Her gün daha az kitap mı
basılıyor, bana mı öyle geliyor? Yayın maliyetleri her gün sanırım daha da
artıyor. İş sadece kitap basmakla da bitmiyor. Kitabı dağıtmak, basmaktan daha pahalı bir iş. Kitaptan elde
edilecek gelirin yarısını dağıtımcıya vermezseniz, kitabınız basılmış bir kâğıt
tomarı halinde öylece kalıyor.
Tabii piyasa buna da bir çözüm
buluyor. “Kendi kitabının masrafını üstlenen yazar” yayıncılığı son on yıldır
aldı başını gidiyor. Kısa yoldan “yazar” olmak isteyenler için bu çözüm pek
makul görünüyor. Çünkü yayınevi kitabın dağıtımını da üstleniyor.
Ben bu yayıncılık türüne Umberto
Eco’nun “ Foucault Sarkacı” adlı romanında rastlamıştım. Yayıncı kitabın basım
masraflarını yazardan aldıktan ve ona telifi bir miktar kitapla ödedikten sonra kalan
kitapların büyük kısmını geri dönüşüme
yolluyordu. Maliyetini bir başkasının sütlendiği hiçbir şeyin değeri yoktur. Dolayısıyla kendisine
bedavaya gelen ve üstelik kâr da bırakan bir kitabın okuyucuyla buluşup buluşmaması, edebî
bir şaheser olup olmaması yayıncıyı zerre kadar ilgilendirmiyordu.
Türkiye’de de yayıncılık
anlayabildiğim kadarıyla böyle yürüyor. Belki birkaç büyük yayınevi, eserleri ciddiyetle inceliyor
ve belli bir yayın politikasını izliyor
ama onların dışında kalan küçük
yayınevlerinin hiçbir şansı yok. Yayınevlerinin bazıları akademik çevrelere
yakın olduklarından, öğrenci talebini göz önüne alarak akademisyenlerin kitaplarını
komik teliflerle basıp para kazanıyor. Telif karşılığında fatura fiyatının
belli bir oranında sayıda kitap alan hoca kitap sahibi olduğu ve bu da doçentliğinde
işe yarayacağı için mutlu olurken yayıncı da
kolay bir öğrenci talebi kaynağı bulduğu için mutlu oluyor.
Bir seferde yüz bin basılan pek
nadir kitap, sözgelimi “market raflarında”, temizlik ürünlerinin ya da mangal
kömürünün ya da kırtasiye malzemelerinin hemen yanında “ sezonluk ürün” olarak
yerini buluyor. Kaldı ki bir seferde yüz bin basılan kitapların da pek azından ciddi
bir edebî tatmin beklemek mümkün olabiliyor. Kitapların markette satılmasına
karşı mıyım? Hayır, buna karşı değilim. Aksine mümkünde kitaplar
mahalle bakkallarında da satılsın ki mahalle bakkallarının yerini alan yeni
nesil zincir marketlerde da artık kitap bulmak mümkün.
Bir yandan bazı kitapların hamamböceği
gibi ürediğini görüyoruz, diğer yandan “ciddi
kitaplar” bulmakta zorlanıyoruz.
Burada imparator hazretleri
İbrahim Tatlıses’in arabesk müzikle ilgili olarak “ Halk istiyor ki yapıyoruz…” savunması aklıma
geliyor. İşin garibi şu: Markette çok satılacağı düşünülen kitaplardan iç
birinin henüz kasa sırasında önümde olan herhangi bir müşterinin sepetinde
görmedim.
Halk ne istiyor, hiç bilmiyorum. Hayır hayır!
Aslında halkın ne istediğini biliyorum. Vaaz, türban, imam hatip lisesi, kömür.
Sait Faik’i kim ne yapsın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder