Bilişsel evrim diye bir şey
olabilir mi?
Dün kızımla bu konuyu
konuşuyorduk Birdenbire Lamarckçı bir yaklaşıma kapılıp kapılmadığımı düşünmeğe
başladım.
Ama şu an bir şeyi fark ediyorum
ki evrime salt kalıtsal açıdan bakmak
artık daha dar bir paradigma gibi görünüyor. Çünkü işin içine insan
girdiğinde bilinci göz önüne almaksızın
yaşanan toplumsal çatışmaları açıklamak zorlaşıyor.
Peki ama buna mecbur muyuz? Evet
mecburuz, çünkü artık insan nüfusu, gezegeni bir takım geri dönülmez eşiklere
getirmek üzere veya getirdi bile.
Ayrıca ulusal devletlere
yöneltilen dinci ve etnik saldırılar, Ortadoğu’yu kana bulamakla kalmayıp Orta
Asya’yı bile tehdit eden etnik Kürt silahlanması gibi konuların hepsinin
temelinde bu yaygın bozulma yatıyor.
Bilişsel evrim ne olabilir?
Bilişsel evrim, bilimsel eşikten
sonra insanın diğer canlılardan ayrılan
kendine özgü evrimidir. İnsanın kalıtsal içeriği doğanın diğer unsurlarıyla
beraber evriliyor olabilir ama beyni kesinlikle diğer canlılara emreden
kanunlardan ayrılmıştır. Çünkü insan öğrenmek ister ve ne öğrenmek istediğini
ve hatta öğrenmek istememeyi de seçebilir.
Burada anahtar kelime, ortalıkta görünmeyen “irade”dir.
İrade insanın gerek
düşüncelerinin gerekse eylemlerinin yönünü belirler. İnsan bir şeyi düşünmek
istemediğinde, onunla ilgili imgeler ve sözcükler üretmeyi durdurur.
“Düşünmemeyi tercih” etmek beyni durdurur. Beynin durması ne anlama gelir?
Beynin durması insan evriminin hayvansal
kökenine geri dönmesi anlamına gelir. Beyni durdurduğumuzda insan, artık
neyin iyi neyin kötü olduğunu muhakeme
edemiyor demektir. Böyle bir durumda insan hayatta kalmak ve üremek için asgari
içgüdülere, bir arada yaşayabilmek için
de sürü psikolojisine ve güdülmeğe gereksiniyor demektir. Çünkü insan dışındaki
canlıların üremek ve hayatta kalmak
dışında bir gereksinimleri
yoktur.
İnsan ihtiyaçlarını
belirleyebilen tek canlı türü.
İradesinin ortaya çıkışıyla
birlikte insan doğayı ve kendisini değiştirmeğe başladı. Üremek ve hayatta
kalmak için gereken besin stoğunun dışında bir tüketim belirince doğanın dengesi alt üst oldu. Maymunların rönesansa ihtiyacı yoktu ama
insan onun varlığına ihtiyaç duydu. İnsanlar roman yazmadan da
üreyebiliyorlardı ama hayatlarında bir
anlam olmaksızın yaşamak, insanları en nihayetinde intihara sürüklüyordu.
İnsan bir ölçüde
genlerin/kalıtımın kaprisinden kurtulmuştu. Fakat bu kez önünde daha tehlikeli
bir yol vardı: İradenin yolu. İnsan bir kere ateşlediği düşünme eylemini sürdürecek miydi, sürdürmeyecek miydi?
Birkaç zeki insanın icatlarıyla
dünya çok değişti. Öyle ki artık en aptalımızın bile kullanabildiği akıllı
telefonlara sahibiz. Artık düşünmek ve seçmek işini bizim için yapabilecek
yapay zekâya neredeyse sahibiz. Arama motorları, son aradığınız şeyi göz önüne
alarak size benzer şeylerin reklâmlarını sunup duruyor.
O halde belki de gelecekte
düşünmeğe gerek kalmayacak. Acaba öyle mi? İnsanlar düşünmekten
vazgeçtiklerinde yapay zekâlar onlar için kitaplar yazmağa, resimler, besteler
yapmağa devam edecek mi? Peki ama insanların bilişsel ürünleri eskisi gibi
devam edebilecek mi? Yapay zekâ bize belki sayısız eğlence ve beslenme imkânı sunacak ama biz artık
resim yapabilecek kadar zeki olabilecek miyiz?
Kalıtsal evrim, genlerimizin sürekliliğine dayanırken
bilişsel evrim bizim seçimlerimize bağlı olacak. Düşünmeyi isteyip istememek,
evrimimizin yönünü belirleyecek.
Bu evrimin tehlikeli yönü şu:
Genlerin varlığının sürdürülmesi, hayatta kalmamızı sağlıyordu. Bu
rastlantısaldı.
Oysa düşünmekten vazgeçtiğimizde
ve daha kötüsü bunu bir alışkanlık haline getirdiğimizde, elimizdeki bütün
imkânlarla düşünmekten kaçınıyoruz. Bu alışkanlığı kuşaktan kuşağa, elimizde
git gide artan teknolojik eğlence
imkânlarıyla aktarabiliyoruz. Artık
insanın zevk alacağı şeyleri kendisinin üretmesi gerekmiyor. Artık bir çocuğun güzel bir resim yaparak övünmesi
gerekmiyor. Artık güzel şeyler yazarak övülmek bir çocuğu ilgilendirmiyor.
Artık güzel piyano çalmaktan zevk alanların sayısı günden güne azalıyor. Oysa
teknoloji bize, akıllı telefonlarda bile kullanılabilen yazı programları sunuyor, el kadar tabletlerde
resim yapabiliyoruz . Peki bunları kullanıyor muyuz? Ne kadar kullanıyoruz?
Sanal ağ bize herkesle paylaşabileceğimiz
bedava günlük alanları sunuyor. Ne yapıyoruz?
Einstein, “İnsan zekâsı
zorlanmadıkça gelişmez.” Demiş. Bunun tam tersi de ne yazık ki gerçekleşiyor.
Yani “Kullanılmayan zekâ köreliyor…” Peki ama zekânın körelmesinin organik bir
etkisi ya da kökeni yok mu? Muhtemelen var. Çünkü insan zekâsının üstünde
işlediği donanım, insan beyni. Biz zekâmızı ne kadar az kullanırsak beynimize o
kadar az uyaran yolluyoruz. Bu durum beyindeki kıvrımların artmamasına yol
açtığı gibi daha kötüsü o kıvrımların
azalmasına yol açıyor olabilir.
Biz düşünmek işini yapay zekâya
terk ettiğimizde veya eğlence dışında üretken bir iş yapmaktan gönüllü vazgeçtiğimizde, aslında beynimizin
durmasını veya gerilemesini seçmiş oluyoruz. Bunu kuşaktan kuşağa aktarılan bir alışkanlık haline
getirdiğimizde, kuşaktan kuşağa aktarılan bir beyin gerilemesini yaratıyoruz.
Belki bir sonraki kuşak daha fazla şey biliyor gibi görünüyor ama fikir ve yaratıcılık kapasitesi ciddi anlamda düşebiliyor. Bu,
gelişmiş ülkeler için çok ciddi bir
sorun olmayabilir ama bizim gibi gelişmiş ülkelerin ürünlerine muhtaç geri kalmış ülkeler için hele de ortalama zekâ
açısından yaşanan gerilik düşünüldüğünde, çok ciddi bir sorun.
Peki beyin kıvrımlarımız azalırsa
ne olur?
Evrim biyologları insanın beyin
katmanlarına baktıklarında onun sürüngen, memli/fare ve primat /insan beyni olarak üç
tabakaya ayrılabileceğini görmüşler. Omurga düzeyindeki hayatımız sürüngen beynimizle
yaşarken içgüdülere ve hormonlara
dayanan hipocampus düzeyinde bir memeli/
fare gibi yaşıyoruz. Gri maddenin oluşturduğu kitlenin kabuğunda ise romanları yazan insan yaşıyor. Bu üç düzeyin de kıvrımsal açıdan gelişmişlikleri farklı.
Biz düşünmekten
vazgeçtiğimizde aslında fareye veya
sürüngenlere daha çok yaklaşıyoruz. Bu tercih beynimize muhtemelen “ Çok
çalışmana gerek yok, fareler kadar zeki olsak yeter!” mesajını veriyor. Peki
ama bunun günlük hayatta ne gibi sonuçları oluyor? Aslında günden güne artan
cinayetler, tecavüzler, öfke nöbetleri, kitlesel şiddetin artışı, etnik terörün
yükselmesi gibi olayların Einstein’ın yaşadığı dünyada meydana gelebilmesi bu
yüzden olamaz mı?
Meselâ Kürtler etnisitelerine
bakılmaksızın Türkiye’de uluslaşmaya
dahil edilip egemenliği ayrımsız kullanırken onları Türk adından körce nefret
etmeğe iten, düşünmekten bu gönüllü
vazgeçiştir. Doğuşundan bu yana bütün kaynakları ulaşılabilir hale gelmişken
İslâm dinin mensuplarının yaşadıkları her yerde şekilci ve vahşi bir şeriattan
yana olmalarının sebebi de bu vazgeçiştir.
Düşünmekten vazgeçmek geçici
bir durum değil. Bu, sebep sonuç
ilişkilerini kurabilmek yeteneğinin
tamamen kaybedilmesine yol açabilir. Bu durumda meselâ Barzani’nin kravat takan silahlı etnik sürüsünün, karıncayı incitmekten sakınan,
okuyan, yazan ve bunların ancak ulusal egemenliğe dayalı bir hukuk devletinde
var edilebileceğini anlamış çağdaş Türk insanıyla aynı coğrafyada yan yana
yaşayabilmesi mümkün olabilecek midir? Kürt etnikçiliği “ikna edebilmek veya
ikna olabilmek” yeteneğine sahip
olabilecek midir? Bugün yaşadığımız sorun, beynini kullanmak yerine
yalnızca isteyen, yalnızca talep eden
ve herkesi, kendi hayatına hizmet etmek
için borçlu sayan, buna karşılık ona bu hayatı verenlerin düşünce dünyalarına
da hükmetmek isteyen geri evrim militanlarının
hayvansal korku egemenliğidir.
Onlar daha az kıvrımla da hayatta kalınabileceğini
sezen ama bu imkânı onlara verenin modern Homo sapiens olduğunu anlamamakta da
ısrar eden Homo simplexlerdir. Aslına bakılırsa gönüllü bir geri evrimle
meydana gelen bu türün bir Homo türü bile olup olmadığı yakın gelecekte
araştırılmalıdır.
Demokrasiyi, salt kitlesel bir
tercih oyunu olarak gördüğümüzde, ülkelerin kaderlerini, yani modern H. sapienslerin
“zararsızlık” idealiyle kurdukları bütün kural inşaalarını, ulusal bilişsel
inşaaları, ikna edilmesi mümkün olmayan,
düşünmekten kör inançlar uğruna vazgeçmiş çeşitli geri evrimsel kitlelere
teslim ediyoruz.
Böylece beyinleri kendi istekleriyle fareleşmiş veya yılanlaşmış bir başka türün, sırf “konuşabildiği” için artan nüfusuyla bizi
nerelere sürükleyebileceğini ciddi ciddi düşünmemiz gerekiyor.
2 yorum:
Kutlarım, hem de çok. Kıvrımları azalmış beyinlerle her gün bir şekilde iletişim kurmak zorunda kalınca, sayın yazar sizin gibi entelektüellerin cam faunuslar da özenle saklanması zorunluluğu doğuyor.
Çağdaş dünya da düşünmeyi terk etmiş h. Spiensler olmasaydı, tiranlar nasıl ortaya çıkacaktı? Dünya siyaseti, beyini tatile göndermiş islam teröristleri eliyle nasıl diyazn edilecekti?
Halklısınız, demokrasi safsatası altında (Pavlov'un deneyindeki gibi) ortak kader tayin etmek, durumunda kalıyoruz, az kıvrımlılarla.
Değerli yazımız, eksik olmayın.
Bu son derece mültefit yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Durum iyiye gidiyor gibi görünmüyor...
H. simplex'in kendi aymazlığını norm diye kabul ettirmesi, için siyasal boyutunu oluşturuyor gibime geliyor.
Tekrar teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.
Yorum Gönder