Sevgili Yazar Kardeşim,
Nasılsın? İnşallah iyisindir.
Bizleri sorarsan kendi vatanımızda iç güveysinden halliceyiz. Sana bir mektup
yazmak istedim. Nereden başlayayım
bilemedim ama mutlaka yazmak istedim. Vakt-i zamanın birinde…
Bahçeli’de bir apartumandaydık. Aylardan ocak mıydı
neydi? Orta halli bir dairede bir alay adamdık. Ne hüzünlü ne şaşkın bir
kalabalıktık. Ve gene ağlaşıyorduk: “
Bizim neden senaristimiz, ressamımız, bestecimiz, yazarımız yok?” diye…
Kalbinde bu dünyanın olanca
hüznünü taşıyıp ince mi ince bir
suskunlukla çekip gitmiş bir arkadaşımın ardından, lüzumsuz mu lüzumsuz faydacılıklarımızla kendimizi teselli
ediyorduk ya… Dedim ya bir yandan da ağlaşıyorduk, “Neden yazarımız, çizerimiz
yok?” diye…
Ama ağlaştığımız aslında bu
değildi. Ağlaştığımız şey, neden güdebildiğimiz, idare edebildiğimiz,
emredebildiğimiz yazarlarımızın, yaratıcı zekâlarımızın olmadığıydı
Bir yerlerde muhakkak milliyetçi
bir yazar vardır. Ararsanız bulursunuz. Ama aramaya başlamadan önce büyüklerinizden
izin almalısınız. Yazarın, büyüklerce milliyetçi diye onaylanmaması halinde
ağzıyla kuş tutması dahi beyhudedir.
Bir eyyam-ı bahur içre âli Osmanî
peymanesinden hissedar olmamış ve hele ki part-i âlinin menfaat-i aliyesine hadim olmamış insana “milliyetçi” denemeyeceğinden, en
evvelâ milliyetçiliğinizin büyüklerinizce tasdik edilmesi icap eder.
Çünkü kimin yazar olup
olmayacağına onlar karar verirler.
Maazallah Türk İslam ahlâkına
aykırı, şeriata mugayir, hele ki cins-i latifle alakalı sevda-i masiva konulu
bir şeyler yazan birisi varsa
zinhar yanına yaklaşılmamalıdır.
Sahi yahu! Yazar ne yazmalıdır?
Aslına bakarsanız bunu kendime
yıllardır soruyorum.
Yazarlık “doğru şeyi yazmakta
isabet göstermek midir?” Yoksa yazarlık, kendi doğrularımızı kendi
estetiğimizle ortaya koyabilmek yetkinliği midir?
Eh… Bir yerlerde sizi yazar yapacağını söyleyen abiler ablalar, sizi dizlerine oturtup hangi
terkib-i Osmanîyi nerede nasıl kullanacağınızı size belletirken siz de “ Ay ne
güzel yazar oluyorum yavaş yavaş..” diye
sevinirsiniz.
De… Canlar ciğerler… O işler öyle
olmaz. Abilerim, ablalarım, kızmayın ama uyduruk kurslarla, abi abla onayıyla
hiç kimse yazar olamaz.
Şimdilerde “ Ay ne güzel bak ben
de bir milliyetçi gruba girdim, abilerim ablalarım benden yazı istiyor ben de
büyüyünce evelallah onların
müsaade-i keremi ile yazar olacağım…”
diye düşünen genç kardeşlerime, böyle
düşünüyorlarsa yazmayı yolun başında bırakmalarını hararetle tavsiye ederim.
Neden mi? Belki ben bir
hainimdir… Belki ben bir casusumdur, değil mi ya?
Herhalde ben milliyetçi camiada yeni yazarlar
yetişmesini engellemek için Bolivya istihbaratı tarafından tutulmuş bir
ajanımdır. Değil mi ya?
Genç Yazar Kardeşim!
Yazar olup olmadığına karar
verebilecek tek bir insan var, o da sensin! Galip Emmi’me atfedilen şu “erken
kifayet kompleksi” mavrasıyla senin önünü tıkamak isteyenlere, istirham ederim
aldırma. Çünkü bir yola girdiğinde ya kararlısındır ya da başarısız.
Kararlıysan yol alırsın, kararsızsan zaten yolda kalmışsın demektir.
Ve yazarlık konusunda karar verebilecek tek kişi de sensindir. Hiç
kimseye sana yazar olduğunu söylemek iznini vermemelisin.
Eğer bir yazar olmak istiyorsan,
bir yazar olarak yazmaya başlamalısındır. Her adımda büyüklerinden onay
bekleyen bir çocuksan üzgünüm ama hep öyle kalırsın.
Yazarlıkta ancak yazarak yol
alırsın. Yazmak senin için yemek içmek kadara doğal bir ihtiyaç değilse
muhtemelen sen yazar olarak takdir
edilmek isteyen bir amatörden başka bir şey değilsindir.
Sana neyi nasıl yazmanı söyleyecek
birilerine ihtiyaç duyuyorsan şöhret meraklısı bir müzmin acemisin demektir.
Genç yazar kardeşim…
Sözüm sanadır. Çünkü senin
dışında hiç kimse tamamlanmış bir metnin,
kalbinin orta yerinde bir kale gibi dikilecek tatminini hissedemez.
Çünkü senin dışında hiç kimse sözcüklerle bir dünya yaratma işinin
yorgunluğunu, ellerindeki hayali nasırların sızısıyla hissedemez. Çünkü hiç
kimse kendi dilinin sokaklarından senin gibi öyküler derleyemez.
Şunu da unutmaman lazım. Yazarsan
takdir edilmeksizin ve takdir
beklemeksizin yazacaksın.
Yazıyı maceraların en heyecanlısı
bilerek yazacaksın. Yazdığında, anandan
emdiğin sütün tadıyla kokusuyla yazacaksın. Onu ancak ve yalnız sen tadacaksın.
Hiç kimsenin tarifine ve iltifatına bakmaksızın yazacaksın. Yazdığın her
metinle Türkçe’nin bir yol tabelasını, bir harita kerterizini, diktiğini
düşünerek yazacaksın. Seni bu kutlu işte, sözde mevkileriyle sözde yetkileriyle
sınırlayanlara gülerek yazacaksın. Seni görmezden gelenlere gülerek yazacaksın.
Çünkü şunu bilmelisin ki onlar seni kartondan
takdirleriyle ve cehaletleriyle
güttüklerini sanacaklar ama… Onlar yazamayacaklar, sadece sen
yazacaksın!
Ve onların önlerine yazdıklarını
yığsan bile görmeye yanaşmayacaklar. Çünkü sen onlar gibi olmayacaksın. Çünkü
sen ancak kendi ağzınla ve kendi ellerinle dünyalar yaratacaksın.
Sen öksüz Türklüğünle, Arap
özentiliğinden caiz bir milliyet duygusu çıkarıp da Türklüklerini imanlarının
bir yerine sığdırmaya çalışanlara aldırmadan yazacaksın.
Onlar yapamayacaklar…
Ama sen yazacaksın.
Maruzatım budur, sağlıcakla
kalasın, bereketle yazasın.
“Casus” Ağabeyin Afşar
.