Nasıl düşüneceğimiz
bize öğretilmediği için el yordamıyla ve kesin inançlarımızla kendi düşünme
şeklimizi belirliyoruz.
Aslında
düşünmüyoruz da… Düşündüğümüzü sanıyoruz. Yani nasıl?
Şöyle… Kesin inançlarımız
ve kabile güdülerimizle şartlanmış kafalarımızla, ezberlediğimiz sözleri ve
bize belletilen sloganları, kaba kıyaslamalarla destekliyoruz.
Bu mukayeseleri
nasıl yapıyoruz? Bu mukayeseleri, “Tencere didin kara, seninki benden kara”
çarpık mantığıyla yapıyoruz.
İyi de bunun ne
önemi var ki?
Şu önemi var: “Kötü
örnek, örnek sayılamaz.”( Sui misal emsal teşkil etmez) ilkesi gereği, kötü davranışlar,
suçlar birbirlerine örnek/emsal teşkil etmez. Eğer böyle bir şey kabul edilirse
kötülüğün, suçun önü alınamaz.
Oysa günümüzde,
Türkiye’de siyaset tam da bu ilkenin tam zıttına sığınılarak yürütülüyor.
Haydaaa! Bir anda felsefeden siyasete nasıl atladık, değil mi?
Düşünmeyi öğrenmek
için felsefeyle uğraşmak lâzım. Felsefeyi lüzumsuz bir iş gibi gördüğümüzde,
düşüncelerimizin akşının ahlâkla, faydayla ilişkisi kaybolur. Yani düşüncenin
kendisi kaybolur. Çok mu muğlak oldu?
O halde şöyle
söyleyelim: İnsan düşünmeden yaşayamaz. Neden? Çünkü insanın vücudu,
içgüdülerle yaşayan canlıların vücutları gibi doğaya dayanamaz. İnsanın var
olabilmesi için bütün ihtiyaçlarını
kendi başına, kendi aklıyla gidermesi gerekir. Bunu yaparken insan “inşa eder”.
İnşa etmek,
tutarlılığı gerektirir. Tutarlı olmayan
düşüncelerle hayatı devam ettirecek yapılar kurulamaz.
İşte “Tencere dibin
kara seninki benden kara…” sözde mantığı, karşıtımızın kötülüğünü açıklamak
dışında hiçbir işe yaramaz. Bu mantık karşımızdakinin ahlâkî tutarsızlığını
belki gösterir ama kendi ahlâkî tutarlılığımızın geçerliliğini kanıtlayamaz.
İyi de “ahlâkî
tutarlılığın” konumuzla ne ilgisi var?
Çünkü ahlâk “ zarar
vermemek iradesi” dir. İnsanlar ahlâkın bu tanımını belki tam bir açıklıkla
ifade edemez ama zararsızlık iradesi yönündeki yaygın uzlaşma yoluyla bir arada
kalabilirler. Oysa “tencere dibin kara”
diyen insan için bunun tam tersi söz
konusudur.
Ahlâk, insanî inşaların, insanî ilişkilerle
sürdürülebilmesinin tek yoludur. Oysa kötü örnek kabulü ile insanların bir araya gelerek insanî
yapıları/kurumları kurabilmeleri mümkün değildir.
Çünkü tencere dibi
mantığı ile herkes insanî inşaları meydana getirecek insanların, birbirlerine
zarar vermeyeceğine dair üstünde
uzlaşılan zararsızlık ilkesi geçersizleştirilir. Bir kez insanların
birbirlerine zarar verebilmeleri söz konusu
olursa karşımızdakiyle herhangi bir işbirliğine girebilmemiz için hiçbir sebebimiz
ve imkânımız kalır.
Peki ama gene de
bir arada kalabiliyorsak bu nasıl mümkün olabiliyor?
İnsanların “medeniyet”
yaratabildikleri beraberlikleri ahlâkî tutarlılıkla bir arada tutulan
beraberliklerdir. Medeniyetten uzaklaşıldığında ilkelerden uzaklaşılıyor
demektir. Peki ama ilkelerin yerini alabilecek bir şey var mıdır?
İlkelerin yerini
başka hiçbir şey alamaz ama onları dışladığımızda
yerlerini derhal “kabile mensubiyeti” alır. Böylece aynı ilkelerle bir araya
gelmiş farklı insanların beraberliğinin yerini, tenlerinin dokusunu, kokusunu,
rengini, dillerinin farklılığını, fark
edilebilir kabile mensubiyetlerini koruyan kalabalıkların zoraki beraberliği
alır.
İşte Türkiye’de
düşünmeyerek beyinlerinin mantarlaşmasından rahatsız olmayan kitlelerin zoraki
beraberliğinin ana hatları budur.
2 yorum:
Uzun sözün kısası: İşte Türkiye’de düşünmeyerek beyinlerinin mantarlaşmasından rahatsız olmayan kitlelerin zoraki beraberliğinin ana hatları budur.
Hiç yalnız bırakmadınız, sağ olun, var olun.
Yorum Gönder