Dünyada artık bir medeniyetler
çatışması yok.
Çünkü bir medeniyetler çatışması
olabilmesi için medeniyet yaratan
özdeş varlıkların çatışması
gerekirdi.
Yani sorun El Hamra’yı, Taj Mahal’i,
Süleymaniye’yi yaratan canlılarla Eyfel’i yaratan canlıların çatışması değil.
Göz ardı edilen nokta,
Süleymaniye’yi yaratan canlılarla onların torunlarının artık aynı canlılar
olmamaları ihtimali.
Yani biz artık Mimar Sinan’ın,
Kanuni’nin, Barbaros’un vs torunları olmayabiliriz.
Soyu doğrudan kalıtsal aynılığa bağlayan ilkel
kabilecilikle açıkladığımızda bile bu
böyle olmayabilir. Fakat soyun, bir şuurun sürdürülmesi olarak açıklaması
düşünülürse; durum daha da karışık ve üzücü bir hale gelebilir.
Şimdilerde “Sapiens’le” moda
haline gelen “ hayali gerçek” kavramı bize gösteriyor ki aslında insana dair
söylediğimiz hiçbir şey, onu anlamlandırma çabasından ileri gitmiyor. Peki bu,
anlamsız olduğumuzu mu gösterir?
Veya şu andan itibaren aslında
bir virüs türü olduğumuzu düşünerek soyumuzu kendi elimizle kazısak daha mı
yararlı bir iş yapardık? Elbette çocuklarımıza bunu yapacak değiliz.
O halde bizi biz eden şey, sadece
zevkli anların sonunda elde ettiğimiz
bir kalıtsal miras olmamalı. “Bizi” var eden şey ortaklaşa kabul ettiğimiz bir
takım varlıklar ve anlamlar. Bu ortak anlamların en soyut ve nihai olanı da millet.
Fakat ya toplumun genelinde bir anlam yitimi/kaybı meydana gelirse ne
olur?
Şimdiye kadarki bütün materyalist
ve kollektivist görüşler, insanın her halükârda “insan” olarak kalacağını
düşünüyordu.
Genlerimiz belki de Dawkns’in
dediği gibi bizden ayrı şekilde var olmaya çalışan moleküllerden ibarettir. Bu
görüş bizi genlerimizin bir tür esiri veya konakçısı haline getiriyordu. Ne
olursa olsun “Varım!” diyen canlılar olarak genlerimizden fazlası olduğumuzu
gösterdik. İşte bu noktada da Harari’nin arkaik sapiensleri olmaktan çıktık.
Belki H. sapiens’i, diğer insan türlerine
üstün kılan şey, gerçekten varoluş bilincine sahip tek primat olmasıydı. Belki “sapiens”
öylesine sarf edilmiş bir sıfat değildi.
Belki de fark edemediğimiz şey,
H.sapiens’in yaşadığı her devrimle git gide daha farklı bir alt türe veya
varyetelere (daha da küçük) doğru evrildiğiydi. (Alt tür, hiyerarşik bir tanımlama
değildir. Bu kategorik bir tanımlamadır, bir türün birbirinden küçük farklarla
ayrılan birimlerini ifade eder).
Artık iş sadece “varım” demekten
ibaret değildi. Doğadaki diğer canlılarla varoluşu paylaşmak ve dünyada, hayatı bir bütün olarak görmek
bilincine varmak, H.sapiens’i, Neanderthalleri yok eden bencil primatlardan
öteye taşımış olamaz mıydı?
Peki ama ya bütün sapiensler aynı yolu izlemiyor
idiyseler? Bazı topluluklar bilinçli olarak zarar verici, yıkıcı, yok edici
oluyor idiyseler? Onlara hâlâ “sapiens” diyebilecek miydik?
Basit bir PCR analiziyle IŞİDçilerin de sapiens oldukları söylenebilir
elbette. Ya organik değişim DNA’ya kör bir şekilde gerçekleşiyor idiyse? Aynı DNA’yı taşımakla birlikte Alzheirmerlı
ve normal beyin arasında ciddi bilişsel
fark olduğu ortadadır.
Bu durum bize insan evriminin salt genetik mutasyonlardan
başka bir şey olduğunu düşündürmez miydi?
Belki de insan evrimi artık
üzerinde çok konuşulan hayvansal evrimin ötesine geçmişti? Belki de insan artık
bilişsel aşamalarla tanımlanan bir evrim yaşamaktaydı. Bu evrim gözle görülür
farklar yaratmayabilir ama derin bir yaşayış farkıyla kendisini gösterecektir.
İnsanın nasıl yaşamak istediğine dair tercihleri onun bilincini
yapılandıracaktır.
Ve bu noktada yalnızca “var olduğunu
bilmek” ya da sapiens olmak , insan olmak
için yeterli sayılmayabilecektir.
Belki de şu anda sapiensi, diğer
maymunların arasına yolluyor ve evrimde bir üst aşamaya geçiyoruzdur.
Böylesi bir düşünceye nasıl
varabiliyoruz?
İnsanlar arasındaki teknolojik
gelişmişlik farkı muhtemelen hiç bu kadar belirgin olmamıştı. Çünkü sömürge
çağında sömürgeciler teknolojilerini dünyanın her yanına götürmüştü. Bu
teknolojik yayılma, bilişsel bir türdeşlik/homojenite yaratıyordu.
Sömürgelerdeki bağımsızlık fikirleri bu
bilişsel türdeşliğin sonucudur. Bir Cezayirli sömürgeciliğin teknolojik
imkânlarının yarattığı türdeşlikle bir kahvede Fransızca “özgürlük” nutukları
atabiliyordu. Bilişsel anlamda Fransızdı
ama bunun farkında değildi.
Sömürgeciliğin bitmesiyle
birlikte sömürgelerin, insanlarını bilişsel olarak besleyen bütün uygarlık
kanalları yıkıldı. Eskiden Cezayir’e gelen Fransız dergileri ve kitapları
ya artık yoklardı ya da eskisi kadar bol
değillerdi. Afganistan, Hindistan, beş
çaylarını içen İngilizlerden belki kurtulmuşlardı ama onların, ülkelerine
getirdikleri “kural egemenliği” fikrinden artık mahrumdular.
Dünyaya, “var olduğundan haberdar” olan primatlar egemendi ama “nasıl” ve “neden” soruların soracak
düzeyde bilişsel gelişmişlik gösterenler azdı. “Bilim” denen şeyi onlar
geliştirdi. Dünyanın geri kalanı, hâlâ avlanan hayvanın biraz gelişmiş halinde yaşayan
primatlardan ibaretti.
Bugün bu fark artık inkâr
edilemez bir düzeyde ortada.
Sorun, artık insanın her
halükârda yaşaması veya hayatta kalması değil. Çünkü en nihayetinde Taliban
egemenliğinde de insanlar avcı toplayıcı kültüründe yaşayabiliyor. Veya Kuzey
Irak’ın Kürt kabileleri, kravat takmış bir takım kabile önderlerine biat ederek
betonarme yapılarda yaşayıp kaçak petrol satabiliyor.
Artık herkes manuel vitesli bir araba
kullanabilecek primat aşamasına
ulaşabilmiş durumda. Oysa her topluluk
mesela ulusları oluşturan soyut değerler ve kurallı beraberlik aşamasına
ulaşabilmiş değil. Bu sözler pek çoğuna göre ırkçılık gibi görünebilir ama
sorun şu ki bu aşamaya gelememiş primatları modern Homo sapiensler olarak
görmek de “bize özgü” bir değer.
Afganistan’daki Talibanların da
yaralandıklarında tedavi edilmeleri gerektiğini düşünen bir doktorun “insan”
algısıyla Kuzey Irak’ta petrol hırsızlığı yaparak, çevre ülkelerdeki etnik
terörden medet umarak bağımsızlık kazanmağa çalışan etnik vahşetin insan algısı aynı değil. Ya da
iç savaşın ancak ulusal bir bütünlükle ve buna bağlı kurallı davranışla
engelleneceğini bilen çağdaş Türk insanının, ülkesindeki herkesi kendisinden
bilen insanlık düzeyiyle onu kendinden bilmemeyi bir tür “ulusal” onur sayan
etnik ırkçı Kürt bilincinin “insanlığı” aynı şey değil.
Biz artık insanı algılamakta
zorlanan, insanı iki ayak üstünde
yürüyen bir maymunsu olarak yaşayan alt türle modern Homo sapiensin bir arada nasıl
yaşayacağı sorunuyla karşı karşıyayız. Bu noktada Homo sapiens’ten çok daha
ilkel bir primat formu, iradi olarak ve bilişsel bağlamda ortaya çıkmış gibi
görünüyor: “Homo simplex”.
Dolayısıyla dünyada bir çatışma
ortamı meydana gelmişse bunun salt siyasal bağlamın ötesinde evrimsel bir
çatışma ortamı olarak belirme ihtimali var.
Dünyadaki az sayıda ulusal
devletin varlığını korumağa çalıştığı, en azından kendi içinde çatışmasız ve
kural egemen devlet anlayışının her kıtadaki etnik kabile devletlerinin sahibi
insanlar tarafından tehdit edilmesi söz konusu.
Buradaki muhtemel çatışma sebebi gelişmişlik farkları
olmayabilir. Nitekim Ermenistan gibi bir ülkenin ortalama teknolojk düzeyi fena
olmamakla beraber bu ülkenin bilişsel seviyesi ne yazık ki diasporasının
yaşadığı ülkelerin çok gerisindedir. Veya eski Yugoslavya’nın Hristiyan slavyen
toplulukları bir medeniyet havuzunun ortasındaki yabancı cisimler gibi
durmaktadırlar. Aynı şey ekonomisini her türlü desteğe rağmen bir türlü
düzeltemeyen Yunanistan için de geçerlidir.
Ulusal devletler dışındaki
devletler toplumsal gelişmişlik düzeyi açısından ya da İskender Öksüz’ün belirttiği gibi “toplumsal
sermaye” açısından son derece fakir ülkelerdir.
Can yakıcı sorun, bu ülkelerin
vatandaşlarının gönüllü bir toplumsal fakirlik yaşıyor olmalarıdır. Bu durumun
birikimliliği, bu toplulukların zaman içinde bilişsel düzeyde Homo sapiens’in
gerisine düşmeleri olabilir ve
muhtemelen olmaktadır da. Toplumsal süreçleri meydana gelirken yakalamak
zor olabilir ama imkânsız değildir.
Günümüz teknolojisi bize bu farkı görebileceğimiz kayıt imkânları
sunmaktadır.
Evet… Sanırım Huntington
yanılmaktaydı. Çünkü o, “aynı bilişsel
düzeydeki primatların” arasındaki algılama farkının çatışmalara sebebiyet vereceğini düşünüyordu.
Ona göre herkes birbirini “insan” olarak görüyordu.
Ama sorun, istemli ilkelliğin yol
açtığı toplumsal kopuş, toplumsal sermaye kaybı ile beslenen bir bilişsel- ervimsel gerileme. Bu
evrimsel gerileme ile kural izleyemeyen, sebep sonuç ilişkisi kuramayan ama oy
veren, intikam alan, şehvet duyan, açlık çeken, araba kullanan ama araba
üretemeyen, mesaj yazabilen ama öykü kurgulayamayan, şarkı söyleyen ama şiirden
habersiz olmakla övünen bir tür meydana geldi. Bunun bir alt tür değil de ayrı
bir tür olmak ihtimali bana göre son derece fazla.
Şimdiye kadar hep ulusal silah
savaşlarına şahit olduk. Oysa asıl büyük savaş her birimizin ülkesinde,
insanlığın varoluşuna yabancılaşmış Homo simplexle aramızda yaşanacak gibi
görünüyor.
4 yorum:
Sayın Yazar,ara verdiniz; özlettiniz. Yazınızı çok sevdim, yaptığınız saplamların hemen tamamına katılıyorum,ancak, Huntington yanılıyordu demişsiniz(aynı bilişsel düzeydeki primatların arasında algılama farkının çatışmalara sebebiyet vereceğini düşünüyordu. ona göre herkes kendini insan olarak görüyordu); hayır yanılmıyordu;en azından yazınız boyunca spiens olarak tanımlanan primatların artık aynı bilişsel düzeyde olmadığını farklı örneklerle gerçeklemeye çalışmışsınız.Aynı bilişsel düzeyde olmadıklarına göre tamamına insan denemez ki uzaya gönderilen maymun örneğini yerine oturmuşsunuz.Hatta bu yeni tür için homo simpexle tanımlaması da yapmışsınız.
Homo spaineslerin, diğer canlılardan zeki bir tür olduğu ispatlanarak üstünlüğü ortaya konmaya çalışılır. Yazınızın iptidai özeti. Zeki insanların beyin kapasiteleri diğerlerinden daha çok kullandıkları(Bilişsel algı, farkındalık..)ifade edilir. İlginç olan bilim çağı olarak adlandırılan bilimsellik temellerinin atıldığı dönemden bu yana genel beyni kullanma kapasitesinde %2-3 gibi bir gerileme yaşanması.Hemen her toplumda entelektüeller dışındaki kesimin düşünme işini yavaştan terk etmesi ve sadece kendi varlığını koruma güdüsüne dönmesi.Burada öne çıkan her toplumun kendi varlığının(kazanımlarının) niteliği ve entelektüellerinin nicelliği sanırım.
Ellerinize sağlık.
Mükemmel, ufuk açıcı bir yorum. Değerli yazarımıza teşekkür ediyorum.
İş bölümünün getirdiği kolaylığın zekâ kulanımını nasıl gerilettiğina dair tespitiniz mükemmel.
Buradaki sorun şu: Meselâ İkender Öksüz'ün " Alt Akıl..." kitabında aktardığı çeşitli ortalama IQ puanları arasındaki fark çok düşündürücü. Belki sıradan bir İngiliz, kafasını bir İngiliz entelektüele göre fazla kullanmıyor ama zekası aynı sosyo ekonomik tabakadaki bir Türk'ten en az 15 puan fazla çıkıyor.
Buradaki temel sorun, gelişmiş ülkelerdeki her tabakadan insanın hayata bakışının ve farkındalığının, dünyanın geri kalanından çok daha yüksek olması.
Bir yazıda her şeyi birden düşünmek, ele almak mümkün olmuyor, çok özür dilerim. Umarım bir başka yazıda daha geniş düşünebiliriz.
Yorum için tekrar teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.
19. yüzyılda elektromanyetik kuramını ortaya atan bilim insanlarıyla kendimi ve etrafımdaki benim gibi insanları aynı kefeye koyamıyorum. Faraday' a, Maxwell' e 19. yy çalkantısı içinde gözle göremediği elektronlarla ilgili çalışma motivasyonunu sağlayan şey neydi gerçekten inanılmaz bir şey. Veya bugün Elon Musk çılgınının insanoğlunun yaşamını devam ettirebilmesi için Mars' ta bir koloni kurma hayalini veren, ve bu hayali için Mars' ta şu an robotlarla yaşam üniteleri inşa ettiren motivasyon kaynağı, vizyon her neyse, o şey bende yok. Aynı şekilde homo simplex olarak tanımladığın kesimle de kendimi aynı kefeye koyamıyorum. Yani aslında cidden bu evrimleşme sürecinin aşamaları var ve aradaki uçurum giderek artıyor.
1800'lü yıllarda elinde sadece kağıt-kalem-teleskop gibi basit araçlarla ortaya koydukları fizik kanunlarını; bizim bugün elimizin altındaki engin deniz internetle ve fazlaca gelişmiş teknolojimizle anlamakta güçlük çekiyor olmamız, " adamlar o yıllarda bunu nasıl düşünmüş? " diye hayrete düşmemiz, bir yerlerde geriye doğru ivmelendiğimizi kanıtlıyor ve bu gerçek beni çok korkutuyor. Hayat tarzlarımız ve düşünce yapılarımız gerçekten gittikçe basite indirgenmiş durumda, kesinlikle bu insanlarla aynı genetik yapıya sahip olduğumuzu ben de düşünmüyorum.
Yelizciğim,
Öncelikle dikkatli okuman için sonsuz teşekkürler. Ufuk açıcı ve aydınlatıcı yorumun için ayrıca sonsuz teşekkürler.
Haklısın. O insanlarla sadece motivasyonlarımız farklı değil, düşünce kapasitelerimiz bile farklı. Bilginin bizim irademiz dışında ve bizim beynimizin dışında bir yerde kendiliğinden birikiverdiğini sanmağa başlamamız mı acaba bu gerileyici evrimi başlattı?
Her şeyin bizim irademizle ilgili olduğunu inkâr ettikçe hayatımızın bizim dışımızdaki bir takım kaprislere kurban gitmek ihtimali artıyor.
Her zaman bekliyoruz, lütfen dükkânı boş bırakma.
Yorum Gönder