14 Ocak 2009 Çarşamba

Adlî Polis Hükûmet Üstülüğün Bir Aracı Olabilir mi?

Yar_Sav adlı derneğin başkanı, son katıldığı televizyon programında özel soruşturmaların, “hükümetten bağımsız bir polis birimince” yürütülmesi gerektiğini söyledi.
Bu tür bir adli polis örgütüyle tam bağımsız bir soruşturma yürütüleceğini öne sürdü.
Elbette adli polis teknik bir meseledir. Yalnız bir meselenin teknik olması onun mantıktan veya hukuk felsefesinden ayrı mütalâa edilebileceği anlamına gelmez.
Sayın savcının öne sürdüğü öneri aslında “hükûmetten bağımsız” bürokrasi sınıfı oluşturmak düşüncesinin bir parçasından ibaret.
Son koalisyon hükûmeti ile siyasetin ülke yönetiminde etkisiz kılınmasının büyük ölçüde önünü açan “hükümetten bağımsız” bürokratik yapılar acaba gerçekten hukuk devleti ile bağdaşır mı?
Ergenekon soruşturmasında zaten, hükümetten bağımsız, hükümet denetimine kapalı, bürokrasinin tamamen kendi kendini yetkilendirmesiyle oluşturulmuş birtakım infaz kurumlarının varlığı araştırılırken bir de “hükûmetten bağımsız” polis oluşturmak acaba gerçekten çözüm müdür?
Maalesef Türkiye’de seçilmiş vekillere karşı açık bürokratik husumetin, açık tedhiş ve şiddetin yanı sıra terbiye sınırlarını da aştığı 27 Mayıs darbesinden bu yana bürokrasi açık veya örtülü şekilde sürekli egemenliğin kendisinde olduğunu hatırlatıp durmuştur. Seçilmişlere “kuyruklar” gibi sıfatlarla hakaret edebilmeyi adet edinmiş tek parti zihniyeti ve onu bürokratik temsilcileri için devlet yönetiminin zaten seçilmiş hükümetlere bırakılması söz konusu değildir.
“Hükûmetten bağımsız bürokrasi” anlayışı, hükûmetleri iktidarsızlaştırmanın diğer adıdır. Yani devlet yönetiminin milli iradeden memurların iradesine devredilmesinin ifadesidir.
Sayın savcı, Ergenekon soruşturmasında polisi “hükümet yanlısı” göstererek bu soruşturmanın meşruiyetini sorgulamaktadır. Sorun şudur ki zaten bir milletin silah kullanmaya yetkili memurları hükûmetin yani, milletin temsilcilerinin denetiminde değillerse “polis devleti” oluşmaya başlamış demektir.
Sorun, filli egemen “bürokratik iktidarın” milletin temsilcilerinin iktidarını “tanımamasıdır.” Bunu üniversite açılışlarından, adli yıl açılışlarına kadar her “önemli” toplantıda zaten dile getirmektedir. Durmaksızın, siyasi iktidarın, ülkeyi “kendi bildiği” şekilde yönetemeyeceği, “bu ülkenin sahipsiz olmadığı” vurgusunun yapılmasının özü budur. Meselâ askerî harcamaların Sayıştay denetimine açılması gibi bazı “hassas” konularda askerin sadece “millete” hesap vereceğinin söylenmesi de aslında siyasi iktidarın bürokrasi açısından herhangi bir anlam ifade etmediğinin delilidir.
Milletin iradesinin, seçilmiş hükûmetler dışında bir temsilcisi var mıdır? Eğer yoksa ve demokrasi hukuk sınırları içinde bu temsil yetkisinin bürokrasiye emretmesinden ibaretse “hükûmetten bağımsız” bürokratik oluşumlar önermek demokrasiyle, daha da önemlisi hukuk mantığıyla bağdaşır mı?
Bunun bir örneği de anayasa değişikliğinin iptali skandalıdır. Yasama organını, yani millî iradenin tecelli ettiği en yüce makamı anayasa yapamaz hale getirmek, ülkeyi aslında milletin yönetemeyeceğini söylemek demek değil midir? Burada da “yasa yapmak” işinin hükümet çoğunluğundan bağımsız bir “yargı bürokrasisinin işi” olduğu zımnen ifade edilmemiş midir?
Emniyet güçleri zaten adlî olarak doğrudan savcıların emrinde değiller midir? Savcıların tamamen kendi emirlerindeki adeta bir dükalık ordusu kurmaları, yargı tarafsızlığı açısından ne gibi bir değişiklik getirebilir?
Hükûmetlerden bağımsız olmak acaba “tarafsız” olmanın teminatı mıdır? Herhangi bir savcının, yetkisini kötüye kullanarak, kendi ideolojisine aykırı herkesi göz altına almasını nasıl önleyebiliriz? Sayın savcı, bürokrasinin her kademesinin arzuladığı “sorgulanamazlık”,” sorumsuz yetkililik”, “hükûmetler üstü” olmak ayrıcalığının yargı kanadını temsil eder görünmektedir.
Kaldı ki AB ilerleme raporlarında eksikliği bildirilen adlî polis uygulaması ile adalet bakanlığının yetkileri arttırılmakta. Yani sayın savcı adli polisten bahsederken aslında AB sürecinde bahsedilen yapıdan çok farklı bir şeyi tasavvur etmektedir.
İkinci sorun şudur: Sayın savcının savunduğu hükûmetlerden bağımsız bir silah kullanıcı birimin denetimini kim yapacaktır? Sayın savcı Türkiye’nin bir korku devleti haline geldiğini söylerken, tarafsızlıkla ilgili hiçbir sorumluluk almaksızın tamamen denetim dışı bir güç kullanma yetkisini kendi üzerine almak ister gibi görünmektedir. Dolayısıyla onun kafasında tasarladığı “adli polisin” asıl korkulması gereken otoriter yönetimlerin kapısını açması daha muhtemeldir.
1997’de kendilerine hukuk öğreten post modern darbecilere alkış tutabilmiş bazı yargı mensuplarının bu tutumuyla ciddi şekilde yara almış bir bürokratik zümrenin sayın üyesinin hükûmetleri, seçilmişleri “polisi hükümetin adamı” olarak göstererek, zımnen gayrımeşru sayan tutumu ile ne darbelerin önü alınabilir ne de hukuk devleti tesis edilebilir.

Hiç yorum yok: