Modern devletlerin, hukukla sınırlandırılması bilincinin yerleşmesiyle birlikte, vatandaşların yargı önünde “farksızlığı” çoğunluk dışında kalan grupların bir takım sorunlarının gündeme gelmesini sağlamıştır.
Artık çoğunlukların, farklılıkları, keyfe keder bir egemenlik anlayışı ile yok saymasının mümkün olmadığı anlaşılmıştır.
Bu noktada devlet yönetimine katılmak, meşru bir talep grubu olarak sayılmak yani siyaset yapmak arzusu basit çoğunluk egemenliği düşüncesini ciddi şekilde sarsmıştır.
Bunun ciddi toplumsal etkileri de olmuştur. Çünkü artık çoğunluk içinde ayrı kabul edilmek isteyen grupların varlığıyla, egemen kültürün mensupları,hayat tarzlarının tehdit edildiği hissine kapılmışlardır. Amerikan WASP’ının bazen ırkçılığa varan tedirginliğinin altında yatan sebeplerden biri de herhalde budur.
Sanırım, modern devletlerin doğuşu, daha sonra Wilson prensiplerinin ortaya çıkışı her toplulukta bir bağımsız egemenlik alanı rüyasını ateşlemiştir.
Burada sınıfsal bir bilinçten çok kültürel bir homojenlik kaygısının yattığını düşünüyorum.
Sömürgecilik sonrası dönemin yaygın tepkisi ve arzusu bağımsızlık olmuştur.
Bunu anlamak kolaydır.
Öte yandan etnik siyasete damgasını vuran bu yaygın bağımsızlık arzusu kökleri tarihte derinleşmiş, uzun bir zamandır heterojen toplum olarak yaşan ülkelerde çok sancılı ve üzücü ayrışmalara tol açmıştır.
Zamanla etnik siyasetin ne pahasına olursa olsun ayrışmak talebinden öteye gitmemesi, medeniyet açısından ciddi bir tehdit gibi görünmektedir.
Çünkü bu tür bir parçalanmanın nereye kadar gitmesi gerektiğini kimse bilemez. Etnik grupların içindeki alt kültürlerin bağımsızlık taleplerini nereye koymamız gerektiğini nasıl bilebiliriz? Dünyanın birer köy kadar küçük sayısız bağımsız devlete ayrışması sanırım en radikal hümanistlerin dahi kabul edemeyeceği bir felaket olurdu.
Etnik siyaset nedir?
Etnik siyaset, millî ( büyük)kültür içinde kendince ayrışan, radikal farklılık iddiası güden bu farklılığı ırki kökenle ispatlamaya çalışan, tarihsici bir ispatlama yoluyla meşrulaşmaya gayret eden ve nihaî hedefi kendi siyasi ve hukuki egemenlik alanını oluşturmak isteyen siyasetin adıdır.
Etnik siyasetin psikolojik dayanağı, yabancı korkusuna dayalı ötekileştirme arzusudur. Buna, büyük kültüre duyulan büyük bir nefret ve kıskançlık da eklendiğinde ortaya tarihsici ve bazen ırkçı bir megalomani çıkar. Meselâ bazı tartışmalarda aslında Türk diye bir şeyin olmadığı, Türk diye anılanların içinde bir sürü ırkî karışıklı olduğundan dem vurulur. Aslında bu, tam da millet denen heterojen ve büyük toplumsal yapının ayakta kalma prensiplerine duyulan derin kıskançlığın ve aşağılık kompleksinin itirafıdır. “Türk” adının ontolojisine yönelik bu itirazların zımnen söylediği, kendi etnik yapılarının ırken Türk’ten açıkça ayrı ve daha saf olduğudur. Çünkü etnik bir siyaset için varoluş sebebi tam da saflığından şüphe duyulamayacak bir çekirdek toplumsal yapının bu saflığını siyaseten korumak güdüsüdür.
Bunun sebebini de anlamak kolaydır. Çünkü “etnik diyebileceğimiz yapılar uzun zaman belli bölgelerde genellikle gayet izole yaşamış, gerek ırken gerekse kültürel olarak fazla karışmamış, toplumsal yapıları uzun zaman derin değişmeler geçirmemiş, varoluş şekilleri kendi içlerindeki evliliklerle belirlenmiş yapılardır.
Dolayısıyla etnik gruplardan “açık toplum” davranışları beklemek anlamsızdır.
Etnik siyasetin sığlığı, var olmanın ancak ayrışmayla mümkün olduğu kanaatine sığınmasıdır.
Daha öne de değindiğimiz gibi, ayrışmanın, “saf” bir ırkî ve kültürel otarşi meydana getirmenin etnik gruplara huzur getirebilmesinin, refahı ve hürriyeti sağlamsının hiçbir teminatı yoktur. Bu tip bir saflaşmaya dayanan homojen etnik devletlerin aksine farklılaşmaya, ayrıştıkları büyük kültürden daha tahammülsüz olmak ihtimalleri çok daha fazladır.
Peki yapıcı bir etnik siyaset imkânsız mıdır?
Farklılığı ifade etmenin tek yolu ayrışmak mıdır?
Elbette tek yol bu değildir.
Doğru ve meşru bir etnik siyaset, büyük kültürün egemenliğinin ancak toplumsal ilişkilerde ve kendiliğinden var olması gerektiğini, bu egemenliğin resmî bir ayrımcılığa uzanmamasını talep etmek üzerine kurulur. Bu, etnik grubun varlığının toplumsal ve bürokratik huşunetten masun kılınması için gereklidir.
Bu talebin dayanağı, etnik grubun farklılığı değil, hukukun herkes için aynılığıdır. Haklar farklılıklardan kaynaklanmaz, insanın varoluşundan kaynaklanır. Oysa etnik siyasetin ayrışma hedefi için sürekli temel haklar söylemini, farklılık üzerinden istismar etmesi neredeyse kanıksanmış bir durum…
Etnik bir siyaset, etnik grupların hukuk önündeki eşitliği konusundaki uyarıcı bir hassasiyetten öteye gitmemelidir. İfade hürriyetleri konusunda herhangi bir vatandaştan farkı olmayan, kendi okullarını kurabilen, kendi yayın organlarına sahip etnik grupların varlığının yolu silahlı tehditten geçmez. Etnik siyaset bu noktada ülkenin hukuk birliğinin ayrılmaz bir parçası olarak taleplerini hukuk önünde eşitlikle savunmalıdır. Etnikliği büyük kültüre düşmanlıkla korumaya çalıştığınızda şiddeti de meşrulaştırmaya başlarsınız. Bunu yaptığınız anda siyasetini güttüğünü iddia ettiğiniz etnik grubu toplumsal bir tehdit haline getirmiş olursunuz.
Hukuka tamamen saygısız bir çete haline gelmemiş hiçbir devlette, vatandaşların sözle savunma sınırından öteye geçip devlete silâh çekme hakkı olamaz! Bu sınır, sadece büyük kültürün mensupları için etnik gruplar için de böyledir.
Dolayısıyla etnik grubun ifade hürriyeti ile ilgili siyasi talepleri olan hiçbir parti de ülke çoğunluğuna yöneltilmiş silâhlı tehdidi onaylayamaz. Bunu yaptığı takdirde siyaset sınırını aşmış ve “düşman” haline gelmiş demektir.
Bir ülkenin siyasetçilerinin meşruiyeti hangi hukuki birliği tanıdıklarıyla belirlenir. Eğer etnik siyaseti, çoğunluğa hele de silâhlı bir düşmanlıkla renklendiriyorsanız, artık , içinde yaşadığınız toplumda farklı bir renk değil, kendisinden kurtulunması gereken bir leke haline gelirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder