20 Aralık 2016 Salı

Bir Deliden Edebiyat Dersleri Veya

Biçimsiz Aşk
“Delinin biri bir kitap yazmış… Okuyan kırk  akıllı “Delirmeyenin ta…” demiş”
Elbette atasözü böyle değil ama ben de popülist siyaset üslubuna kapıldım işte… Belki daha fazla kişi beni okur, para kırarım falan filan. Bu arada sözün aslı: “Delinin biri kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış.”tır.

Bahsettiğim deli, Ruhi Konak. İfşa etmekten de çekinmiyorum. Eli ve dahası aklı hiç boş durmayan bir deli. Minyatürcü. Deliliği zaten buradan belli.

Bir ara şiire kafayı takan, sonra şiirin biçiminden galiba bıkıp anlamın dibine vurmak için benden de gizli bir biçimde öyküye yönelen, aynı zamanda hain biri!

Tamam kitabı eleştireceğim ama bazı insanları kişilik olarak tanımalısınız. Yoksa yazdığı şeylere tren diye bakabilirsiniz.

Ruhi Konak bir Erzurumlu. Yani anam babam Anadolulu bir Türkmen. Deliliğinin temelleri sanırım biraz da buradan geliyor. Çünkü hepimizin bildiği gibi akıllı insanlar at sırtında beş bin kilometre yol yaparak kışın kedilerin donduğu memleketlerde çadır,  oba, köy falan kurmaz!

Hal böyle olunca ( “Daha eleştiriye başlamadın mı?” Diyenlerinizi mi duyuyorum?) hatıraları, dünyası falan ayazlı, karlı, buzlu bir çocukluktan epey besleniyor. Karın buzun olduğu yerde ne olur? Soba olur, değil mi? Peki soba nesiz olmaz? Odunsuz, kömürsüz olmaz tamam, o kadarını biz de biliyoruz ama soba asıl masalsız olmaz. Sobanın yanında masal kurutmuyorsanız, ancak ruhunuzu kurutuyorsunuz demektir.

Dedik ya adam deli! Deliden ne bekliyorsunuz, manifesto mu? Aslına bakarsanız kendini akıllı sananlara inceden giydirilmiş bir manifesto gibi de okunabilir  “Biçimsiz Aşk”.

Adı estetik değil hem de hiç. Bir  anlatı kitabı için son derece kuru ve itici bir başlık bu. İyi de bu deli adam zaten “Biçim” sözcüğünü estetik çağrışımlar veya aliterasyon için falan kullanmıyor. Daha başlarken “Aşkına don biçmeye kalkma!” demeye getiriyor. “Don” eski kullanımda “Elbise” anlamındadır. Karacoğlan “kara donlu beytullah” derken Kâbe’ye külot falan giydirmiyordu yani…

Bazı yazarlara “ Gerçek olaylara m dayanıyorsunuz?” diye soran andavallılar çoktur. Ulan yaşamayan adam nasıl yazsın?  Ya da neden yazsın? Yazmak yaşamanın anlatımıdır. Yazmak bizatihi yaşamaktır.

Peki  deli yazarımız nasıl yazmış? Evvelâ yaşamış. Yani anlayacağınız bir sobanın başında masal dinlemiş küçükken çocukken. Böyle gözlerini belerte belerte, bir Sona Nene’nin anlattıklarını dinlemiş. Sonra vatansever öğretmenleri, ona okuma yazma öğretip de “Okumayan, yazmayan adamın mala davara da bir faydası yok evladım!” dediklerinden olsa gerek    bize azıcık faydalı olabilmek için dinlediklerinden bir şeyler  mayalamış. Mayalanan hamur kabarmış kabarmış, bazıları bu sıfatı küçümsese de kendi modernliğini içinde taşıyan, adamakıllı bir mesele dönmüş. İşe o mesel “Biçimsiz Aşk” olmuş.

Yazarımız iki belki de üç kere ustalık gösteriyor kitapta. Öncelikle can kulağıyla dinlediği masallardan bir masal süzerek  anasından emdiği ak sütün hakkını nasıl verdiğini gösteriyor. Çakır çukur Türkmen yurdu Erzurum yaylasının kayaları arasından su nasıl kaynar, nasıl yol bulur da bir gözeyle belirir bize ustaca gösteriyor. Halk hikâyelerine, masallarına aşina olanlarımız için son derece değerli bir kitap “Biçimsiz Aşk” .   Anadolu Türk söyleyişine,  davranış biçimlerine öyle hakim ki deli yazarımız, metnin içindeki “dünyaya”  cumburlop düşüyorsunuz zaten.

Amak-ı  hayal, Mantık-ut Tayr, gibi tasavvufi eserlerden felsefesini damıtan,  Türk masal geleneğine sırtını dayayan, çağının insanıyla tanışık bir metin “Biçimsiz Aşk”.

İkinci ustalığı sivil, rütbesiz bir felsefe ile karşımıza çıkmasında.  Can alıcı aforizmalar var  kitapta. “Ben söyleyeydim eyiymiş.” diyeceğiniz türden şeyler bunlar.

Üçüncü ustalığı, akademik öğreticiliğini konuşturması. Bunu da öyle alçakgönüllü yapıyor ki hadsiz kibirlerimizle bakacak olsak anlayamayız. 

Kitabın eksiği yok mu? Elbette var. Bir  kere bazı  yerlerde kelime seçimleri “sırıtıyor”.  Aliterasyonun gözetilmesini beklediğiniz fakat   muhtemelen, yazarın “öğretici” kimliğinin öne çıktığı yerler buralar. Ve fakat…  Metin kendi içinde o kadar güçlü bir bütünlük sergiliyor ki “Hangi ağacın budağı yok  ki hemşerim?” diye kendinizi uyarmak zorunda kalıyorsunuz.

İkinci eksikliği görsellik. Ki bunu tamamen ben uydurdum. Amacım kitaba uyduruk illüstrasyonlarımı ekleyebilmek. Sayfaya sığsın diye kesiyorum.  Kitabı okuyun!

Hiç yorum yok: