hayat kaynağını yok  etmeğe yöneliyorsa  türbanın çelişkisi de  aynı şekilde Türk Ulusu’nu yok etmeğe yöneliyor.



Hiç yorum yok: