Kelime seçimleriyle sürdürdüğümüz ayrışmaya bir bakış
Kelimeler arasındaki fark
gerçekten önemli midir?
Ağzımıza geldiği gibi
konuşsak olmaz mı? Demokrasi
böyle bir şey değil midir?
Ya da demokraside herkes
kendisini kelime seçimleriyle mi belli eder? Osmanlı’da külahıyla tanıdığımız
Yahudiler gibi şimdi de birbirimizi kelimelerimizle
mi ayırt edeceğiz?
Öztürkçe “devrim” deyince
demokrat, sosyalist, hümanist, adil oluruz da meselâ inkılâp deyince karşı
devrimci, gerici, faşist vs falan mı oluyoruz?
Devrim deyince ne
anlayacağız kardeşim? İnkılâp nedir? İhtilâl nedir? Bu kelimelerin bir anlamı
kalmış mıdır?
Birbirimizi kelimelerle
etiketleyip karalamakla o kadar derin bir tatmin duyuyoruz ki kelimeleri yerli
yerinde kullanmakla artık hiçbir işimiz kalmamış.
Meselâ sanayi devrimi ile
Bolşevik devrimi aynı şey mi? Atatürk devrimleri ile Çin kültür devrimi denen
şey aynı mı?
Böyle deyince solcuysanız
derhal evet demeniz çok muhtemel. Oysa
bunlar içerikleri, bağlamları, oluşumları bambaşka olaylar.
Neden böyle? Söz gelimi
bir çırpıda söyleyiverdiğimiz sanayi devrimi bir devrim mi? Hayır. Sanayi
üretiminin dünyayı daha önce olmadığı biçimde değiştirdiği doğrudur. Sorun
şudur: Sanayi üretimi bir anda gökten inmemiştir. Sanayi üretimi halkın hep
beraber gerçekleştirdiği şiddete dayalı ani bir değişim falan da değildir.
Kültür devrimi hem
şiddete dayalı hem tepeden inme hem de
kurumları kökten yıkmakla ilgilenmiş bir değişim eylemidir.
Atatürk devrimleri de Çin
kültür devrimi gibi her şeyi kökten yıkıp da geçmişi toptan reddeden ve daha
önce var olmamış bir toplumu yaratmaya soyunan hayalci eylemler değildir.
O halde sanayi inkılâbını,
Atatürk inkılâplarını, Bolşevik
ihtilalini hep aynı adla nitelersek korkunç bir yanlış yaparız.
Çünkü Marksist şiddet
dönüşümüyle Atatürk’ün yenileşmeciliğini bir tutarsak burada kaybeden Atatürk
olacaktır. Çünkü kötülüğün iyiliği sömürmesine izin verirsek iyilik varlığını
sürdüremez.
Sol “devrimden”
bahsederken yenileşmeyi esas alan akılcı, mutedil bir dönüşümcülüğü kast
etmiyor. Sol devrimden bahsederken proleter sınıf egemenliğinde, bu sınıfın şiddete
dayalı değiştiriciliğinden bahsediyor. Şu söylenebilir: “Harf devrimi, kıyafet
devrimi, köktendir ve tepeden inmedir, dolayısıyla devrimdir.” Bu dönüşümlerin
tepeden inme olması, toplumun değişim ve dönüşüm hakkında fikrinin olmaması ve
hatta bunlardan korkmasıyla ve bu korkusuyla da cehaleti gözü kapalı
destekleyebilecek durumda olmasından dolayıydı.
Dolayısıyla Kürt etnik
terörüne destek vermeyi “devrimcilik”
sayan sol kavrayışla Atatürk’ün inkılâpçılığı bağdaştırılabilir mi?
Bu ayrımlar o kadar önemli mi? O kadar önemli ki Rusları veya Çinlileri destekleyip kendine “devrimci” diyen insanların kahir ekseriyeti ile Atatürk inkılâpçılığını benimsemekle birlikte kelime seçimleri yüzünden faşist diye yaftalanan milliyetçi/ vatansever insanların tutumları bambaşka yerlere varıyor.
Rus ve Çin
kalkışmalarının kan dökücülükleri ve
keyfi toplum mühendislikleri belki
bunların güttüğü etki ajanları için “devrim” olabilir ama Türk inkılâbının bu alçaklıklarla hiçbir ortak
yönü olamaz.
Türkiye’de artık bu yapay
kelime seçimleriyle birbirimizi yaftalamaktan vazgeçelim de bir an önce hangi
kelimenin nerede en uygun şekilde kullanılacağını aklımıza ve vicdanımıza dayanarak bulup bu konuda Türklük sevgisi ortak paydasına
anlaşalım.
Çok mu zor? Türk’ü sevmek
ve onun varlığı için yanlışlarımızdan ve saplantılarımızdan kurtulmak bu kadar
mı zor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder