Millî devlet, normatif ve âmir olmak zorunda mıdır?
Millî devletin nitelikleri onun tabiatından kaynaklanmaz.
Devlet denen mütekâmil emniyet sağlayıcının oluşumu için zaten farklılıklar taşıyan kavimlerin veya moda tabirle “etnisitelerin” bir araya gelerek, soyut değerler etrafında birleşme iradesini göstermeleri gerekir.
Dolayısıyla kendisi heterojen bir yapı oluşturan milletin, herhangi bir homojenlik vurgusuyla bir hukuk birliği, emniyet sağlayıcılığı temin etmesi,devletin mantığına aykırıdır.
Milletleşme bir benzeşme sürecidir ve bu süreç ancak soyut kurallara, hukuk idealine uymak yönündeki sürekli bir irade ile yürüyebilir, yürütülebilir.
Bu benzeşme sürecinin omurgasını veya anayolunu teşkil eden şüphesiz bir “büyük kültür” olacaktır.
Devletin görevi herkesi yeknesak parçacıklar haline getirmek değildir. Herkesin bu benzeşme sürecinde zarar görmeden ve başkasına zarar vermeden etkileşmesini teminat altına almaktır.
Millî devlet karşıtı liberallerin, ferdin özerkliğine vurgu yapmaları ve kimliklerin özgürce yaşamasını savunmalarının millî devletin bütünlüğüyle ilgisi yoktur.
Devletin varlığı, hukukun teminatı için şarttır. Devletin nasıl şekillendirildiği, devleti kuran toplumun tercihlerinin sonucudur. Eğer tercihler âmir bir devlet yönünde kullanılır ise devletin tabiatı kendiliğinden bu yünde değişir. Eğer toplumda yaygın bir ferdiyet şuuru, bir hukuk ideali ortaya çıkmışsa devletin şekli de kendiliğinden hukuk devletine doğru değişecektir.
Millî devlet karşıtı liberal yan kolun yanlışı veya kastı, devletten bahsederken, onu toplumun üstünde bir âmir-şekillendirici olduğunu peşinen kabul etmek.
Soru dönüp dolaşıp memleketimizdeki etnik terör ve ayrılıkçılıkta düğümleniyor.
Fertlerin kendilerini zordan masun şekilde ifade etmeleri ideali, devleti oluşturan milleti reddetmeyi gerektirir mi? Devlete adını veren ekseriyetin, hiçbir belirleyiciliğinin olmamasını sağlamak gerçekten etnik unsurların haklarını korur mu? Veya etnik unsurların haklarını korumak adına ekseriyetin varlığını reddetmek hukukla bağdaşır mı?
Bir sihirli değnek gibi sarılınan “adem-i merkeziyetin” ölçüsü ne olmalıdır?
Her kimlik grubunun, ekseriyetten bağımsız şekilde kendi hayatına yön vermesi mi arzulanmaktadır?
Her kimlik grubunun, ekseriyetten bağımsız şekilde kendi hayatına yön vermesi mi arzulanmaktadır?
Sorun sadece ferdin ifade hürriyeti değildir.
Sorun, azlıkların, çoğunluktan bağımsız siyasî birlikler kurup kuramaması sorunudur. Bu şekilde çoğunluğun etkisiz veya yasaklı olduğu siyasî egemenlik alanları tesis edilecek midir, edilmeli midir?
Etnik siyasetin ana hedefi, çoğunluktan siyasi ve hukukî şekilde kesin olarak ayrışabilmektir.
Adem-i merkeziyet eğer siyasî ve hukukî birliğin yokluğu ise parçalanmanın nereye kadar gideceğini kimse bilemez.
Meselâ Kürt kardeşlerimiz kendi kimliklerini ülkenin geri kalanından bağımsız yaşayacakları bir egemenlik alanı talep ettiklerinde, kendi içlerindeki daha küçük etnik grupların her biri aynı talebi dile getirdiklerinde ne yapacaklardır?
Veya “bağımsız” etnik egemenlik alanlarında, farklılıklara tahammül gösterileceğinin, temel hakların korunacağının garantisi nedir? Kuzey Irak sorununun hiçbir liberalce dikkate alınmaması, bu bölgede Kürtçe’nin sadece bir şivesine izin verilmesinin incelenmemesi düşündürücüdür.
Nihayetinde her fikrin siyasî sonuçları olacaktır. Her fikir kendine “egemenlik” alanında bir yer edinmek isteyecektir. Bu fikirlerin hepsinin hukuka uygun olup olmadığına, bir arada yaşamamızı sağlayan hukuku çiğneyip çiğnemediğine bakmaksızın hayata geçirilmesi ve böylece siyaset yapıldığı iddiası ancak bir saçmalık olabilir. Dolayısıyla bölünmek, ayrışmak isteyen herkesin fikrini sırf bir fikirdir ve ifade hürriyetinin nesnesidir diyerek hayata geçirmeye çalışmak mantıklı değildir.
Bilhassa liberallerin, siyasi taleplerin, fikirlerin, hukuka uygunluk kayıt ve şartını gözetmeksizin kabul görmesi için uğraşması idealizmden ziyade, sola atfedilen yıkıcılık dürtüsünün bir tezahürü gibi görünüyor.
Bir hukuk birliğini sürdürmek için bir merkez etrafında kenetlenmiş homojen bir kitle olmaya gerek yoktur ve millî devlet de bu anlama gelmez. Millî özellik taşımayan hiç bir devlet de aslında yoktur. Daha önce de dediğimiz gibi “millî” devleti, hukuk birliği idealinde birleşmiş kavimlerin oluşturduğu, sosyolojik benzeşmelerle renklenen devletten başka bir şey değildir. Bu benzeşmenin bir hâkim renginin olması sosyolojik bir realitedir. Bu benzeşmeyi inkâr ederek, her kimliğin ifade hürriyetini savunmak bir tenakuzdur. Bu, her kimliğin izole şekilde yaşamasını istemektir. Bu izolasyonu siyasî otarşiyle desteklemek adem-i merkeziyet değil ırkçılığın bir başka tezahürüdür.
Liberal okumuşların adem-i merkeziyetin sınırından özellikle bahsetmemeleri dikkat çekicidir. ABD örneğinde bile eyaletlerin bir birlik vatandaşına sınırlarını kapatabilmeleri durumu ayan beyan ortadayken bahsedilen adem-i merkeziyet halinde meselâ Diyarbakır’ı “Türk” kimliğine yasaklamak gibi bir aşırılığın önüne nasıl geçileceği hiç merak edilmemektedir.
Maalesef ülkemizde liberaller etnik ayrılıkçılar tarafından sosyalistlerden daha etkin şekilde kullanılmakta, temel haklar kuramının sulandırılması işi etnik ayrılıkçılar adına liberal okumuşlarca gayet güzel yerine getirilmektedir.
Oysa etnik ayrılıkçılığın nihaî hedefi, millî devletten çok daha homojen ve doğrudan kan bağına dayalı bir etnik otarşik bürokrasidir. Bu düşünceye dayalı bir devlet talebini özgürlük bağlamında meşru kabul edip de temel haklara saygılı bir millî devlet tasavvuruna daha en başta tartışmasız bir düşmanlık ve hınç beslemek Türk liberallerinin en büyük ayıbıdır. Görünen o ki Türk liberalleri için millet bir utanç kaynağıdır. Millî olan her şeye duydukları sınırsız hınç ve nefreti sorgulamadıkça, temel haklar konusundaki duyarlılıklarına rağmen milletin ekseriyeti tarafından neden sevilmediklerini anlamaları da mümkün olmayacaktır.
1 yorum:
Mükemmel yorum! Ne kadar teşekkür etsem az.
Yorum Gönder