Siyaset tartışmalarının en büyük
problemi üslup. Herhangi bir politikacının muhataplarına tam ve kesin bir yumuşaklıkla hitap etmesi ya da
sorunları kesinlikle alçak sesle dile
getirmesi, neredeyse bir iman sorunu.
Amma ve lâkin ülkemizde bu sorun
tam bir iki yüzlülükle ele alınıyor. Muktedirler hadlerini istedikleri kadar aşabilir,
karşıtlarını istedikleri gibi tehdit edebilirlerken karşıtlarına kendilerince
bir terbiye dayatabiliyor ya da dayatabileceklerini sanıyorlar. Aziz basınımız
da bu hoyratlığa çanak tutuyor.
Bunun sonucunda karşıtlar bir
ölçüde bastırılırken meselâ Kürtçü ayrılıkçılık ve Kürtçü terör, bu hoyratlığa
karşı şiddet kullanmayı, meşru bir hak olarak görüyor. İşin daha da kötü
tarafı, sözde hakkın tarafında olduğunu söyleyen bütün enternasyonalist sağ ve
sol örgütlenmeler bu durumda silâhlı Kürtçü terör örgütünün davasını
meşrulaştırmağa dahası aklileştirmeğe çalışarak bebek katillerini, vatan
hainlerini toplum nazarında makbulleştiriyor.
Ama bu yazının asıl konusu bu
değil.
Asıl konu bu üslup tartışmaları
arasında gerçek akıl ve ahlâk sorunlarının artık tartışılamaz oluşu….
Üslup bir estetik sorundur, bir
şekil işidir. Üslup şüphesiz bir inceliktir ve fakat her şey değildir, bir
öncelik de değildir.
Estetik aklın tartışma sahası
değildir. Estetik, zevke ve sübjektiviteye dayalı bir belirsizlik alanıdır.
Toplumsal düzenle ve onunla
ilgili siyasetle ilgili tartışmalar ise
aklın konularıdır. Aklın konuları ise belirsizlikten en uzak bir halde tartışılması
gereken sorunlardır.
Estetik okumalar sınıfsal ya da
dinsel inançlardan etkilenebilen entelektüel birikimlerin konusu iken siyasal ,
toplumsal tartışmalar açık bilgiye en çok ihtiyaç duyulan, mantığın en sıkı
denetimine açık olması gereken konulardır.
Bu yüzden üslup ikincil bir insani sorunken akıl ve mantık insanlığın
temel dayanaklarıdır.
Üslup, estetik belirsizliğinden,
estetik tartışmaların birikime dayalı
otoriter dayanaklarından ve bu yüzden de bir ölçüde güce dayanmasından dolayı daha “hayvansal”
bir ihtiyaçtır.
Oysa mantık yalnız ve ancak
insanî bir ihtiyaç ve araçtır. Çoğu zaman mantığın gerekleri estetik yönümüze
hitap etmez ve estetik/hayvansal zevklerimizi tatmin etmez. Soyut dışavurumcu
bir resim, zihnimizde şekilsiz ve dile gelmez bir izlenimler yığını
tomurcuklandırabilir ama meselâ bize bir
ulusun neye benzediğini, nasıl oluştuğunu veya nasıl korunması gerektiğini
söyleyemez. Oysa biz genellikle “güzellikleri izlemeyi”, herhangi bir mantık
metnini, akılcı bir tahlili okumaktan daha fazla severiz.
Bu yüzdendir ki güzellik
kraliçelerinin fikirlerini televizyondan seyretmek dururken kel ve şişko bir felsefecinin fikirlerini dinlemeyiz. Ya da…
Dini inancımızın el verdiği bir estetiği
sergileyen bir din adamını dinlemeyi, “kâfirlre benzeyen” bir felsefeciyi
dinlemeğe tercih ederiz.
Bütün bu estetik şartlanmalar “üslup
tartışmalarının” temelini oluşturuyor.
Hiç kimse “kitlelerin hoşuna giden bir üslubun” , aklın
ve mantığın yerini tutamayacağını söylemeğe cesaret edemiyor.
Hiç kimse kitlelerin hayvansal
dürtülerini harekete geçiren beğeniler oluşturmanın, gerçeklere dayanma çabası kadar değerli
olamayacağını söylemeğe cesaret edemiyor.
Bu yüzden üslup tartışmaları
aslında güçlünün egemenliğini meşrulaştırmak gayretinden öteye gidemiyor ki
ülkemiz özelinde bu durum, silâhlı propaganda denen sosyalist haydutluk ve katliam
politikasıyla kendi egemenliğini millete
kabul ettirmeğe çalışan Kürtçü kampın da sözüm ona kendi edebiyatını ve halkla
ilişkiler alt kurumlarını kurmasına imkân veriyor.
Bir katilin ve vatan hainin aklımızda kalması istenen hali bu... |
Üslup tartışmaları, “eli sazlı,
gözleri yaşlı”, katil yardakçılarını “güzelleştirirken” Türk egemenliğini, akla, ahlâka ve tarihe
dayanarak savunan herkesi de tukaka ediyor.
Kitlelerin hoşuna giden siyasal
üslupların dayattıkları içeriklerin, akılla veya ahlâkla ne kadar örtüştüğüne
hiç kimse dikkat etmiyor ve zaten bu çelişkiler tartışılamıyor bile. Gülen bir
yüzle ve alçak sesle “Türk’lerin katil, işgalci, inkârcı ve asimilasyoncu”
olduklarını söylemek yaygın/popülist estetik algıda kendisine rahatlıkla yer
bulabiliyor. Bu yüzden de meselâ bebeklerimizi, askerlerimizi, polislerimizi,
öğretmenlerimizi şehit eden Kürtçü katillerin, vatan hainlerin mütebessim
fotoğrafları çok demokrat basınımızca sürekli servis edilerek yok
ettiklerimizin aslında “insan” oldukları imajı kafamıza kazınmağa çalışılıyor.
Gülümseyerek Güven Park'ı havaya
uçurmak, kaşları çatık ve sert bir
biçimde ulusal egemenliği savunmaktan daha fazla seviliyor.
Eli sazlı Kürtçü faşizmle gözü
yaşlı ümmetçi Arapçılığın ortak Türk düşmanlığı, üslup inceliği
tartışmalarıyla Türk çocuklarına tatlı zehirler olarak sunuluyor.
Kısacası Türk adı ve Türk
egemenliği ne idüğü belirsiz bir takım
estetik tartışmaların ve üslup takıntısının gölgesinde yürütülen neofaşist bir
ihanetin eliyle yok edilmeğe çalışılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder