(Didaktik bir masal denemesi)
Bir varmış bir yokmuş.
Bir fırıncı varmış.
Bu fırıncı, aç gözlü gaddar, bencil bir adammış.
Çünkü yaptığı ekmekleri hiç kimseye bedava vermezmiş. Gerçi bazıları fırının arka kapısından ellerinde birer ikişer ekmekle çıkar gidermiş ama gene de fırıncının bencilliği dillere destanmış.
Mahallede fırıncıyı hiç sevmeyen bir piri fani, sürekli insanlara onun ne kadar bencil biri olduğunu anlatır dururmuş. “Bütün derdi, çocuklarına birer ev yaptırabilmek! Sizin ekmek yiyip yiyememeniz umurunda bile değil! Her akşam defterinin başına oturur,ne kadar para kazandığını hesaplar durur!” diye insanları kışkırtırmış.
Mahalleden bazıları ona ne kadar parası olduğunu sorduklarında onları fırınından kovmuş. Bu tutumu mahalleliyi daha da kızdırmış. “Bizden kazandıklarıyla çocuklarına ev yapıyor! Bizim paramız olmasa kimi soyacak?!” diye kendi aralarında konuşmaya başlamışlar.
Aralarından bazıları, fırıncının düşmanı olan sakallı adama gidip ne yapmaları gerektiğini sormuşlar.
“ Eğer aramızda böyle bencil biri olmasaydı her şey daha güzel olurdu! İnsanların bencilliğini engelleyecek bir büyüm var, o büyüyü fırıncıya yaparsam her şey düzelir ama sizin de buna destek vermeniz gerek!” demiş
Bütün mahalle bu fikri can-ı gönülden desteklemiş. Sinirli, bencil ev açgözlü fırıncının bir meleğe dönüşmesi fikri hepsinin çok hoşuna gitmiş.
Sakallı ihtiyar bir gün fırıncıyı kahveye davet etmiş. Fırıncı , sakallı adamdan böyle bir dostluk görmeyi beklemediğinden şaşırmış. “Son hesaplarımı bir yapayım da geleyim..” demiş. Sakallı adam bu söze bozulmuş ama belli etmemiş. “Nasıl olsa bundan sonra hesap yapamayacaksın, aç gözlü adam!” demiş içinden.
Fırıncı hesapların yapmış, defterini kapattıktan sonra kendisine un getiren toptancıyı aramış. Söyledikleri toptancıyı hiç memnun etmemiş ama fırıncı gülmüş.
Fırınını kapatıp doğruca kahvenin yolunu tutmuş.
Sakallı adam fırıncıyı kendinden hiç beklenmedik bir coşkuyla karşılamış. “Gel mahallemizin ekmek üreticisi, aziz dostumuz!” demiş. Kahvedekiler de aynı coşkuyla ayağa kalkınca fırıncı durumdan işkillenmiş ama kendisini kucaklayan sakallı adamı geri çevirmemiş.
Sakallı adam, fırıncıya hayatında içip içebileceği en güzel çayı getirmiş. Tavşan kanı, enfes kokan bir çaymış bu.
Çay gelince fırıncı, cebinden bir kesme şeker çıkarmış, çaya atmış.
Sakallı adam şaşırmış.
“ Kahvede güzel şeker varken neden kendin şeker atıyorsun ki çaya?” diye sormuş.
“Alışkanlık…” demiş gülmüş fırıncı.
Çayın tadı normalden biraz daha acı gelmiş fırıncıya ama misafirliğin hakkı için yüzünü buruşturmamış.
İkinci çayı içerken gene kendi cebinden çıkardığı şekeri atmış çaya. Sakallı adam buna aldırmamış, çünkü fırıncının yüzü gitgide değişiyormuş. Fırıncı da bu değişikliğin farkına varmış, önce biraz korkmuş ama işin sonunu beklemeye kara vermiş.
Üçüncü çaylar da içildikten sonra fırıncı yüzünün çok acıdığını hissetmiş.
Sakallı adam bir kahkaha atmış! “Oldu işte!” diye bağırmış. Kahvedekiler de fırıncının yüzüne bakıp dehşetle yüzlerini örtmüşler.
“İşte bencilliğinin kötülüğü yüzüne vurdu! İşte yıllardır sizi sömüren fırıncının gerçek yüzü budur!é diye bağırmış sevinçle sakallı adam.
Fırıncı şimdi ne gülebiliyor ne de ağlayabiliyormuş.
Sakallı adam “ Artık mahallemizin emrindesin fırıncı!” diye bağırmış. “ Artık yalnız bizim iyliğimiz için ekmek yapacaksın!” demiş.
Fırıncı başını öne eğmiş: “Peki efendim..” demiş.
Sakallı adam gülmüş: “ Gördünüz mü, artık bencilliği yok edebiliyoruz! Artık istediğimiz kadar ekmeğimiz olacak!” diye bağırmış.
“Şimdi sana mahalle adına emrediyorum fırıncı! Git bize ekmek yap!” demiş sakallı adam.
Fırıncı gene başı önde “Emredersiniz!” diyerek fırına doğru yürümüş. Fırını açıp ekmek yapmaya başlamış. Kalfaları buna çok şaşırmışlar ama hem ustalarının görünüşünden hem mahallelinin gazabından korktuklarından ona yardım etmişler.
Sabaha kadar durmadan ekmek yapmışlar. Mahalleliler, fırından istedikleri kadar ekmek alabildiklerini görünce çılgına dönmüşler.
Hepsi sakallı adamın kudretine ve ileri görüşlülüğüne hayran olmuşlar. “Bencillik gerçekten kötüymüş!” demişler.
Sabaha karşı fırında un bitmiş.
Mahalleli neden ekmek yapılmadığını sormuşlar fırıncıya. Fırıncı yüzü kadar ifadesiz sesiyle, unlarının bittiğini söyleyince: “Öyleyse iste un getirsinler!” emiş mahalle sakinleri.
Fırıncı, toptancısını aramış ama çok geçmeden telefonu kapatmış. Mahalleli merakla telefonu nende kapattığını sormuşlar. “ Ona mahalleli için ekmek yapacağımı söyledim ve bana mahalleli için un vermesini istedim, bana gülüp telefonu yüzüme kapattı” demiş.
Sakallı adam “Öyleyse herkesi bencilliğinden kurtarmamız gerekiyor!” demiş ve herkese kendi büyüsünden içirmiş.
Mahallenin ayakkabıcısı dükkânını açmış ve durmadan, durmadan ayakkabı yapmaya başlamış, herkes yaptığı ayakkabılardan canının istediği kadar almaya başlamış. Mahallenin terzisi de oturup gömlek dikmeye başlamış, elindeki kumaşlar bitinceye kadar dikmeyi sürdürmüş, mahalleli onun gömleklerini de sonuna kadar almış. Mahalle bakkalı dükkânının kapısını sonuna kadar açmış, mahalleli onun dükkânındakileri de sonuna kadar almış, götürmüş.
Aradan bir hafta geçmiş evlerdeki erzak azalmaya başladığında mahalleli bakkalın yolunu tutmuş ama orada hiçbir şeyin kalmadığını görmüşler. Bunun üzerine fırıncıya gittiklerinde, fırının söndüğünü, ortalıkta artık yiyen farelerden başka bir şeyin kalmadığını görmüşler.
Bunun üzerine bir kadın, komşusunun yakasına yapışmış:” Çocuklarım var, bana yiyeceklerini vermelisin!” diye haykırmış. Adam buna itiraz edememiş, çünkü sakallı adamın büyüsü bunu yapmasını engelliyormuş. Adam kadını evine götürmüş bütün yiyeceğini ona vermiş, kadın mutlu evine döndüğünde bir de ne görsün, kendi buzdolabının başında üç delikanlı, kalan yemekleri yiyorlar! Onara kızamamış, çünkü sakallı adamın büyüsü buna engelmiş.
Çok geçmeden mahallede açlık baş göstermiş.
Sakallı adam herkese bağırıyormuş: “Mahalleniz için üretin!” diye… Mahalleli bu emri yerine getirmek istiyormuş ama artık birbirlerinden alabilecek bir şeyleri olmadığını görüp ağaçlara ve bulabildikleri hayvanlara saldırmaya başlamışlar.
Sakallı adam nereye gideceğini bilemezken, koluna biri dokunmuş, bu fırıncıymış.
“Otur sana çay ısmarlayayım” demiş.
Sakallı adam şaşırmış: “Çayı nereden buldun?” diye sormuş öfkeyle.
“Kendim için sakladığım biraz çay vardı” demiş fırıncı.
Sakallı adam şaşırmış:
“Nasıl olu? Sen kendin için nasıl bir şey yaparsın?” demiş.
Fırıncı elinde tuttuğu şekeri göstererek,”Bu şekeri istiyor musun?” demiş.
Sakalı adam kendini tutamadan: “Evet!” demiş.
Fırıncı: Öyleyse bana “Benim” de!”
Sakallı adam ne olduğunu tam anlayamasa da “Benim” demiş ve fırıncının elinden şekeri almış.
Fırıncı gülmüş: “Gördün mü?” diye sormuş.
“Neyi gördüm mü?” demiş sakallı adam.
“ İstedin… “
“İstedim mi? Evet.. İstedim, ne var bunda?”
“Herkesin bencilliğini yok ettin değil mi? Öyleyse neden mahalleli ağaç kabuğu ve ölü hayvan yiyor?”
“ Herkes birbirine yardım etti!”
“ İyi işte! O zaman herkes mutlu olmalı?”
“Ne diyorsun, anlamıyorum! Ben herkesin birbirine karşılıksız yardım etmesini sağladım!”
“ Tamam!.. O zaman niye insanlara bağırıyordun az önce?”
“ Çünkü durmadan kendileri için bir şeyler…”
“Kendileri için? Bir şeyler… “İstiyolar” değil mi? Fırınımda onlar için ekmek yaptım, peki onlar kimin için ekmek istedi? Ekmeği kim yedi? Onların isteklerini yok edebildin mi? İsteyen kimdir? İstemek ne demektir, bunu hiç düşündün mü? ”
“ Ne yani kötü mü yaptım?!”
“Cevabı sen ver…”
“ Hem sen... Sen nasıl kurtuldun büyümden?”
“ Hayatta öğrendiğim bir şey varsa sakallı dostum, kendin için kendi elinin emeğiyle kazandığından başkasına güvenmemen gerektiğidir. Cebimden çıkardığım şeker, isteyerek ve karşılığını vererek aldığım kendi şekerimdi. Büyün görünüşümü değiştirdi ama sırf bundan aklımı çelemedi.”
“Ama gene de ekmek yaptın?”
“ Ne istiyorsan onu verdim sana da mahalleliye de… İstediğiniz bedava ekmekti, aldınız, peki mutlu oldunuz mu?”
“ Amanııın! Ben ne yaptım? Peki ama. Şimdi ne yapacağız? Onların ellerinde artık kendileri için edindikleri hiçbir şeyleri kalmadı!? Büyüyü nasıl bozacağım?”
“ Büyün bozuldu bile…”
“Nasıl? Ben bozmadan büyü bozulamaz!”
“ Az önce, kendin için, karşılığını vererek bir şey edindin ya?...”
“Ne? Senin hiç ekmeğin kalmadı ki?” diye bağırmış telâşla.. Sonra boş bakışlarını, boş fırına dikmiş ve ağzından şu kelime dökülmüş:”Benim!”
1 yorum:
Beğendiğinize sevindim. Ne kadar eskiymiş... Çok teşekkürler.
Yorum Gönder