26 Aralık 2016 Pazartesi

Türkiye Örneğinde Şekilsizleştirilmiş Sentetik Savaş


Suriye İç Savaşı ile içerik ve boyut değiştiren Kürt etnik terörü, İslâmcı terör ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti açısından çok daha büyük bir tehdit haline geldi.

Özünde Suriye  İç Savaşı kendi başına Türk devletinin bekası açısından bugünkü  gibi bir  tehdit teşkil etmeyebilirdi. Fakat bu savaş Kürt devleti hayallerinin bir adım daha ileri taşınmasına sebep oldu. Güney sınırlarımızda, fiilî bir Kürt etnik terör komşuluğunun doğmasına sebep oldu.

Kürt etnik terörünün bu denli büyük bir sorun halin gelmesinde,  Kürt etnik ayrılıkçılığının içeriğinin  iktidarca adım adım meşrulaştırılması etkili oldu.

Kürt etnik terörü, önceleri sadece belli bir silâhlı grubun, Kürdistan hayalleri için sürdürdüğü bir etnik terör faaliyeti şeklinde  sürdürüldü. İktidarın, ulusal devletin  kendini korumasıyla ilgili bütün psikolojik ve hukuksal bariyerleri adım adım kaldırmasıyla Kürt etnik terörü hem taban genişletti hem de uluslararası plânda kendine muhataplar bulabilecek meşruiyet zemini elde etti.

İktidarın, Türk adına ve Türk egemenliğine kesin şekilde düşman bir siyasal İslamcı parti tarafından işgal edildiği bir gerçek. “Yeni Türkiye” olarak tanıtılan proje, içinde ulusal egemenliğin yer almadığı, bir tür kabileler/cemaatler koalisyonu olarak kabul ediliyor.  Uluslaşamamış toplulukların kabileler veya derebeylikler koalisyonu olarak sürekli iç çatışma ortamında yaşayan Müslüman ülkelerinin içler acısı durumu ne yazık ki siyasal islâmcı iktidar için hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü bu iktidar, tabanından yöneticilerine kadar sebep sonuç ilişkilerinden habersiz koca bir kitlenin elinde bulunuyor.

Mevcut iktidarın açık Türk düşmanı, ulusal devlet  düşmanı,  lâiklik düşmanı  anlayışı, Kürt  etnik terörü ve Kürt kabileciliğiyle  onu, “Türk düşmanlığı” asgari müştereğinde buluşturuyor.

İdeolojik plânda Kürtçülüğün Marksist kökeniyle siyasal İslâmcılığın şeriatçılığı tam bir  karşıtlık sergiliyor. Oysa “Türk” adının ifade ettiği, ulusal, bütünlüklü, lâik devletin, siyasal İslâmcılığın ve Kürtçülüğün savunduğu ilkelliklerle yürütülebilmesi mümkün değildir.
 
Siyasal İslâmcı iktidar, mevcut devlet düzenini dinsel cemaatlerin ve etnik grupların lehine yıkarak gene de demokrasinin korunabileceğini iddia ediyor. Burada “yarsı yalan” olan bir söylemle konuştuğu ve bu yalan da toplumun  çoğunluğu tarafından ısrarla anlamazlıktan gelindiği için hukuk ve siyaset sömürüsü alabildiğine sürdürülebiliyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal, bütünlüklü ve lâik yapısı, tesadüfen tercih edilmiş değil. Devletin bu özellikleri, ulusal varlığın başka türlü devam ettirilemeyeceğine dair Kurtuluş Savaş gibi en kanlı bir  tecrübeye dayanıyor.

Dolayısıyla devletimizin bu üç temel özelliğine karşı olan herkes istisnasız ve kaçınılmaz biçimde   “düşmanımız” oluyor. Çünkü “düşman” varoluşumuza  bütünüyle karşı olan  kişi veya örgüt anlamına geliyor.

Elbette herhangi bir işgalci bizi sağ bırakabilir. Sorun bizim Türk olarak yaşamamıza izin verip vermeyeceğidir. Ama daha da önemlisi bizim kendi irademizle Türk olarak yaşamıza izin verip vermeyeceğidir.

Ulusal bağımsızlık, yaşam tarzımızın, ulusu var eden değerlerimizin, hiçbir yabancının iznine taabi olmaksızın  var edilebilmesidir.

Bu açıdan bakıldığında siyasal İslam ve Kürt etnik ırkçılığı ve terörü açıkça düşman ve hatta fiilen  iktidar  araçlarını kullanarak yayılmaları ile “işgalci” konumundadırlar. Fiilen Kürt siyasetinin iktidarda olmadığını düşünmek yanlıştır. Çünkü Kürt terörüyle mücadele ettiğini söyleyen iktidar ülkede Türkçe’den ayrı bir resmi dil oluşumuna hukuk istismarı yoluyla izin vererek ülkenin Kürtçe tarafından işgaline sebep olmuştur. İşgal altında olmayan hiçbir ülkede  hele de herhangi bir azınlığın resmi diline izin verilemez. (Burada, zaten  federalizmle kurulmuş ve ulusal farklılıkların giderilmesinin imkânsızlığının anlaşıldığı ülkelerdeki durum ayrıdır.)

“Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaştık.” “ Türk Ordusunu sizin için hapse attık.” “ Elhamdülillah Türk olmaktan  kurtulduk.” “ Osmanlı’nın doksan yıllık reklâm arası bitti.” vs. konuşan siyasetçilerle “ Türk askerinin kanı oluk oluk akmadıkça Kürdistan özgür olamaz!” “Kürtler hayatınızı cehenneme çevirecek!” “ Biz Kürtler boş testiyi dolu testiye vurur, kırarız. “ “ Bir gün bir astsubay kapınıza  gelir…”  gibi lâflar eden insanlar Türk’ün Anadolu’da kendine ait, egemen ülkesinde  tel ve ortaksız yaşaması gerçeğine açıkça düşmandırlar.

Ve savaş düşmanın yok edilmemiş olması halidir. Savaş ancak düşman tam bir yenilgiye uğratıldığında biter.

Peki ama Türkiye’deki savaş bildiğimiz savaşlara neden benzemiyor?

Türkiye’deki savaş çok boyutlu ve çok taraflı.
Siyasal İslâmcılık henüz yurt içinde resmî  bir silahlı güç elde edebilmiş değil  ( Gerçi polisi kendi özel ordusu haline getirme çabası her zamankinden daha açık bir biçimde sürdürülüyor) ama Kürtçülüğün resmi bir temsilcisi  var: PKK!

Bu iki düşman güç,   Anadolu’da Türk’ü silmek ortak bir amacı için  bir Anti-Türk materyali sentezlemeye çalışıyor. Bu sentezin en önemli kanıtı, Türkiye Cumhuriyeti’ne giydirilmek istenen  sözde yeni Anayasa donu için bebek katili Apo’ya danışılmış olmasıdır. “Abdullah Öcalan’ın fikirleri bizim de fikirlerimizdir.” sözü, Türk devletine açıkça savaş ilanından başka bir şey değildir. Ne yazık ki bu hal “şekilsizleştirilmiş” bir savaşta hukukun istismar edilebilmesi sayesinde cezasız kalmıştır. Bu ve benzeri pek çok söz, birbirinin antitezi durumunda olan fikirlerin, ortak bir düşmana karşı setetik bir mücadele üretmesinin  ifade edilişidir.

Şekilsizleştirilmiş savaş ise gayrı nizami harp ile hukuk istismarının birleştirildiği savaştır. Bu savaşın en önemli özelliği, hukukun alabildiğine istismar edilebilmesine ve dolayısıyla devletin, kendini koruyucu şiddet kullanımının düşmanın lehine kısıtlanmasına imkân vermesidir.

Şekilsizleştirilmiş savaşın en önemli özelliği, düşmanın, içimizden olmasıdır. Bu durumda hukukçular genellikle açmazda kalır. Türk’e zaten düşman olan enternasyonalist solcu, Kürtçü ve İslâmcı hukukçular , teröristlerden Türk vatandaşı olanların “hukuka uygun” yargılanmaları gerektiğini söyler. Oysa Türk vatandaşı olduğu söylenen insanlar fiilen vatandaşlığın bağlayıcı bütün sorumluluklarını reddetmiş insanlardır.

Şekilsizleştirmenin ikinci ayağı ise “savaşın” ilân edilmemesidir. Burada da “iç düşman”, savaş ilânı durumunda, ulusal devletin, savaş hukukunun yükümlülükleriyle sınırlanacağına ve dahası olası bir  yenilgide toprak kaybedeceğine güvenir. Böylece ulusal devlet, bir türlü ilân edemediği bir savaşta, resmen tanımlayamadığı bir düşmana karşı kendi hukukuyla silahsızlandırılır, etkisizleştirilir.  “Düşman” tanımlanamadığı için onun kendi başına savaş ilân etmesine de hiç kimse resmî bir cevap veremez.

Şekilsizleştirilmiş savaşın “düşman tanımsızlığı” açmazı, en çok masumları sömürür. Türkiye’de  gelinen noktada PKK hemen hemen her Kürt’ün potansiyel bir düşman olduğu izlenimini neredeyse herkese kabul ettirmiştir. Dahası, Kürtçü terör, istediği şeyin gerçekleşmesi durumunda, hukukî tanımsızlığa sığınarak bütün sonuçları, resmî sorumlu olan Türkiye Cumhuriyeti’nin üstüne yıkmak lüksüne sahiptir. Bu yüzdendir ki meselâ bebek katili “ Elli bin kişiyle  halk savaşı başlatırız” dediği anda  olası elli bin kişiye düşman muamelesi edilememiştir. Asker, polis, sivil  yakan, kamu malına zarar veren, bombalar patlatan  insanlar, eylemlerinden sonra şehirlerdeki gettolarına rahatça çekilirken onların açık düşmanlıklarının hâlâ CMUK ile tahdit edilebileceğini düşünenlerin  mantıkî  muhakeme yetersizlikleri, İslâmcı ve Kürtçü terör tarafından “korku” ve taviz gerekçesi olarak algılanmaktadır.

Şekilsizleştirmede, iç düşmanların en önemli yardımcısı basındır. Cehalet ve kasıtla  “Türkiye basını”, “Türklüğü değersizleştirme”, “Türklüğü aşağılama”, “gerçekleri çarpıtmak”  işlerinde, inanılmaz bir etkinlik göstermiştir. Türkiye’de basın “Türk” değildir. Bunu zaten Merhum Attila İlhan ifade etmiştir. Dolayısıyla basının Türk Ulusu’nun değerleriyle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.

Türkiye basını, cehaletleri  açıkça ortada olan bir takım aktörlerle alabildiğine bir imaj sömürüsü sergilemektedir. Popüler pek çok gazetecinin ve  televizyoncunun ortaokul düzeyinde bile bir tarih bilgisi yoktur. Ama buna mukabil tarihimizi düşmanın gözünden “empatik” ve sempatik olmak adına çarpıtmakta hiçbir  sakınca görmemektedirler.

Şekilsizleştirilmiş sentetik savaş, Türkiye’de siyasi popülizmle çözülemez. Şekilsizleştirmenin yarattığı hukuk sömürüsü, kesin şekilde engellenmeksizin, bölücü ve  şeriatçı terörün moral desteği bitirilemez. Bölücü ve şeriatçı terörün “vatandaşlık” içindeki adi suçlardan olmadığı ve sempatizanından militanına kadar her üyesinin tavizsiz şekilde cezalandırılacağı gösterilmedikçe hukuk da demokrasi de ancak ve yalnız düşmanın işine yarayacaktır.







2 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Sayın yazar, Türkiyede yaşayan Türkler ve diğer etnik unsurlar yasalar önünde eşit midir, eşittir. Dünya üzerinde hiç bir egemen güç kendi eliyle toprağını ve egemenlik haklarını devretmez. Biz neden yapalım. Hiç bir bölücü faaliyet ve terörist eylem kabul edilemez. Dindarımız ümmetçi, solcumuz enternasyonel. Milliyetçimiz kişiliksiz. Böyle olunca da biçimsiz bir savaş kaçınılmaz. Ellerinize sağlık.

Afşar Çelik dedi ki...

Derya Hanım,

Hem yazınız hem yorumlarınızla blogu aydınlattınız, eksik olmayınız.

Dünyada kendisini savunması bu denli karalanan başka bir ulus var m acaba?

Arayı soğutmayın lütfen.

Elinize, aklınıza sağlık.