Bir demokraside etnik terörün yeri olabilir mi?
Bu bizatihi örgütün kendisi için değil, onun taraftarları için de geçerli bir sorudur. Soruyu başka türlü sorarsak demokrasi ile terör bir arada bulunabilir mi?
Terör bir insanlık suçu ve gayrı meşru bir fiildir.
Amacı, tartışmasız kabul ve yöntemi şiddettir.
Bu iki yönüyle de demokrasiyle bağdaşamaz.
O halde tarihi veya gerekçesi ne olursa olsun terör ve onun taraftarlarının demokraside yeri olamaz.
Terörü açıkça reddetmeyen hiçbir siyasi hareketin de demokrasi açısından meşruiyetinden bahsedilemez ki böyle hareketlerin “siyasî” olmak özelliği de zaten batıldır.
Bu hareketleri “siyasî” olarak niteleyen, hareketlerin kökenindeki Marksist çataldilliktir. Hiçbir siyasî talep elde silâhla savunulamaz.
Bundan dolayı terörün her çeşidiyle mücadele ancak onun aracı olan şiddetin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür.
Etnikçi siyasetin ahlâkî temelsizliği amacın her türlü aracı meşrulaştırdığı anlayışından gelmektedir. Etnik ırkçı siyasete göre bir halk ezildiğini hissettiğinde şiddet dahil her türlü araç ile hak talebinde bulunabilir.
Etnik ırkçı siyasetin bu yaklaşımı kayıt ve şartla sınırlandırılmış bir modern demokrasi için kabul edilemez bir anlayıştır. Bu, anlayış, fiilin meşruiyet sınırlarını tanımamakta ve açıkça hukuk devletini yok etmeye yönelmektedir. Bu durumda şiddeti açıkça reddetmeyen hiçbir sözde siyasî hareketin siyasî muhataplığından bahsedilemez. Böyle bir hareket, meşru seçim aracını istismar edebilmiş dahi olsa… Nitekim Nazi rejimi Alman demokrasisini istismar ederek başa gelmiş fevkalâde berbat bir örnektir.
Ülkemizde temel sorun, etnik ırkçılığın siyasette açtığı çatlaktan siyasî ayrılık yeşertme gayretinin demokrasinin ve hukukun normlarına göre eleştirilmemesidir. Bütün aksi ifadelerine rağmen etnik ırkçılığın, arkasına etnik terör tehdidini de alarak sunduğu taleplerin toplumu önce ilişkiler temelinde sonra da siyaseten bölünmeye götüreceği gün gibi aşikârdır.
Etnik ırkçılığın amacı, ülkenin egemen çoğunluğunun erişemediği siyasi egemenlik alanı elde etmektir ki bu “Her zaman ve herkes için geçerli” olan hukuk normlarının gözetilebileceği bir hukuk ve siyaset birliği idealiyle taban tabana zıttır. Etnik ırkçılığın kendine çoğunluktan ayrı bir haklar endeksi kabul etmesi hukuk önünde eşitlikle çelişmektedir.
Kaldı ki etnik ırkçılığın hak kabulünün, sadece ırki ve lisani farklılıktan kaynaklanması başta liberallerimiz olmak üzere hemen hiç kimsenin hukuk kaygılarını harekete geçirmemektedir.
Terörü meşru bir yöntem olarak kabul etmiş, vatandaşlarımızı öldüren bombalar için “Bombalar savaşın bir parçası!” diyerek temsil makamından maaş aldığı devleti ve o devleti besleyen vergi mükelleflerini açıkça düşman kabul eden insanların siyaset sahnesinde rol alabilmeleri, terörün geçerli ve uygun bir metot olduğuna dair etnik ırkçılara açıkça cesaret vermektedir. Bu durumda Türkiye’de sağlıklı bir demokrasinin oturması imkânsız görünmektedir.
Bu bizatihi örgütün kendisi için değil, onun taraftarları için de geçerli bir sorudur. Soruyu başka türlü sorarsak demokrasi ile terör bir arada bulunabilir mi?
Terör bir insanlık suçu ve gayrı meşru bir fiildir.
Amacı, tartışmasız kabul ve yöntemi şiddettir.
Bu iki yönüyle de demokrasiyle bağdaşamaz.
O halde tarihi veya gerekçesi ne olursa olsun terör ve onun taraftarlarının demokraside yeri olamaz.
Terörü açıkça reddetmeyen hiçbir siyasi hareketin de demokrasi açısından meşruiyetinden bahsedilemez ki böyle hareketlerin “siyasî” olmak özelliği de zaten batıldır.
Bu hareketleri “siyasî” olarak niteleyen, hareketlerin kökenindeki Marksist çataldilliktir. Hiçbir siyasî talep elde silâhla savunulamaz.
Bundan dolayı terörün her çeşidiyle mücadele ancak onun aracı olan şiddetin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür.
Etnikçi siyasetin ahlâkî temelsizliği amacın her türlü aracı meşrulaştırdığı anlayışından gelmektedir. Etnik ırkçı siyasete göre bir halk ezildiğini hissettiğinde şiddet dahil her türlü araç ile hak talebinde bulunabilir.
Etnik ırkçı siyasetin bu yaklaşımı kayıt ve şartla sınırlandırılmış bir modern demokrasi için kabul edilemez bir anlayıştır. Bu, anlayış, fiilin meşruiyet sınırlarını tanımamakta ve açıkça hukuk devletini yok etmeye yönelmektedir. Bu durumda şiddeti açıkça reddetmeyen hiçbir sözde siyasî hareketin siyasî muhataplığından bahsedilemez. Böyle bir hareket, meşru seçim aracını istismar edebilmiş dahi olsa… Nitekim Nazi rejimi Alman demokrasisini istismar ederek başa gelmiş fevkalâde berbat bir örnektir.
Ülkemizde temel sorun, etnik ırkçılığın siyasette açtığı çatlaktan siyasî ayrılık yeşertme gayretinin demokrasinin ve hukukun normlarına göre eleştirilmemesidir. Bütün aksi ifadelerine rağmen etnik ırkçılığın, arkasına etnik terör tehdidini de alarak sunduğu taleplerin toplumu önce ilişkiler temelinde sonra da siyaseten bölünmeye götüreceği gün gibi aşikârdır.
Etnik ırkçılığın amacı, ülkenin egemen çoğunluğunun erişemediği siyasi egemenlik alanı elde etmektir ki bu “Her zaman ve herkes için geçerli” olan hukuk normlarının gözetilebileceği bir hukuk ve siyaset birliği idealiyle taban tabana zıttır. Etnik ırkçılığın kendine çoğunluktan ayrı bir haklar endeksi kabul etmesi hukuk önünde eşitlikle çelişmektedir.
Kaldı ki etnik ırkçılığın hak kabulünün, sadece ırki ve lisani farklılıktan kaynaklanması başta liberallerimiz olmak üzere hemen hiç kimsenin hukuk kaygılarını harekete geçirmemektedir.
Terörü meşru bir yöntem olarak kabul etmiş, vatandaşlarımızı öldüren bombalar için “Bombalar savaşın bir parçası!” diyerek temsil makamından maaş aldığı devleti ve o devleti besleyen vergi mükelleflerini açıkça düşman kabul eden insanların siyaset sahnesinde rol alabilmeleri, terörün geçerli ve uygun bir metot olduğuna dair etnik ırkçılara açıkça cesaret vermektedir. Bu durumda Türkiye’de sağlıklı bir demokrasinin oturması imkânsız görünmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder