23 Eylül 2020 Çarşamba
20 Eylül 2020 Pazar
Kimin Sorunu?
Sürekli bir sorunla karşılaşıyoruz canım ülkemde. Kürt sorunundan tutun da Ermeni sorununa kadar ne çok sorunumuz var, değil mi?
Tamam da bu ne demek? Meselâ sürekli söylenen “Kürt sorunu” ne demek? Sorun, “Kürt” diye ayrı bri mileltin bu topraklarda egemenlik hakkının olduğunu kabul etmemiz talebinden ibaret. Yani… Kürtleri yrı bir millet sayıp da “ Aha burası Kürdistan, topraklarınızı işgal ettiğimiz için özür dileriz. Şu kadar tazminat bu kadar bilmeme ne alın da ne olur, bizi affedin.” Dersek hallolacağı düşünülen bir sorun.
Ya da meselâ “Ermeni sorunu”. Ne bu
Ermeni sorunu? O da şöyle: Ermenilerin bu toprakların asli unsurları olduğunu,
bizim onlara soykırım yaptığımızı, haklarını gasp ettiğimizi, canları istediği
zaman topraklarımızın istedikleri
kadarını alabileceklerini, aslında
devletimizin soykırımcı, işgalci ve yağmacı bir devlet olduğunu kabul
edip özür dileyip bir de tazminat ödeyerek tatlıya bağlayabileceğimizi bize
dayatan meşhur sorun. Aslında aynısını Kürtlerin bir kısmı da talep ediyor.
Ya da meselâ Kıbrıs sorunu… O
nasıl bir şey? O da Kıbrıs’ta Türkiye’nin hakkı olmadığını kabul edip Kıbrıs
Türklerini Yunanistan’ın insafına terk edersek sorun kalmayacağını bize dayatan
meşhur söylem.
Şimdi bazılarımız “Ama canım, Ermenilerden de özür dileyelim artık.” Ya da…” Canım Kürtlerin hakkını yemedik mi yani?” falan diyebilir ve zaten medyada bunlardan başka bir şey söylenmiyor.
Tamam da bize dayatılan sorunlar
gerçekten var mı?
Yani bir ülkeyi kuran ulusun,
hele bunu bir savaşla başarmışsa, neyi nasıl tanımlayacağını ona dayatabilecek
uluslararası yaptırım gücüne sahip bir
adalet Tanrısı falan var mı? Ya da
ulusların egemenlik haklarının ötesinde bir Tanrısal ahlakla falan mı
yönetiliyoruz? Şüphesiz hayır. Bazı uluslar egemenlikleriyle yetinmeyip de
savaş çıkarıyorlar diye ulusal egemenlikler ortadan kalkmıyor ya da onların kategorik kötülüklerinden falan bahsedilmiyor.
Peki o halde egemenlik ne anlama geliyor? Egemenlik, “belirleyicilik veya tanımlayıcılık yetkisi” anlamına geliyor. Bu ne demek? Bu, bir ülkeyi kuran, kurucu ulusun, kuruluş ilkelerini, kurucu özneyi, kuruluş coğrafyasını tanımlama yetkisi anlamına geliyor. Yani? Bir ulus, kan dökerek elde ettiği topraklarda, kimin nasıl davranacağını, kimin kimi nasıl yargılayacağını, kimin vergi toplayacağını daha da önemlisi, toprağın sahibinin kim olduğunu, hiç kimseye sormaksızın, hiç kimseye danışmaksızın, hiç kimsenin zorlamasına uğramaksızın belirleyebiliyorsa o ulusa “egemen ulus” deniyor. Demek ki bağımsızlık aslında egemenliğin çocuğu.
Bu durumda şunu sormamız gerekiyor:
“ Türkiye’de Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ulus “Türk” olarak tanımlanmış mıdır?”
Evet! Peki bu tanımı yapan kurucu
iradenin, kurucu öznenin egemenliğinin meşruiyetini sorgulamak hakkının meşruiyetinin ve geçerliliğinin herhangi bir kişi veya örgütçe sorgulanması hakkı ve yetkisi var mıdır? Hayır, yoktur.
Böyle bir işe kalkışan herks doğrudan doğruya Türk Milleti’nin düşmanı haline
gelir.
Neden? Çünkü ülkeler laboratuar şartlarında kendiliğinden yürüyen kimyasal tepkimelerin sonucunda ortaya çıkmazlar. Onlar “yaratılmalıdır”! ve hiçbir insani yaratım doğanın kendi içinde yürüyen kanunlarıyla meydana getirilemez.
Dolayısıyla egemen ulusun
tanımlama yetkisi, o ulusun neyi sorun kabul edip neyi sorun kabul etmediği sorununu da içinde taşır.
Dolayısıyla bu gün “Türk’e karşı
Kürt egemenliğini zorla veya siyasal müzakere ile dayatmak ve kabul ettirmek”
olarak tanımlanabilecek Kürt sorunu
denen sorun, öncelikle ahlak dışı bir
siyasal çarpıtmadır. Bu ülkede Türk egemenliği altında yaşayan hiçbir ulusaltı
topluluğun, ulusa denk bir egemenlik hakkı iddia etmesi mümkün değildir.
Egemenlik yalnızca ulusun bir parçası olan bireyler için vardır.
Dolayısıyla da bu gün Türk
Milleti’ne “sorun” adıyla dayatılan durumlar, aslında onun egemenlik hakkını
ortadan kaldırmak arzusunun bir ifadesidir.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken
Kürt kökenli vatandaşlar, diğer Ortadoğu ülkelerindeki gibi “toplumsan uzlaşmaz
bir kültürel farkla ayrılan bir etnik azınlık” olarak tanımlanmamış, aksine Türk
Milleti’nin ayrılmaz parçası olarak görülmüşlerdir. Dolayısıyla biz Türkler
için herhangi bir “Kürt sorunu” yoktur. Aynı şey Ermeniler için de geçerlidir.
Biz topraklarını Ermenilerin açık düşmanlık ve ihanetlerine rağmen ve savaşarak
edindiğimiz için Ermenilerle herhangi bir sorunumuz, Ermenilere herhangi bir
borcumuz yoktur.
Kıbrıs sorunu denen şey de KKTC’nin kuruluşuyla bizim için çözülmüştür.
Neden? Çünkü hiçbir egemen ulus “başka bir ulus veya topluluk için geçerli olanlar” takımını benimsemez. Çünkü bunu bir egemenlik hakkı olarak görür ve bu hakkın tartışılmasına asla izin vermez.
Demek ki kendilerini nereye koyacaklarını bilemeyen
kimliksiz ve vatansız bir kısım medya
mensuplarının sürekli tekrarlamalarıyla gerçek oldukları sanılan “sorunlar”
aslında ancak tehditlere veya şantajlara oyun eğmemiz için bizi ikna etmeye
çalışan düşmanların uydurdukları şeylerdir.
Örneğin İngilizler başkalarının
onlara herhangi bir “sorun dağarcığı” dayatmasına izin vermediklerinde bu durum
nasıl normal karşılanıyorsa Türk Milleti de
kendi egemenlik hakkından doğan eylemlerinin “herhangi bir sorun
tartışmasına” feda edilmesine razı olmayacaktır.
Dolayısıyla Türkiye’de Türk
olmayan herhangi birinin “sorunu” Türk
Milleti’ni asla bağlamaz.
13 Eylül 2020 Pazar
Türkiye'de Yayıncılık Üzerine
7 Eylül 2020 Pazartesi
Amerika’yı Kaç Kez Keşfetmeliyiz?
4 Eylül 2020 Cuma
Batman Neye Benzer? Hangisi Haklı?
3 Eylül 2020 Perşembe
Zaman Çayının Semizotları
Dün eski bir arkadaşım aradı.
Uzun zamandır konuşmamıştık. Tuhaf bir biçimde beni özlediği için aradığını
öğrendim. Oysa arkadaşlarım beni pek
özleyip de aramazlar. “ Sen arıyor musun
da aranmayı bekliyorsun?” diye soracak ilk müşterimizi kocaman kucaklayacağım.
Ne yalan söyleyeyim, ben
arkadaşlarımın yanında kendimi pek başarısız bulurum. Dolayısıyla onları aramayı
vakitlerini çalmak gibi görürüm.
Onlara bakınca… Sahi ben zamanımı nasıl geçirmişim diye epey hayıflanırım.
Başarılı insanların çevresinde farklı bir arkadaş halesi oluşur. Bu, aynı şeyleri yaşamış insanlar arasındaki sağlam bir duygudaşlıkla beslenir. Başarısızlığın, özenilecek bir yanı yoktur ve zaten pek bol bulunur. Bu, bir şaraplık üzüm yetiştiricisinin ebegümecine ilgi duymaması gibidir. Ebegümeci davetsiz bir misafirdir.
Hayatın içinde böyle gelip geçeriz. Başarılı olanlarımız kendi çalışkanlıklarının ve zekâlarının ışıltısıyla hayran olunası bir fener alayı gibi yaşarken başarısızlarımız, üzüntülerin yağmurunda ıslanır, komplekslerin ağırlığı altında ezilir, pişmanlıklarının rüzgârıyla oradan oraya savrulur.
Evet… Zaman hepimiz için aynı
akmaz.
Bazılarımızı semizotlarının aylaklık
yataklarına sürükler. Daha doğrusu bizi sürüklenmek istediğimiz yerlere
bırakıverir.