Hayat Ansiklopedisi’nde “Antakya” maddesinde yanılmıyorsam, bir illüstrasyon vardı. Resimde Büyük İskender, elindeki kılıçla, çözülemeyen bir düğümü çözüyordu.
Bu “çözüm” genellikle “ne pahasına olursa olsuncu” fikirlerin meşrulaştırma gerekçesi olmuştur.
Elinde “tanrısal” bir güç olduğunu sananlar genellikle bu tür “çözümleri” pek sever.
(Her müşkülde devlet babadan medet umulmasından dolayı, devletçiliğin semirip vergilendirme ile bizi fakirleştirmesinin sebebi de budur, ama bu başka bir yazının konusudur.)
Geçen günlerde başbakanımızın, “Ne pahasına olursa olsun bu meseleyi çözeceğiz!” mealindeki çıkışı bana bu hikâyeyi hatırlattı.
Bedelin ne olduğu ve onu kimin ödediği düşünülmezse böyle lâflar etmek kolaydır. Bedelini başkasına ödettiğiniz şeyler için istediğinizi söyleyebilirsiniz.
“Açılımcıların” etnik ayrılıkçı tarafı ve “çözümcü” tarafı için de aynı şeyler geçerli.
Her seçimin kaçınılmaz bir sonucu getireceği, kaçınılmaz bir bedeli olacağı kanunundan kaçmaya çalışmak her iki kamın da asgari müştereği…
Açılımcıların “çözümcü” tarafı kendilerine karşı yükselen tepkilerle frene basa basa gidiyor ama gitmeye de devam ediyor.
Etnik ayrılıkçıların ise uzlaşma anlayışı, kendilerinin dediğine kayıtsız şartsız teslim olunmasından başka bir şey değil. Ya onların dediklerini yapacağız veya kan gövdeyi götürecek. Bu tehdidi “siyaset” diye pazarlayanların herhangi bir hukukî sorumluluk taşımamaları, borazanlığını yaptıkları katilleri daha da cesaretlendiriyor. Yakalandığında Türk devletine hizmet edebileceğini söyleyen, dizlerinin bağı çözülmüş bebek katilinin bu gün “ 40 milyon Kürt ayaklanırsa ne devlet kalır ne ordu” diyebilmesi dahi bizi uyandırmıyorsa sebebi, sebep- sonuç kanununu unutmamızdır.
Etnik terörün ortaya çıkış sebepleri ortaya konarak, bunun kaçınılmaz bir sonuç olduğunu söyleyenleri zaten dinliyoruz.
Mesele şu ki “çözüm” diye sunulan şeylerin istenen sonucu doğurup doğurmayacağı hususu hiç düşünülmüyor.
Etnik ayrılıkçılara, istedikleri “hakların” verilmesi halinde terör örgütünün kendini feshedip etmeyeceği soruluyor, bunun söz konusu olamayacağı açıkça söyleniyor.
Bu durumda kendisinden “çözüm” beklenen tarafla, temsilci taraf ayrı kabul ediliyor demektir.
“Çözüm sizin borcunuz ama ne yapacağımıza biz karar veririz!” demek açıkça bizden ayrı olduğunu kabul etmek demektir.
“Çözüm” aynı taraftakiler için söz konusu bir sonuçtur. Sadece nitelik açısından değil, siyaseten de ayrı taraflar, uluslar arası ilişkilerde kendiliğinden potansiyel düşmanlardır. Bundan dolayı müttefiklerin bile ayrı siyasi sınırları ve orduları vardır.
Bundan dolayı “çözümün” çerçevesi hususunda anlaşılamazsa ulaşılacak sonuçlar da “çözümden” ziyade savaşa kaymaya başlar. Bazıları bu savaşın zaten yıllardır sürdüğünü söyleyebilir ama eğer “çözüm” için öne sürülen etnik ayrılıkçı dayatmaların, “Türk’ten” ve Türk devletinden ayrı mecrada sürdürülmesi inadı devam ederse bebek katilinin salyalı ağzından savurduğu tehditlerin cevabının büyüklüğünü hiç kimse tahmin edemez.
“Kendi evimizdeki” problemleri, evimizin içinde tartışmakla, tetikçi tutup da ev halkını tehdit ederek “çözüme” ulaşmak aynı yere varmaz. Sonuçlardan ayrı olarak bu tutumlardan ikincisi zaten temelden ahlâk dışıdır.
Eğer kendinizi ev halkından saymıyorsanız, tetikçinizin sayesinde evi idare edebileceğinizi söylüyorsanız o zaman ev halkından sayılmazsınız. Ev halkından sayılmadığınız zaman da mutfağı, banyoyu, misafir odasını ancak ev sahibinin izniyle kullanabilecek misafir haline gelirsiniz ve artık salonda ayağınızı uzatıp gönlünüzce televizyon seyredemezsiniz. Eğer hem ev halkının huzurunu kaçırıp hem onları reddedip hem de tetikçi marifetiyle televizyon keyfi sürmek isterseniz de kulağınızdan tutulup dışarı atılırsınız. Ev ile ilgili “hak” iddialarınız ancak o evin içindeki haksızlıkları evin meşruiyeti çerçevesinde yargıladığınız zaman geçerlidir.
Kendi evinizi yapmak istiyorsanız bir arsa bulur ve oraya yaparsınız. Kendi ev halkınızı inkâr ederek evin geri kalanını yok sayarak evi yıkıp da ev sahibi olmaya kalktınız mı canınız yandığında kimseye kızmamalısınız.
Bu “çözüm” genellikle “ne pahasına olursa olsuncu” fikirlerin meşrulaştırma gerekçesi olmuştur.
Elinde “tanrısal” bir güç olduğunu sananlar genellikle bu tür “çözümleri” pek sever.
(Her müşkülde devlet babadan medet umulmasından dolayı, devletçiliğin semirip vergilendirme ile bizi fakirleştirmesinin sebebi de budur, ama bu başka bir yazının konusudur.)
Geçen günlerde başbakanımızın, “Ne pahasına olursa olsun bu meseleyi çözeceğiz!” mealindeki çıkışı bana bu hikâyeyi hatırlattı.
Bedelin ne olduğu ve onu kimin ödediği düşünülmezse böyle lâflar etmek kolaydır. Bedelini başkasına ödettiğiniz şeyler için istediğinizi söyleyebilirsiniz.
“Açılımcıların” etnik ayrılıkçı tarafı ve “çözümcü” tarafı için de aynı şeyler geçerli.
Her seçimin kaçınılmaz bir sonucu getireceği, kaçınılmaz bir bedeli olacağı kanunundan kaçmaya çalışmak her iki kamın da asgari müştereği…
Açılımcıların “çözümcü” tarafı kendilerine karşı yükselen tepkilerle frene basa basa gidiyor ama gitmeye de devam ediyor.
Etnik ayrılıkçıların ise uzlaşma anlayışı, kendilerinin dediğine kayıtsız şartsız teslim olunmasından başka bir şey değil. Ya onların dediklerini yapacağız veya kan gövdeyi götürecek. Bu tehdidi “siyaset” diye pazarlayanların herhangi bir hukukî sorumluluk taşımamaları, borazanlığını yaptıkları katilleri daha da cesaretlendiriyor. Yakalandığında Türk devletine hizmet edebileceğini söyleyen, dizlerinin bağı çözülmüş bebek katilinin bu gün “ 40 milyon Kürt ayaklanırsa ne devlet kalır ne ordu” diyebilmesi dahi bizi uyandırmıyorsa sebebi, sebep- sonuç kanununu unutmamızdır.
Etnik terörün ortaya çıkış sebepleri ortaya konarak, bunun kaçınılmaz bir sonuç olduğunu söyleyenleri zaten dinliyoruz.
Mesele şu ki “çözüm” diye sunulan şeylerin istenen sonucu doğurup doğurmayacağı hususu hiç düşünülmüyor.
Etnik ayrılıkçılara, istedikleri “hakların” verilmesi halinde terör örgütünün kendini feshedip etmeyeceği soruluyor, bunun söz konusu olamayacağı açıkça söyleniyor.
Bu durumda kendisinden “çözüm” beklenen tarafla, temsilci taraf ayrı kabul ediliyor demektir.
“Çözüm sizin borcunuz ama ne yapacağımıza biz karar veririz!” demek açıkça bizden ayrı olduğunu kabul etmek demektir.
“Çözüm” aynı taraftakiler için söz konusu bir sonuçtur. Sadece nitelik açısından değil, siyaseten de ayrı taraflar, uluslar arası ilişkilerde kendiliğinden potansiyel düşmanlardır. Bundan dolayı müttefiklerin bile ayrı siyasi sınırları ve orduları vardır.
Bundan dolayı “çözümün” çerçevesi hususunda anlaşılamazsa ulaşılacak sonuçlar da “çözümden” ziyade savaşa kaymaya başlar. Bazıları bu savaşın zaten yıllardır sürdüğünü söyleyebilir ama eğer “çözüm” için öne sürülen etnik ayrılıkçı dayatmaların, “Türk’ten” ve Türk devletinden ayrı mecrada sürdürülmesi inadı devam ederse bebek katilinin salyalı ağzından savurduğu tehditlerin cevabının büyüklüğünü hiç kimse tahmin edemez.
“Kendi evimizdeki” problemleri, evimizin içinde tartışmakla, tetikçi tutup da ev halkını tehdit ederek “çözüme” ulaşmak aynı yere varmaz. Sonuçlardan ayrı olarak bu tutumlardan ikincisi zaten temelden ahlâk dışıdır.
Eğer kendinizi ev halkından saymıyorsanız, tetikçinizin sayesinde evi idare edebileceğinizi söylüyorsanız o zaman ev halkından sayılmazsınız. Ev halkından sayılmadığınız zaman da mutfağı, banyoyu, misafir odasını ancak ev sahibinin izniyle kullanabilecek misafir haline gelirsiniz ve artık salonda ayağınızı uzatıp gönlünüzce televizyon seyredemezsiniz. Eğer hem ev halkının huzurunu kaçırıp hem onları reddedip hem de tetikçi marifetiyle televizyon keyfi sürmek isterseniz de kulağınızdan tutulup dışarı atılırsınız. Ev ile ilgili “hak” iddialarınız ancak o evin içindeki haksızlıkları evin meşruiyeti çerçevesinde yargıladığınız zaman geçerlidir.
Kendi evinizi yapmak istiyorsanız bir arsa bulur ve oraya yaparsınız. Kendi ev halkınızı inkâr ederek evin geri kalanını yok sayarak evi yıkıp da ev sahibi olmaya kalktınız mı canınız yandığında kimseye kızmamalısınız.
2 yorum:
Evvela,o dediğiniz yer Eskişehir yakınlarında Gordion'dur.Önemli değil neyse.
Ev sahibi haddinden fazla kibar olursa olacak budur.Para vermeyen kiracı üste ücret ister.
Bu öyle bir ev ki yıkan herkesten önce kendisi altında kalır.Bu böyle biline.Elinize sağlık.
Benim aklımda öyle kalmış, düzelttiğiniz için teşekkürler.
"Bu öyle bir ev ki yıkan herkesten önce kendisi altında kalır."
Gayet özlü belirtmişsiniz, gayet net, aklınıza,ağzınıza sağlık! Daha ne diyelim?
Yorum Gönder