Ülkemizde vatansever sol, Türkçü olmayı kendisine
bir türlü yakıştıramadığından, “ulusalcı” denen bir sıfat icat etti.
Ulusalcılığın belirgin özelliği “millî”
olması değil, “lâik” olması.
Ulusalcı “pratiğin” belli başlı
bazı kalıpları var.
Bu kalıpların başında Kemalizm ve Atatürkçülük geliyor.
Ulusalcılar Kemalizm’den ve Atatürkçülük’ten
ne anlıyorlar?
Kemalizm, Atatürkçülük’ten farklı
bir şey. Bu fikir “Antiemperyalist bir
tam bağımsızlıkçılık” olarak özetlenebilecek bir fikir. Buna göre Türkiye
Cumhuriyeti “emperyalizme” karşı savaşmış bir ulusun devletidir. Bu devlet,
emperyalizme karşı kurulmuş olduğu gibi emperyalizmin her türlü ürününden uzak
durarak bağımsız kalacaktır. Bu arada emperyalizmin sadece kapitalizmle ilgili
bir yayılmacılık olduğu,
sosyalist/komünist blokun dünyanın adalet ve barış cenneti olduğu fikri
Kemalist’lerde hâlâ etkisini sürdürüyor. (Buna göre “insan olmanın tek şekli olan sosyalizm”,
dünyayı kapitalistlerden korumak için Kore’ye, Tibet’e, Doğu Türkistan’a , Doğu
Avrupa’ya, Orta Asya’ya girmiştir. Yani aslında ne SSCB ne Çin emperyalisttir.)
Atatürkçülük ise siyasetin ve ideolojinin her türlüsüne
uzak kalmak isteyen askeri yetkililer tarafından oluşturulmuş.
Kemalizm’de, kökenini Marksizm’den alan “antiemperytalizm” ve “tam bağımsızlıkçılık” söylemleri
ağır basıyor. Kemalizm, Marksist
temeline değinmekten kaçınsa da Atatürk’ün fikir ve eylemlerini özünde bir üçüncü dünya kurtuluş manifestosu
olarak görüyor.
Atatürkçüler, askerin Atatürk’e
bakışıyla biçimlenen “her şeyin, her fikrin üstünde bir Atatürk” fikrine
dayanıyorlar.
Kemalizmde temeli Marksist
ölçülere dayanan kolektivist bir adalet anlayışı hâkim. Bu yüzden Kemalist
olmak demek, öncelikle sol kampın 68-80 dönemindeki bütün militanlarının birer
ulusal kahraman olduğuna iman etmek demek. Çünkü onlar Kemalistler için yabancı
devletler ve istihbarat örgütleriyle ilişkileri, şiddet eylemleri ne olursa
olsun, Marksist kökenli “tam bağımsızlık” ve “antiemperyalizm” söyleminin
uygulayıcıları.
Atatürkçü’ler ise söz konusu sol
militanlara en azından şüpheyle bakar. Çünkü Atatürkçülük fikrini ortaya atan
askerler için o militanlar da en az “aşırı sağcılar” kadar tehlikelidir.
Atatürkçülerin ekonomipolitikleri Kemalistler kadar belirgin
değildir. Kemalistler sosyalizme varan bir kolektivizme iman ederlerken
Atatürkçüler basit bir karma ekonomi
dışında bir seçenek sunmazlar.
Kemalizm ve Atatürkçülük
birbirlerinden kabaca böyle ayrılmakla birlikte Türklük ve Türkçülük
karşısındaki tavırları kökenleri farklı olmakla beraber hemen hemen benzerdir.
Kemalistler genellikle Marksist
kökenli olduklarından ulusu kendi başına var olan, etkin, bağımsız, kültür ve
tarih oluşturucu bir özne olarak görmezler. Bundan dolayıdır ki
onlara tam bağımsızlığı kimin için arzuladıklarını sorduğunuzda belli bir cevap
alamazsınız. Muhtemelen size “Türküyle Kürdüyle… Bu topraklardaki herkesin…”
diye başlayan cevaplar vereceklerdir.
Atatürkçülere aynı soruyu
sormanız halinde şu ön açıklamayla derhal kendilerini “siyasi olabilecek” her pozisyondan
uzaklaştırmağa çalışacaklardır: “Biz Atatürk milliyetçisiyiz, ırkçı değiliz.”
Kemalistler Marksist
yapılanmalarından kaynaklanan enternasyonalizmleriyle “Herhangi bir ulustan yana olmamağı”
insanlığın ve ahlâkın gereği sayarlar. Böylece hiçbir ulusa dayanmayan, hiçbir ulusun
“belirleyici baskısını” (egemenliğini) içermeyen bir insanlık ülkesinde Mustafa
Kemal’in kolektivist yorumuyla adaleti, refahı ve bağımsızlığı yaşatmağı hayal
ederler.
Atatürkçüler ise Atatürk ilkeleri
ışığında ve mümkün olan en az şekilde “Türk” diyerek hiç kimsenin işine karışmadan, “ Türküyle
Kürdüyle herkesi…” “bir şekilde”
yaşatmayı hayal eder.
Her iki kampın da ısrarla
telaffuz etmekten kaçındığı tek bir kelime vardır ki o da “Türk”tür.
Peki ama her iki kampın da Türk
ismine duyduğu bu soğukluk nereden geliyor?
Kemalist’lerin Türk dışılığı
Marksizmlerinden geliyor. Marksist şablona göre ulus, sınıf gerçeğine
dayanmayan, kapitalistlerin dayattığı bir burjuva üst kurumu.
Atatürkçü’lerin Türk dışılığı ise
sanırız ki 1944 davalarına, İnönü’ye ve “ortanın soluna” dayandığını söyleyerek
yüzünü enternasyonalizme çeviren İnönü CHPliliğine dayanıyor. “Madem
komutanlarımız kötü biliyorlardı öyleyse Türkçülük kötüdür!” mantığı askerlerin
ürettiği Atatürkçülüğün mayasını teşkil ediyor.
Bunu nasıl bu kadar kesin söyleyebiliyoruz? İki
sebepten dolayı:
Birincisi, iki kamp da Türkiye’nin tartışmasız ve tek kurucusunun Türk
Ulusu olduğunu söylemekte ciddi tedirginlik duyuyor. Her iki kamp tarafından da
kullanılan “Bu topraklar…” söylemi, içinde Türk geçmemesine özen gösterilen bir
söylem. Bundan ziyade “Türküyle Kürdüyle…” söylemiyle Türk’ü Kürt, Laz, Çerkez
gibi etnik topluluklar seviyesine
indirgeyerek onlarla eşitlemek ve böylece toplumsal gerilimleri engellemek, iki
kampın da paylaştığı temel mantık veya hayal…
İkincisi, Türkiye dışındaki Türk
topluluklarının aslında var olmadıkları, varsalar bile artık yabancılaşmış
topluluklar oldukları söylemi, sosyal medyada Kürt etnik terörü sorununda
sizinle karşı karşıya gelen hemen hemen her ulusalcının ortak kabulü. Buna göre
Türkiye dışında Türk yoktur. Varsa bile onlar bizim sorunumuz değildir. Türkiye
dışındaki Türk topluluklarından bahsetmek Kemalistlere göre ırkçılık, faşizm ve
emperyalist uşağı olmaktır. Atatürkçüler için ise Türk Dünyası’ndan bahsetmek “Yurtta
sulh, cihanda sulh” ilkesine aykırı bir “Pantürkist” aşırılıktır.
Bu iki akımın birleştiği temel
siyasi mecra CHPdir. Çünkü CHP “ortanın solu” olmak tercihini yaptıktan sonra
zaten enternasyonalist ve kolektivist bir çizgiyi benimsediğini ifade etmiştir.
Enternasyonalist bir kampın ise Türk’le ve Türklükle öncelikli olarak
ilgilenmesi mümkün değildir.
Kemalist’ler de Atatürkçü’ler de “ Türk’ü, dünyanın
merkezine koymak” olarak ifade edebileceğimiz Türkçülük fikrine soğuk bakıyor.
Bu soğukluklarını da, içinde PKK yanlısı veya şeriatçı olduğu kendilerince
ifade edilmiş siyasetçileri barındıran CHP’nin Marksist eyyamcılığını
destekleyerek gösteriyorlar.
Buraya kadar yazdıklarımız eminiz
ki pek çok Kemalist’i ve Atatürkçü’yü üzecektir. Ama şurası bir gerçektir ki bu
iki kampın da düşünsel hâkim tonunu,
Türk dışı ve Türkofobik kitleler belirliyor.
Bu iki kampın da Kürt etnik terörüne veya şeriatçı teröre
karşı Türk Ulusu’nu savunabilecek fikri temelleri yok. Her iki kamp da bu iki
düşman kampın yöneldiği Türk düşmanlığını görmezden gelerek toplumsal bir barış
sağlayabileceklerini, aşırılığa kaçmadan herkesi kucaklayabileceklerini
düşünüyor. Her iki kamp da Türkiye’ye yönelik tehditlerin aslında doğrudan Türk’ün
varlığına yönelik olduğunu söylememeyi, “uzlaşmacılık” ve “ulusal bütünlükçülük”
olarak görüyor.
Türk’ü merkeze alamadıkları için
de savundukları her şey de havada
kalıyor. Öznesi olmayan siyasetlerin, sahibi olmayan yurtların ve egemenliklerin bu
dünyada bir yeri olmadığını da Türkçü olamadıkları yani Türk’ü merkez kabul
etmedikleri için bir türlü anlayamıyorlar.
Her iki kamp da ulusalcılık
ediyor ama hangi ulusun ulusalcılığından bahsettiklerini kimse bilmiyor.
Türk Ulusu, etnik iç savaşın ve bölünmenin ve ayrıca gene etnik
ilkelliğe dayalı şeriat tehlikesinin eşiğinde, Türk dememek için çırpınan iki
kampın kısır muhalefeti ve etnik komplekslerle uzlaşma tutkularıyla zaman ve
enerji kaybediyor.
Ulusalcılar uluslarının Türk
olduğunu bir an önce keşfetmezlerse ne arzu ettikleri tam bağımsızlığı
sağlayabilecek ne de ellerinde herkesi
kucaklayan bir devletleri kalacak.
Türk ülkesinde Türk’ün
tartışmasız ve bölünmez egemenliğini,
ayrıca Türklüğün dünyaya yayılmış büyük ve onurlu bir aile olduğunu kabul
etmemekte ne kadar ısrar ederlerse Türk kimliğine yönelik etnik ve şeriatçı vahşeti o kadar desteklemiş
olacaklar. Keşke bunu fark edebilseler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder