Öncelikle şunu düşünüyorum: Sanatta “egemen” anlayış, moda anlayış anlamına mı gelir?
Meselâ Hikmet Onat, Namık İsmail vd artık bir daha dönmemek üzere tarihin kuyusuna yuvarlanmış arkaik sanatçılar mıdır?
Bu sanatçılar artık Türk toplumuna hitap etmemekte, dilsiz mi kalmaktadırlar?
Sanırım bu sorun, “Türk modernleşmesi” büyük sorununun bir kısmını teşkil ediyor.
Modernizm veya çağdaşlık bizde, içinde yaşanan çağda geçerli olanı sorgusuz sualsiz kabul etmek şeklinde kabul edildiğinden olsa gerek kalıcı hiçbir okul üretemiyoruz.
Türk sanatı kendi kimliğini oluşturmaktan korkan, gelenekten kopmayı çağdaşlık sanan bir köksüzler zümresi gibi hareket ediyor. Ve her daim belirsiz bir “ileriye” doğru gözleri kapalı dört nala koşan bir ata benziyor.
Sanatçıya misyon biçmek gibi ideolojik ekabirliklere girmemek gerekiyor belki de amma…
Sanatçının artık kendi yeteneğine ve eğilimlerine göre özgüre ekolünü benimseyebileceği bir çeşitlilik ortamının sağlanması gerekiyor.
Bu ne derece mümkün? Çok zor. Çünkü kim ne derse desin Türkiye’de sanat İstanbul dışında yok gibi bir şey…
Dolayısıyla resim sanatının egemen elitinin benimsemediği ve hatta biraz da irice bir iddiada bulunursak “anlamadığı” hiçbir şeyin Türk sanatında yer alması mümkün değil. Ne yazık ki piyasayı belirleyen bu elitin anlayışı da otuz yıl geriden takip edilen kıta Avrupası sanat anlayışıdır.
Bu anlayış figürü küçümsemekte, resim sanatında ifade imkânlarını kısırlaştırmaktadır. Elbette bu bir yargıdır ve tartışılmalıdır. Ve fakat adına her ne kadar “soyut” dense de bu batılı anlayış, doğunun sanatının cevaplama imkânlarından fersah fersah uzaktadır.
Çünkü batılı anlamda soyutlukla doğunun maneviyat iklimi bambaşka şeylerdir.
Doğu, hakikati doğrudan bilmeye dönük ve onu kutsala duyulan saygıyla yeniden yorumlayan bir anlayışa sahipken batıda “soyut” kelime yitiminin, ifadesizliğin ve belki de yeteneksizliğin ardına sığındığı devasa bir kalkan gibi durmaktadır.
Kendi yerini bir türlü belirleyememiş çağdaş Türk resim sanatında da görünen o ki piyasaya egemen üretimlerin çoğu bu belirsizliği istismar etmekten başka hiçbir şey yapmamaktadır.
Egemen sanat anlayışımızda eskinin ve yerleşiğin mutlak kötülüğü ve fakat meçhul bir geleceğin ve “ilerinin” kesin iyiliği olarak özetleyebileceğimiz tuhaf bir materyalist mistisizm sanatçıyı belli ideolojik kanallara itmekte ve yetenekleri bilinçli şekilde dışlamaktadır.
Türk resim sanatındaki kısırlığı aşmanın tek yolu, İstanbul dışındaki illerde de çeşitli ekollere mensup sanatçıların çalışabildiği ortamları yaratmaktır.
Meselâ Hikmet Onat, Namık İsmail vd artık bir daha dönmemek üzere tarihin kuyusuna yuvarlanmış arkaik sanatçılar mıdır?
Bu sanatçılar artık Türk toplumuna hitap etmemekte, dilsiz mi kalmaktadırlar?
Sanırım bu sorun, “Türk modernleşmesi” büyük sorununun bir kısmını teşkil ediyor.
Modernizm veya çağdaşlık bizde, içinde yaşanan çağda geçerli olanı sorgusuz sualsiz kabul etmek şeklinde kabul edildiğinden olsa gerek kalıcı hiçbir okul üretemiyoruz.
Türk sanatı kendi kimliğini oluşturmaktan korkan, gelenekten kopmayı çağdaşlık sanan bir köksüzler zümresi gibi hareket ediyor. Ve her daim belirsiz bir “ileriye” doğru gözleri kapalı dört nala koşan bir ata benziyor.
Sanatçıya misyon biçmek gibi ideolojik ekabirliklere girmemek gerekiyor belki de amma…
Sanatçının artık kendi yeteneğine ve eğilimlerine göre özgüre ekolünü benimseyebileceği bir çeşitlilik ortamının sağlanması gerekiyor.
Bu ne derece mümkün? Çok zor. Çünkü kim ne derse desin Türkiye’de sanat İstanbul dışında yok gibi bir şey…
Dolayısıyla resim sanatının egemen elitinin benimsemediği ve hatta biraz da irice bir iddiada bulunursak “anlamadığı” hiçbir şeyin Türk sanatında yer alması mümkün değil. Ne yazık ki piyasayı belirleyen bu elitin anlayışı da otuz yıl geriden takip edilen kıta Avrupası sanat anlayışıdır.
Bu anlayış figürü küçümsemekte, resim sanatında ifade imkânlarını kısırlaştırmaktadır. Elbette bu bir yargıdır ve tartışılmalıdır. Ve fakat adına her ne kadar “soyut” dense de bu batılı anlayış, doğunun sanatının cevaplama imkânlarından fersah fersah uzaktadır.
Çünkü batılı anlamda soyutlukla doğunun maneviyat iklimi bambaşka şeylerdir.
Doğu, hakikati doğrudan bilmeye dönük ve onu kutsala duyulan saygıyla yeniden yorumlayan bir anlayışa sahipken batıda “soyut” kelime yitiminin, ifadesizliğin ve belki de yeteneksizliğin ardına sığındığı devasa bir kalkan gibi durmaktadır.
Kendi yerini bir türlü belirleyememiş çağdaş Türk resim sanatında da görünen o ki piyasaya egemen üretimlerin çoğu bu belirsizliği istismar etmekten başka hiçbir şey yapmamaktadır.
Egemen sanat anlayışımızda eskinin ve yerleşiğin mutlak kötülüğü ve fakat meçhul bir geleceğin ve “ilerinin” kesin iyiliği olarak özetleyebileceğimiz tuhaf bir materyalist mistisizm sanatçıyı belli ideolojik kanallara itmekte ve yetenekleri bilinçli şekilde dışlamaktadır.
Türk resim sanatındaki kısırlığı aşmanın tek yolu, İstanbul dışındaki illerde de çeşitli ekollere mensup sanatçıların çalışabildiği ortamları yaratmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder