5 Kasım 2017 Pazar

Ulusalcılığın Türkofobik İki Kolu


Ülkemizde vatansever sol, Türkçü olmayı kendisine bir türlü yakıştıramadığından, “ulusalcı” denen bir sıfat icat etti.

Ulusalcılığın belirgin özelliği “millî” olması değil, “lâik” olması.

Ulusalcı “pratiğin” belli başlı bazı kalıpları var.

Bu  kalıpların başında Kemalizm ve Atatürkçülük  geliyor.

Ulusalcılar Kemalizm’den ve Atatürkçülük’ten ne anlıyorlar?

Kemalizm, Atatürkçülük’ten farklı bir şey.  Bu fikir “Antiemperyalist bir tam bağımsızlıkçılık” olarak özetlenebilecek bir fikir. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti “emperyalizme” karşı savaşmış bir ulusun devletidir. Bu devlet, emperyalizme karşı kurulmuş olduğu gibi emperyalizmin her türlü ürününden uzak durarak bağımsız kalacaktır. Bu arada emperyalizmin sadece kapitalizmle ilgili bir  yayılmacılık olduğu, sosyalist/komünist blokun dünyanın adalet ve barış cenneti olduğu fikri Kemalist’lerde hâlâ etkisini sürdürüyor. (Buna göre  “insan olmanın tek şekli olan sosyalizm”, dünyayı kapitalistlerden korumak için Kore’ye, Tibet’e, Doğu Türkistan’a , Doğu Avrupa’ya, Orta Asya’ya girmiştir. Yani aslında ne SSCB ne Çin  emperyalisttir.)

Atatürkçülük  ise siyasetin ve ideolojinin her türlüsüne uzak kalmak isteyen askeri yetkililer tarafından oluşturulmuş.

Kemalizm’de,  kökenini Marksizm’den alan  “antiemperytalizm” ve “tam bağımsızlıkçılık” söylemleri ağır basıyor. Kemalizm, Marksist  temeline değinmekten kaçınsa da Atatürk’ün fikir ve eylemlerini  özünde bir üçüncü dünya kurtuluş manifestosu olarak görüyor.

Atatürkçüler, askerin Atatürk’e bakışıyla biçimlenen “her şeyin, her fikrin üstünde bir Atatürk” fikrine dayanıyorlar.

Kemalizmde temeli Marksist ölçülere dayanan kolektivist bir adalet anlayışı hâkim. Bu yüzden Kemalist olmak demek, öncelikle sol kampın 68-80 dönemindeki bütün militanlarının birer ulusal kahraman olduğuna iman etmek demek. Çünkü onlar Kemalistler için yabancı devletler ve istihbarat örgütleriyle ilişkileri, şiddet eylemleri ne olursa olsun, Marksist kökenli “tam bağımsızlık” ve “antiemperyalizm” söyleminin uygulayıcıları.

Atatürkçü’ler ise söz konusu sol militanlara en azından şüpheyle bakar. Çünkü Atatürkçülük fikrini ortaya atan askerler için o militanlar da en az “aşırı sağcılar” kadar tehlikelidir.
Atatürkçülerin  ekonomipolitikleri Kemalistler kadar belirgin değildir. Kemalistler sosyalizme varan bir kolektivizme iman ederlerken Atatürkçüler  basit bir karma ekonomi dışında bir seçenek sunmazlar.

Kemalizm ve Atatürkçülük birbirlerinden kabaca böyle ayrılmakla birlikte Türklük ve Türkçülük karşısındaki tavırları kökenleri farklı olmakla beraber hemen hemen benzerdir.

Kemalistler genellikle Marksist kökenli olduklarından ulusu kendi başına var olan, etkin, bağımsız, kültür ve tarih oluşturucu   bir özne olarak görmezler. Bundan dolayıdır ki onlara tam bağımsızlığı kimin için arzuladıklarını sorduğunuzda belli bir cevap alamazsınız. Muhtemelen size “Türküyle Kürdüyle… Bu topraklardaki herkesin…” diye başlayan cevaplar vereceklerdir.

Atatürkçülere aynı soruyu sormanız halinde şu ön açıklamayla derhal kendilerini “siyasi olabilecek” her pozisyondan uzaklaştırmağa çalışacaklardır: “Biz Atatürk milliyetçisiyiz, ırkçı değiliz.”


Kemalistler Marksist yapılanmalarından kaynaklanan enternasyonalizmleriyle  “Herhangi bir ulustan yana olmamağı” insanlığın ve ahlâkın gereği sayarlar. Böylece hiçbir ulusa dayanmayan, hiçbir ulusun “belirleyici baskısını” (egemenliğini) içermeyen bir insanlık ülkesinde Mustafa Kemal’in kolektivist yorumuyla adaleti, refahı ve bağımsızlığı yaşatmağı hayal ederler.

Atatürkçüler ise Atatürk ilkeleri ışığında ve mümkün olan en az şekilde “Türk” diyerek  hiç kimsenin işine karışmadan, “ Türküyle Kürdüyle herkesi…” “bir şekilde”    yaşatmayı hayal eder.

Her iki kampın da ısrarla telaffuz etmekten kaçındığı tek bir kelime vardır ki o da “Türk”tür.

Peki ama her iki kampın da Türk ismine duyduğu bu soğukluk nereden geliyor?

Kemalist’lerin Türk dışılığı Marksizmlerinden geliyor. Marksist şablona göre ulus, sınıf gerçeğine dayanmayan, kapitalistlerin dayattığı bir burjuva üst kurumu.

Atatürkçü’lerin Türk dışılığı ise sanırız ki 1944 davalarına, İnönü’ye ve “ortanın soluna” dayandığını söyleyerek yüzünü enternasyonalizme çeviren İnönü CHPliliğine dayanıyor. “Madem komutanlarımız kötü biliyorlardı öyleyse Türkçülük kötüdür!” mantığı askerlerin ürettiği Atatürkçülüğün mayasını teşkil ediyor.

Bunu  nasıl bu kadar kesin söyleyebiliyoruz? İki sebepten dolayı:

Birincisi, iki kamp da  Türkiye’nin tartışmasız ve tek kurucusunun Türk Ulusu olduğunu söylemekte ciddi tedirginlik duyuyor. Her iki kamp tarafından da kullanılan “Bu topraklar…” söylemi, içinde Türk geçmemesine özen gösterilen bir söylem. Bundan ziyade “Türküyle Kürdüyle…” söylemiyle Türk’ü Kürt, Laz, Çerkez gibi etnik  topluluklar seviyesine indirgeyerek onlarla eşitlemek ve böylece toplumsal gerilimleri engellemek, iki kampın da paylaştığı temel mantık veya hayal…

İkincisi, Türkiye dışındaki Türk topluluklarının aslında var olmadıkları, varsalar bile artık yabancılaşmış topluluklar oldukları söylemi, sosyal medyada Kürt etnik terörü sorununda sizinle karşı karşıya gelen hemen hemen her ulusalcının ortak kabulü. Buna göre Türkiye dışında Türk yoktur. Varsa bile onlar bizim sorunumuz değildir. Türkiye dışındaki Türk topluluklarından bahsetmek Kemalistlere göre ırkçılık, faşizm ve emperyalist uşağı olmaktır. Atatürkçüler için ise Türk Dünyası’ndan bahsetmek “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine aykırı bir “Pantürkist” aşırılıktır.

Bu iki akımın birleştiği temel siyasi mecra CHPdir. Çünkü CHP “ortanın solu” olmak tercihini yaptıktan sonra zaten enternasyonalist ve kolektivist bir çizgiyi benimsediğini ifade etmiştir. Enternasyonalist bir kampın ise Türk’le ve Türklükle öncelikli olarak ilgilenmesi mümkün değildir.

Kemalist’ler  de Atatürkçü’ler de “ Türk’ü, dünyanın merkezine koymak” olarak ifade edebileceğimiz Türkçülük fikrine soğuk bakıyor. Bu soğukluklarını da, içinde PKK yanlısı veya şeriatçı olduğu kendilerince ifade edilmiş siyasetçileri barındıran CHP’nin Marksist eyyamcılığını destekleyerek gösteriyorlar.

Buraya kadar yazdıklarımız eminiz ki pek çok Kemalist’i ve Atatürkçü’yü üzecektir. Ama şurası bir gerçektir ki bu iki kampın da  düşünsel hâkim tonunu, Türk dışı ve Türkofobik kitleler belirliyor.

Bu iki kampın da  Kürt etnik terörüne veya şeriatçı teröre karşı Türk Ulusu’nu savunabilecek fikri temelleri yok. Her iki kamp da bu iki düşman kampın yöneldiği Türk düşmanlığını görmezden gelerek toplumsal bir barış sağlayabileceklerini, aşırılığa kaçmadan herkesi kucaklayabileceklerini düşünüyor. Her iki kamp da Türkiye’ye yönelik tehditlerin aslında doğrudan Türk’ün varlığına yönelik olduğunu söylememeyi, “uzlaşmacılık” ve “ulusal bütünlükçülük” olarak görüyor.

Türk’ü merkeze alamadıkları için de savundukları  her şey de havada kalıyor.  Öznesi olmayan siyasetlerin,  sahibi olmayan yurtların ve egemenliklerin bu dünyada bir yeri olmadığını da Türkçü olamadıkları yani Türk’ü merkez kabul etmedikleri için bir türlü anlayamıyorlar.

Her iki kamp da ulusalcılık ediyor ama hangi ulusun ulusalcılığından bahsettiklerini kimse bilmiyor.

Türk Ulusu, etnik  iç savaşın ve bölünmenin ve ayrıca gene etnik ilkelliğe dayalı şeriat tehlikesinin eşiğinde, Türk dememek için çırpınan iki kampın kısır muhalefeti ve etnik komplekslerle uzlaşma tutkularıyla zaman ve enerji kaybediyor.

Ulusalcılar uluslarının Türk olduğunu bir an önce keşfetmezlerse ne arzu ettikleri tam bağımsızlığı sağlayabilecek ne de ellerinde  herkesi kucaklayan bir devletleri kalacak.

Türk ülkesinde Türk’ün tartışmasız ve  bölünmez egemenliğini, ayrıca Türklüğün dünyaya yayılmış büyük ve onurlu bir aile olduğunu kabul etmemekte ne kadar ısrar ederlerse Türk kimliğine yönelik etnik  ve şeriatçı vahşeti o kadar desteklemiş olacaklar. Keşke bunu fark edebilseler.











Hiç yorum yok: