İnsanın ayağı yere basmalı, toprağa basmalı. Ama insanın ayağı kendine ait bir yere basmalı. Yoksa hiçbir yerde barınamaz. Barınacaksa da toprak sahibinin kanunlarına göre barınır, yaşar.
Kendi selamımızı verip aldığımız, kendi dilimizin çayırında
çimeninde dolaştığımız bir toprakta mendil kadar bir payımız olsa biliriz ki o
pay, bize benzeyen inşalar tarafından korunur, saklanır. Biz de biliriz ki o
mendil kadar toprakta ne istersek yaparız. İster buğday eker ekmek yaparız,
ister üstüne bir ev diker , içinde sobamızı yakarız.
Tamam da… Bunları yapabilmek için
en önce ne lâzımdır, onu hiç düşünmeyiz,
o konuda hiç tasalanmayız. Neden?
Çünkü bu tasayı bizden önce çeken
insanlar yaşamıştır da ondan…. Çünkü bize mendil kadar bir tarla kalsın diye
daha önce başkaları çarpışmıştır da ondan. Onların sayesinde, üstünde bir
baraka dikebileceğin, başkalarına, sana ait olduğunu çekinmeden söyleyebileceğin bir tarlan
olmuştur.
İşte egemenlik budur. Egemenlik,
sana ait olduğunu bildiğin yerde, gönlünce oturmak, kalkmak, koşmak, yazmaktır.
Egemenlik, kendine ait olan bir toprakta elinin emeğini hiç kimseye sormadan
işletebilmen demektir. Egemenlik kendine
ait olan bir toprakta gönlünce tembellik
edebilmektir.
Peki ama ya üstünde gönlünce gezdiğin bir toprak varken birileri sana neyi nasıl
yapacağını buyurabiliyorsa? Toprağın sana ait olmasının bir önemi kalır mı? Sana
ait olan bir yere başkaları gönüllerince
girebiliyorsa o toprakta ne yaptığının ya da o toprağın tapusunda ne yazdığının
bir önemi kalır mı?
Sen, tarlanda başkası gezip
dolaşamasın diye polisine güvenirsin, tapu dairene ve mahkemelerine güvenirsin.
Bunu yaparken de senin ülkenin sınırlarında senin, kendi ülkende hakkını arayabilmeni
sağlayan askerlerine güvenirsin. İşte senin yapabildiğin her şeyi senin her insanının yapabilmesi egemenlikken bu egemenliğin
başkalarının müdahalesinden kesin biçimde korunması da bağımsızlıktır.
Uluslar birbirlerinden tamamen
kopuk mu yaşar? Hiç mi birbirlerine ihtiyaç duymazlar? Elbette uluslar
birbirlerine ihtiyaç duyarlar ama bu
onların gelişme seviyelerine göre
değişir. Dolayısıyla aslında herkes birbirine bir ölçüde bağımlıdır.
Bir ulus tarlasını, başkasının sürmesine
gücü yettiğince izin vermez. Uluslar
tarlalarını başkasının sürmesine izin vermez ama mahsullerini alıp verirler. Bu
da onları birbirlerine “bağlar”. Fakat bu bağlantıda bazılarının pazarlık gücü
daha fazladır.
Ne yazık ki uluslar birbirlerine
kendi üyelerine baktıkları gibi duygudaşlıkla merhametle ve adaletle
bakmazlar. Dolayısıyla birbirleriyle
bağlantılarında adil davranmazlar. Hiçbir güç de onları böyle davranmaya zorlayamaz. Onları birbirleriyle
ilişkilerinde, bağlantılarında âdil davranmaya mecbur edecek bir ilâhî güç de
bulunmadığından onlar kendi aralarında bir güç mücadelesiyle sözlerini geçirmeye
çalışırlar. Ulusların sözlerini geçirebildikleri yerlere de “etki alanı”
diyebiliriz.
Bir etki alanında herhangi bir
ulus belki tarlayı kendi ekip biçmez ama
tarla sahibine ne ekip ne biçmesi
gerektiğini söyleyebilir. Bir etki alanında ulus tarla sahibinin ürününden ne
kadarının kendine ait olduğunu ona söyleyebilir. Dolayısıyla meselâ Kürtçe marş
söyleyip elinizde kalaşnikoflarla kendinizi erkek sanarak insanları
korkuttuğunuz bir sözde Kürdistan kurabilirsiniz ama aynı zamanda, eli kalaşnikoflu köpeklerinizi “kara gücü”/askeri olarak görüp de onlara kendi çıkarları için
ölmelerini emreden başka bir ulusun “etki alanı” olabilirsiniz.
Her ulus mümkün olan en geniş
etki alanını elde etmeye çalışır. Bu
ahlâkî bir iş midir? Âdil midir? Elbette hayır… Ama şunu da unutmamalıyız ki
ulusların birbirlerine davranışlarında onları etkileyecek, azarlayacak,
düzeltecek bir üstün güç yoktur.
Yani ulusların davranışları ahlâkla sınanmaz,
güçle sınanır. Kendi ordusundaki zenci askerlere açık ayrım uygulamış ABD’nin, mağlup Almanların ırkçılığını yargılarken
sorgulanmaması da bundandır.
Dolayısıyla da “tam bağımsızlık”
diye bağırıp çağırırken bu ülkenin Türk vatanı olduğunu kesinlikle ve severek
ve isteyerek kabul etmeyen hiç kimsenin hiçbir
sözünün en ufak bir değeri olamaz.
Tam bağımsızlığın, Türk’e ait olduğunu,
Türk tarlasını yalnız ve ancak Türk’ün ekip biçebileceğini, Türk olmayanın,
kendisini Türk kabul etmeyen hiç kimsenin Türk’ün tarlasında hakkının
olmadığını kabul etmiyorsanız siz ne bağımsızlığı ne egemenliği ne de vatanseverliği
anlamışsınız demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder