Eczacı mitinginde eczacıların dile getirdikleri talepleri eleştirmiştik. Bu talepleri birkere daha hatırlatmakta sayısız faydalar var:
1-Çıkarılan her yeni yasa ve yönetmelikle hak kaybına uğruyoruz. Hak kaybını önleyecek yasal düzenlemeler istiyoruz.
2- Sürekli değişen kurallar, yamalı bohçaya dönen sözleşmeler değil, akıllıca planlanan kalıcı sözleşmeler istiyoruz.
3- Avans değil, verdiğimiz hizmetin eksiksiz karşılığını istiyoruz.
4- Provizyon sistemlerinden kaynaklanan hataların faturası eczacılara yüklenemez. Düzgün işleyen ve sorunsuz bir provizyon sistemi istiyoruz.
5- Ödemelerin zamanında ve tam yapılmasını istiyoruz.
6- Meslek örgütlerimize yasalarla güvenceye alınmış yetki ve sorumluluk verilmesini istiyoruz.
7- Eczacı olmak mesleki bir formasyondur. Meslek hakkımızı istiyoruz.
8- Bedelsiz kamulaştırmaların son bulmasını ve eczanelerdeki yıkımın durdurulmasını istiyoruz.
9- Kademeli iskonto uygulamasının yeniden düzenlenmesini istiyoruz.
10- Adil bir reçete dağıtım sistemi istiyoruz.
Basın yayın organlarında eczacılar, hastaları istismar eden bir çıkar grubu olarak lanse edildiler sürekli. Devletin yüksek bürokrasisi sürekli hastanın ilaca ulaşması üzerinde odaklanarak eczacı taleplerinin bunu engeller mahiyette olduğunu çağrıştıran eleştiriler getirdiler.
Buna mukabil, TEB ( Türk Eczacıları Birliği) Birbiriyle tutarsız bir talepler listesiyle ve tam bir kolektivist felsefeyle eczacıların maddi ve manevi gücünü bir kere daha israf etti.
Büyük Eczacı mitingi neden boşa gitti? Bunun sebebi meslek örgütü kavramının tamamen devletçi bir bakışla mevzuatta yapılandırılmasıdır.
Türk Eczacıları Birliği Kanunu şu maddeyle başlıyor:
Madde 1 - (Değişik: 16/5/1983-KHK 69/1 md.; Değiştirilerek Kabül: 8/1/1985-
3145/1 md.)
Türkiye sınırları içinde meslek ve sanatlarını yürütmeye yetkili olup da,
özel kanunlarında üye olamayacakları belirtilenler hariç, sanatlarıyla uğraşan
ve meslekleriyle ilgili hizmetlerde çalışan eczacıların katılmasıyla; eczacıla-
rın müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak,
eczacılığın genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak; eczacıların
birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak
üzere, meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadıyla tüzelkişiliğe sahip kamu
kurumu niteliğinde Türk Eczacıları Birliği kurulmuştur.
Kanunda, tanımlamanın özü, meslek örgütünün bir “kamu kurumu” olduğudur. Buradaki temel karışıklıkta, “kamu” kelimesinin bürokrasiyi mi yoksa sivil ahaliyi, halkı mı ilgilendirdiğinde düğümleniyor.
Elbette kamu hukukuyla ilgilenenler bunun doğrudan bürokrasiyi ilgilendirdiğini söyleyeceklerdir. Budurumda TEB, TZDK, TMO, MİT, T.C.Ziraat Bankası gibi bir devlet dairesi gibi tasavvur edilebilir. TEB’in bir meslek örgütü olması onun “sivil” bir örgüt olduğu intibaını uyandırabilir ama kanunun ilgili maddesinin devamında:
“Mesleğini serbest olarak icra eden veya özel kuruluşlarda eczacılıkla ilgili
hizmetlerde çalışacak eczacılar işe başlamadan önce bulundukları ilin eczacı
odasına kaydolmaya ve üyelik ödevlerini yerine getirmeye mecburdurlar” denmektedir.
Bu durumda “serbest” çalışan eczacıların da bir kamu kurumuna mensubiyetleri mecbur kılınmaktadır.
Kanun daha başından eczacılığı bürokratik bir vesayet altına almaktadır. Cümleleri teker teker incelediğimizde bu kanuna göre kurulmuş bir örgütlenmenin eczacılığın gerçek sorunlarına çözüm bulup bulamayacağını daha rahat anlayabiliriz.
Şöyle deniyor: “Türkiye sınırları içinde meslek ve sanatlarını yürütmeye yetkili olup da,
özel kanunlarında üye olamayacakları belirtilenler hariç, sanatlarıyla uğraşan
ve meslekleriyle ilgili hizmetlerde çalışan eczacıların katılmasıyla…” Buraya kadarki ifadeden, eczacıların bu birliğe katılmasının gönüllülük esasına dayandığı intibaını ediniyoruz, devamında…
“
eczacıların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak,”
Eczacıların müşterek ihtiyaçlarının ne olabileceğine dair hiçbir objektif açıklama olmaksızın birliğe böyle bir görev yüklenmesi açıkçası anlamsız kalıyor. Eczacıların ne gibi bir müşterek ihtiyacı olabilir? Kaldı ki böyle bir ihtiyacın eczacının kendisi tarafından değil de TEB tarafından karşılanmasının lüzumu nereden çıkmaktadır? Devam edelim…
“
mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak,”
Bir mesleki faaliyet nasıl kolaylaştırılabilir? Sözgelimi, majistral veya ofisinal yapımında ec
zacının yanına bir kalfa istihdam etmek midir “kolaylaştırmak”? Veya eczacının mali sıkıntılarını aşmasında yardımcı olmak mıdır? Kaldı ki eczacının bunun en büyük sıkıntısı olan devletin dayatmacı müşteri tekelliği konusunda TEB kesinlikle “kolaylaştırıcı” davranmamaktadır. Bu amaç/ görev de objektiflikten ve açıklıktan tamamen uzaktır. Maddenin devamında:
“
eczacılığın genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak..” deniyor.
Eczacılığın genel menfaatlere uygun olması ne anlama gelir? Burada da “kamu menfaati” muğlak ifadesi altındaki o genel bürokratik vesayet kendini hissettirmektedir. Bu ifade, “genel menfaat” denen şeyi, eczacının menfaatinin önüne koyarak, onun menfaat mücadelesini kendiliğinden baskılamakta, eczacının menfaatinin, kamunun veya bürokrasinin emrettiği gibi/ kadar olabileceğine zımni bir atıfta bulunmaktadır. İşin garip tarafı şudur ki bir meslektaş dayanışması olması gereken TEB de tam bu noktada bu vesayetçi tutumu benimsemekte eczacının ancak “örgütlü” şekilde menfaat savunabileceği yanlış kanaatini “mecburi” hiyerarşisiyle meslektaşlarına dayatabilmektedir. Bu ifade eczacının ferdi hak arama mücadelesini daha en başta engellemektedir. Fiili bir durum olarak, ferdî hak arama mücadelelerinde , devlet kurumlarının, mecburi müşteri tekeli vasıflarını keyfi şekilde kullanması tehdidinin de önemli bir etken olduğunu eklemeliyiz. Odalarda sürekli söylenen şu ifade manidardır: “Elbette şahsi olarak hakkınızı arayabilirsiniz ama sonrasında kurumlardan büyük zorluk görürsünüz…” Bu ifadeyi yalanlayabilecek tek bir meslek örgütü temsilcisi de göremezsiniz.
Maddenin birinci fırkası şu cümleyle bitiyor:
“
eczacıların birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak
üzere, meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadıyla tüzelkişiliğe sahip kamu
kurumu niteliğinde Türk Eczacıları Birliği kurulmuştur.”
Herhalde meslek örgütü tarafından en çok istismar edilen ifadeler bunlar. Zira bu fırkayla TEB’e verilen yetkiyi kullanan odalar, feodal ilişkileri, ideolojik kamplaşmaları ve paylaşım güdüsünü gözeterek serbest eczacılığın istihdamında büyük zorluklar çıkarmaktadır. Bu zorlukların başında, yöreden olmayan eczacıların, eczane açmalarını engellemek için sürekli “muvazaa” suçlamasının öne sürülmesi, bunu engellemek adına kanunda belirtilen görüş bildirme süresini kasıtlı şekilde aşmak gelmektedir. Daha genel anlamda eczacılığın ticari bir faaliyet olarak eczacıların tekelinde olmasında ısrar etmek söylenebilir. Buradaki endişe, eczacıların eczacı olmayan sermayedarlar tarafından “kullanılması” gibi gösterilse de asıl sorun, mesleğin ticarî yönünden, geçmişte ciddi kârlar elde etmiş eski kuşak eczacıların bu tekellerini sürdürmek istemeleri, ticari beceriyle rekabet edemeyecek olduklarını bilmeleridir. Mises’in “Bürokrasi’de” vergilerin yüksekliğinin, yeni müteşebbisleri, eskileri karşısında nasıl geride bıraktığını anlattığı o eşsiz satırlarında işaret ettiği durum, eski eczacılar tarafından fevkalâde güzel şekilde istismar edilmektedir.
Şüphesiz meslek örgütleri meslek ahlâkı ile ilgili yaptırımlar uygulayacaktır. Sorun şudur ki eczacının hangi faaliyetinin “meslek ahlâkı” sorunu sayılacağı meslek örgütünün takdirine bırakılmıştır. Meselâ müşteri çekmek için karne kabı bastırılması gibi promosyon ve reklam uygulaması yönetmelikte yasaklanmıştır. Bugün fiilen bu yasak işlememekle birlikte geçmişte meslek örgütleri bu tip tanıtıcı veya teşvik edici faaliyetlere karşı son derece katı davranabilmiştir ve davranma yetkileri de hâlâ bulunmaktadır. Bunun yanı sıra meslek örgütleri, meslektaşlarıyla ilgili soruşturmalarda kendiliğinden “savcı” konumuna geçmekte, meslektaşı peşinen suçlayıcı tavır takınmaktadır.
Buraya kadar anlaşılacağı üzere TEB Kanunu ile yapılanan meslek örgütlenmesi eczacılığı keyfi bir bürokratik vesayet altına almakta, meslek örgütünü de bu vesayetin “memuru” pozisyonuna sokmaktadır.
Oysa serbest eczacılığın mesleki tabiatı, onun ciddi bir serbest ticarî faaliyet olmasını gerektirmektedir. Şüphesiz satılan malın sağlıkla doğrudan ilgili olması onun önemini arttırmaktadır. Fakat bu malın tüketiciye temini tamamen serbest ticarî faaliyetin kurallarına tabidir. İlâç da bütün diğer mallar gibi belli bir vade ve iskontoyla alınmaktadır. Sorun şudur ki diğer malların fiyatlandırılmasında piyasanın kendi kabulleri geçerliyken ilâçta fiyat ve kâr marjı devletçe “emredilmektedir”! Herhangi bir malın alım satımıyla igili “Fiyat kararnamesi” gibi bir şey düşünülemezken ilâç için hem de içinden çıkılmaz bir mali ve farmasötik mevzuat eczacıya dayatılmaktadır.
Buna bir de sağlıkta “zorunlu” tek müşteri olan devletin tamamen keyfî ödeme davranışını eklersek ortaya tam bir kaos çıkmaktadır. Bugün eczanelerde eczacıyla kavga eden, meselâ, kanser hastası yakınları, eczacının hangi karmaşık ödeme şartı mevzuatıyla boğuştuğundan habersiz olduklarından, sıkıntılarının müsebbibinin “paradan başka şey düşünmeyen zengin eczacı” olduğunu sanmaktadırlar.
Peki mevcut durumda TEB’in görevi/ işlevi nedir, ne olmaktadır? TEB bir kısmı haklı taleplerinde, hem kanun ile belirlenmiş “memur” şartlanmasıyla hem de örgütlenmesinde egemen sol ideolojik kampın etkisiyle tutarsız ve etkisiz kalmaktadır. Meselâ “ödemelerin” tam ve eksiksiz yapılmasını savunurken bir yandan da mevzuatın düzeltilmesini tamamen bürokrasiye bırakmaktadır. Bürokrasi tam anlamıyla bir sınıf bilinciyle serbest eczacıyı bir çeşit hırsız, dolandırıcı, menfaat düşkünü gibi görmekte ve eczacılığın ticari gereklerini yok sayabilmektedir.
TEB bu noktada, ticari gerçekleri ve gerekleri öne sürmek yerine, eczacılığın sosyalist/ romantik bir müdafaasına kalkışmakta ve planlamacılığın en âlâsını zaten bilen bürokratlara karşı gülünç duruma düşmektedir. Şu da var ki tuhaf bir şekilde bürokrasi, eczacıların kendi aralarındaki ortaklıkları fikrine prensipte sıcak baktığını belirtebilmektedir.
Bundan öte maalesef, mesleki zorlayıcılığını kullanarak, faydalı faydasız her türlü aracılık faaliyetini aşırı bir maliyetle yürütmekte, eczacının sırtına yük olmaktadır. Şartlarının belirlenmesinde hemen hemen hiçbir etkisinin olmadığı sözleşme/ protokollerin eczacıya ulaştırılmasından çok ciddi kazançlar elde etmektedir. Bu kazançların vergilendirilmesiyle ilgili aldığı cezaların kimler tarafından ödeneceği ise hâlâ meçhuldür. Bu durum, TEB’in temsil kaabiliyetini azaltmakta, meşruiyetine gölge düşürmektedir ve bunun cezasını da temsil edilemeyen, pazarlık edemeyen ve devletin “emriyle “ ticaret yaptırılan eczacı çekmektedir. Şartlarını tamamen devletin belirlediği bir ticarete ticaret denebilir mi?
TEB eczacıyı, devlet karşısında eşit bir ticarî taraf olarak savunamamaktadır. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi bir “kamu kurumu” olarak tasarlanması ve kamu planlamacılığını benimseyen ideolojik sol egemenliği yüzünden durmaksızın, “Eczacılığın ticaret olmadığı”, “ Küresel sermayenin eczacıyı esir aldığı” gibi hurafelerle zaman ve enerji kaybettirmektedir. Bugün hayatî önemi haiz ilaçların tamamının “küresel sermaye” tarafından üretilmesi gerçeği dahi TEB’in, söylemlerindeki saçmalıktan dönmesine yetmemektedir.
TEB ne yapmalıdır?
TEB’e, eşit ticarî taraflardan biri olan eczacının temsilcisi olduğu kendisine artık içinde avukatlık kanununun müeyyidelerini de içeren bir kanunla hatırlatılmalıdır.
TEB, mevcut kolektivist eşitlikçi, piyasa düşmanı, planlamacı tutumunu bir an önce terk etmeli, sağlıkta devlet tekelinin keyfi emrediciliğine, kararlı şekilde karşı durmalıdır.
Devletin “sosyallik” iddiasının maliyetinin eczacı tarafından karşılanmasına “dur” demelidir.
Eczacıların, ferdî hukukî mücadelesinin önünü açacak şekilde mevzuat değişikliği önermelidir. Eczacıların, devletten alacaklarını faiziyle birlikte tahsil edebilmelerinin hukuki yolu açılmalıdır.
Devletin, ilaç ödemeleri ile ilgili, açık, net, anlaşılabilir, tartışmaya kapalı ve tekleştirilmiş, sade bir mevzuatı hazırlaması için baskı yapmalı ve bu tek mevzuatın acilen elektronik ortama geçirilmesi için gerekirse ilaç teminini durdurmak da dahil olmak üzere baskı programı hazırlamalıdır. İlaç bedellerinin ödenmesindeki keyfi kontroller hakkında tek söz etmeden, kürsel sermayeden bahsetmek ya cehalettir ya da gaflet!
Her şeyden önemlisi devletin sağlık tekeli mecburiyetine karşı durmalı, eczacının devlet dışındaki sağlık tedarikçileriyle çalışamaması durumunun bitmesini sağlamalıdır.
TEB’in işi mesleğin ticari yönünü belirlemek değil, eczacılığın ticari ortamda mesleki haklarını savunmaktır. Bu açıdan eczacı ortaklıkları veya zincir eczaneler TEB’in bilgisinin çok ötesinde ticari konulardır. TEB bu konularda lonca sosyalizmini bir kenara bırakarak, eczacı istihdamında modern ülkelerdeki sitemlerin Türkiye’ye uyarlanması konusunu artık düşünmeye başlamalı ve eczacılığı, sermaye sahibi eczacıların bir tür klanlaşması, loncalaşması ilkelliğinden kurtarmalıdır.
Elbette TEB’in asıl yapması gereken işlerin TEB’in tabiatına uyup uymadığı ciddi bir problemdir. Zira TMO, TZDK, TC. Ziraat Bankası veya MİT gibi ( Örnekler tamamen keyfidir) bir “kamu kurumu” sayılan bir örgütlenmenin bu sayılanları gerçekleştirilmesi mümkün müdür?
Eczacılığın ciddi sorunlar yaşadığı, pek çok serbest eczacının ödeme sıkıntıları çektiği ve iflasa sürüklendiği şu günlerde asıl sorun, sorunları çözmek yerine onları daha da içinden çıkılmaz hale getiren, eczacılığın üst mesleki yapılanmasıdır. Bu yapılanmanın kollektivist/eşitlemeci, bürokratik planlamacı mantığı değiştirilmedikçe, onun, işin tabiatına ve gerçeklerine uyum sağlaması ve çözüm üretmesi imkânsızdır.