25 Nisan 2017 Salı

Huntington Yanılgısı: Primatlar Çatışması

Huntington yanılıyordu.

Dünyada artık bir medeniyetler çatışması yok.

Çünkü bir medeniyetler çatışması olabilmesi için medeniyet yaratan  özdeş  varlıkların çatışması gerekirdi.

Yani sorun El Hamra’yı, Taj Mahal’i, Süleymaniye’yi yaratan canlılarla Eyfel’i yaratan canlıların çatışması değil.

Göz ardı edilen nokta, Süleymaniye’yi yaratan canlılarla onların torunlarının artık aynı canlılar olmamaları ihtimali.

Yani biz artık Mimar Sinan’ın, Kanuni’nin, Barbaros’un vs torunları olmayabiliriz.

Soyu doğrudan  kalıtsal aynılığa bağlayan ilkel kabilecilikle  açıkladığımızda bile   bu böyle olmayabilir. Fakat soyun, bir şuurun  sürdürülmesi olarak açıklaması düşünülürse; durum daha da karışık ve üzücü bir hale gelebilir.

Şimdilerde “Sapiens’le” moda haline gelen “ hayali gerçek” kavramı bize gösteriyor ki aslında insana dair söylediğimiz hiçbir şey, onu anlamlandırma çabasından ileri gitmiyor. Peki bu, anlamsız olduğumuzu mu gösterir?

Veya şu andan itibaren aslında bir virüs türü olduğumuzu düşünerek soyumuzu kendi elimizle kazısak daha mı yararlı bir iş yapardık? Elbette çocuklarımıza bunu yapacak değiliz.

O halde bizi biz eden şey, sadece zevkli anların sonunda  elde ettiğimiz bir kalıtsal miras olmamalı. “Bizi” var eden şey ortaklaşa kabul ettiğimiz bir takım varlıklar ve anlamlar. Bu ortak  anlamların en soyut ve nihai olanı da millet.

Fakat ya toplumun genelinde  bir anlam yitimi/kaybı meydana gelirse ne olur?
Şimdiye kadarki bütün materyalist ve kollektivist görüşler, insanın her halükârda “insan” olarak kalacağını düşünüyordu.

Genlerimiz belki de Dawkns’in dediği gibi bizden ayrı şekilde var olmaya çalışan moleküllerden ibarettir. Bu görüş bizi genlerimizin bir tür esiri veya konakçısı haline getiriyordu. Ne olursa olsun “Varım!” diyen canlılar olarak genlerimizden fazlası olduğumuzu gösterdik. İşte bu noktada da Harari’nin arkaik sapiensleri olmaktan çıktık.

 Belki H. sapiens’i, diğer insan türlerine üstün kılan şey, gerçekten varoluş bilincine sahip tek primat olmasıydı. Belki “sapiens” öylesine sarf edilmiş bir sıfat değildi.

Belki de fark edemediğimiz şey, H.sapiens’in yaşadığı her devrimle git gide daha farklı bir alt türe veya varyetelere (daha da küçük) doğru evrildiğiydi. (Alt tür, hiyerarşik bir tanımlama değildir. Bu kategorik bir tanımlamadır, bir türün birbirinden küçük farklarla ayrılan birimlerini ifade eder).

Artık iş sadece “varım” demekten ibaret değildi. Doğadaki diğer canlılarla varoluşu paylaşmak ve  dünyada, hayatı bir bütün olarak görmek bilincine varmak, H.sapiens’i, Neanderthalleri yok eden bencil primatlardan öteye taşımış olamaz mıydı?

Peki  ama ya bütün sapiensler aynı yolu izlemiyor idiyseler? Bazı topluluklar bilinçli olarak zarar verici, yıkıcı, yok edici oluyor idiyseler? Onlara hâlâ “sapiens” diyebilecek miydik?

Basit bir PCR analiziyle  IŞİDçilerin de sapiens oldukları söylenebilir elbette. Ya organik değişim DNA’ya kör bir şekilde gerçekleşiyor idiyse?  Aynı DNA’yı taşımakla birlikte Alzheirmerlı ve normal beyin arasında  ciddi bilişsel fark olduğu ortadadır.

Bu durum bize  insan evriminin salt genetik mutasyonlardan başka bir şey olduğunu düşündürmez miydi?

Belki de insan evrimi artık üzerinde çok konuşulan hayvansal evrimin ötesine geçmişti? Belki de insan artık bilişsel aşamalarla tanımlanan bir evrim yaşamaktaydı. Bu evrim gözle görülür farklar yaratmayabilir ama derin bir yaşayış farkıyla kendisini gösterecektir. İnsanın nasıl yaşamak istediğine dair tercihleri onun bilincini yapılandıracaktır.
Ve bu noktada yalnızca “var olduğunu bilmek”  ya da sapiens olmak , insan olmak için yeterli sayılmayabilecektir.

Belki de şu anda sapiensi, diğer maymunların arasına yolluyor ve evrimde bir üst aşamaya geçiyoruzdur.
Böylesi bir düşünceye nasıl varabiliyoruz?

İnsanlar arasındaki teknolojik gelişmişlik farkı muhtemelen hiç bu kadar belirgin olmamıştı. Çünkü sömürge çağında sömürgeciler teknolojilerini dünyanın her yanına götürmüştü. Bu teknolojik yayılma, bilişsel bir türdeşlik/homojenite yaratıyordu. Sömürgelerdeki bağımsızlık fikirleri bu  bilişsel türdeşliğin sonucudur. Bir Cezayirli sömürgeciliğin teknolojik imkânlarının yarattığı türdeşlikle bir kahvede Fransızca “özgürlük” nutukları atabiliyordu. Bilişsel anlamda  Fransızdı ama bunun farkında değildi.

Sömürgeciliğin bitmesiyle birlikte sömürgelerin, insanlarını bilişsel olarak besleyen bütün uygarlık kanalları yıkıldı. Eskiden Cezayir’e gelen Fransız dergileri ve kitapları ya  artık yoklardı ya da eskisi kadar bol değillerdi. Afganistan, Hindistan,  beş çaylarını içen İngilizlerden belki kurtulmuşlardı ama onların, ülkelerine getirdikleri “kural egemenliği” fikrinden artık mahrumdular.

Dünyaya,  “var olduğundan haberdar” olan primatlar  egemendi ama “nasıl” ve “neden” soruların soracak düzeyde bilişsel gelişmişlik gösterenler azdı. “Bilim” denen şeyi onlar geliştirdi.  Dünyanın geri kalanı,  hâlâ avlanan hayvanın biraz gelişmiş halinde yaşayan primatlardan ibaretti.

Bugün bu fark artık inkâr edilemez bir düzeyde ortada.

Sorun, artık insanın her halükârda yaşaması veya hayatta kalması değil. Çünkü en nihayetinde Taliban egemenliğinde de insanlar avcı toplayıcı kültüründe yaşayabiliyor. Veya Kuzey Irak’ın Kürt kabileleri, kravat takmış bir takım kabile önderlerine biat ederek betonarme yapılarda yaşayıp kaçak petrol satabiliyor.

Artık  herkes manuel vitesli bir araba kullanabilecek  primat aşamasına ulaşabilmiş durumda.  Oysa her topluluk mesela ulusları oluşturan soyut değerler ve kurallı beraberlik aşamasına ulaşabilmiş değil. Bu sözler pek çoğuna göre ırkçılık gibi görünebilir ama sorun şu ki bu aşamaya gelememiş primatları modern Homo sapiensler olarak görmek de “bize özgü” bir  değer.

Afganistan’daki Talibanların da yaralandıklarında tedavi edilmeleri gerektiğini düşünen bir doktorun “insan” algısıyla Kuzey Irak’ta petrol hırsızlığı yaparak, çevre ülkelerdeki etnik terörden medet umarak bağımsızlık kazanmağa çalışan  etnik vahşetin insan algısı aynı değil. Ya da iç savaşın ancak ulusal bir bütünlükle ve buna bağlı kurallı davranışla engelleneceğini bilen çağdaş Türk insanının, ülkesindeki herkesi kendisinden bilen insanlık düzeyiyle onu kendinden bilmemeyi bir tür “ulusal” onur sayan etnik ırkçı Kürt bilincinin “insanlığı” aynı şey değil.

Biz artık insanı algılamakta zorlanan, insanı  iki ayak üstünde yürüyen bir maymunsu olarak yaşayan alt türle  modern Homo sapiensin bir arada nasıl yaşayacağı sorunuyla karşı karşıyayız. Bu noktada Homo sapiens’ten çok daha ilkel bir primat formu, iradi olarak ve bilişsel bağlamda ortaya çıkmış gibi görünüyor: “Homo simplex”.

Dolayısıyla dünyada bir çatışma ortamı meydana gelmişse bunun salt siyasal bağlamın ötesinde evrimsel bir çatışma ortamı olarak belirme ihtimali var.

Dünyadaki az sayıda ulusal devletin varlığını korumağa çalıştığı, en azından kendi içinde çatışmasız ve kural egemen devlet anlayışının her kıtadaki etnik kabile devletlerinin sahibi insanlar tarafından tehdit edilmesi söz konusu.

Buradaki  muhtemel çatışma sebebi gelişmişlik farkları olmayabilir. Nitekim Ermenistan gibi bir ülkenin ortalama teknolojk düzeyi fena olmamakla beraber bu ülkenin bilişsel seviyesi ne yazık ki diasporasının yaşadığı ülkelerin çok gerisindedir. Veya eski Yugoslavya’nın Hristiyan slavyen toplulukları bir medeniyet havuzunun ortasındaki yabancı cisimler gibi durmaktadırlar. Aynı şey ekonomisini her türlü desteğe rağmen bir türlü düzeltemeyen Yunanistan için de geçerlidir.

Ulusal devletler dışındaki devletler toplumsal gelişmişlik düzeyi açısından ya da  İskender Öksüz’ün belirttiği gibi “toplumsal sermaye” açısından son derece fakir ülkelerdir.

Can yakıcı sorun, bu ülkelerin vatandaşlarının gönüllü bir toplumsal fakirlik yaşıyor olmalarıdır. Bu durumun birikimliliği, bu toplulukların zaman içinde bilişsel düzeyde Homo sapiens’in gerisine düşmeleri olabilir ve  muhtemelen olmaktadır da. Toplumsal süreçleri meydana gelirken yakalamak zor olabilir ama imkânsız değildir.  Günümüz teknolojisi bize bu farkı görebileceğimiz kayıt imkânları sunmaktadır.

Evet… Sanırım Huntington yanılmaktaydı.  Çünkü o, “aynı bilişsel düzeydeki primatların” arasındaki algılama farkının  çatışmalara sebebiyet vereceğini düşünüyordu. Ona göre herkes birbirini “insan” olarak görüyordu.

Ama sorun, istemli ilkelliğin yol açtığı toplumsal kopuş, toplumsal sermaye kaybı ile  beslenen bir bilişsel- ervimsel gerileme. Bu evrimsel gerileme ile kural izleyemeyen, sebep sonuç ilişkisi kuramayan ama oy veren, intikam alan, şehvet duyan, açlık çeken, araba kullanan ama araba üretemeyen, mesaj yazabilen ama öykü kurgulayamayan, şarkı söyleyen ama şiirden habersiz olmakla övünen bir tür meydana geldi. Bunun bir alt tür değil de ayrı bir tür olmak ihtimali bana göre son derece fazla.

Şimdiye kadar hep ulusal silah savaşlarına şahit olduk. Oysa asıl büyük savaş her birimizin ülkesinde, insanlığın varoluşuna yabancılaşmış Homo simplexle aramızda yaşanacak gibi görünüyor.




4 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Sayın Yazar,ara verdiniz; özlettiniz. Yazınızı çok sevdim, yaptığınız saplamların hemen tamamına katılıyorum,ancak, Huntington yanılıyordu demişsiniz(aynı bilişsel düzeydeki primatların arasında algılama farkının çatışmalara sebebiyet vereceğini düşünüyordu. ona göre herkes kendini insan olarak görüyordu); hayır yanılmıyordu;en azından yazınız boyunca spiens olarak tanımlanan primatların artık aynı bilişsel düzeyde olmadığını farklı örneklerle gerçeklemeye çalışmışsınız.Aynı bilişsel düzeyde olmadıklarına göre tamamına insan denemez ki uzaya gönderilen maymun örneğini yerine oturmuşsunuz.Hatta bu yeni tür için homo simpexle tanımlaması da yapmışsınız.
Homo spaineslerin, diğer canlılardan zeki bir tür olduğu ispatlanarak üstünlüğü ortaya konmaya çalışılır. Yazınızın iptidai özeti. Zeki insanların beyin kapasiteleri diğerlerinden daha çok kullandıkları(Bilişsel algı, farkındalık..)ifade edilir. İlginç olan bilim çağı olarak adlandırılan bilimsellik temellerinin atıldığı dönemden bu yana genel beyni kullanma kapasitesinde %2-3 gibi bir gerileme yaşanması.Hemen her toplumda entelektüeller dışındaki kesimin düşünme işini yavaştan terk etmesi ve sadece kendi varlığını koruma güdüsüne dönmesi.Burada öne çıkan her toplumun kendi varlığının(kazanımlarının) niteliği ve entelektüellerinin nicelliği sanırım.
Ellerinize sağlık.

Afşar Çelik dedi ki...

Mükemmel, ufuk açıcı bir yorum. Değerli yazarımıza teşekkür ediyorum.

İş bölümünün getirdiği kolaylığın zekâ kulanımını nasıl gerilettiğina dair tespitiniz mükemmel.

Buradaki sorun şu: Meselâ İkender Öksüz'ün " Alt Akıl..." kitabında aktardığı çeşitli ortalama IQ puanları arasındaki fark çok düşündürücü. Belki sıradan bir İngiliz, kafasını bir İngiliz entelektüele göre fazla kullanmıyor ama zekası aynı sosyo ekonomik tabakadaki bir Türk'ten en az 15 puan fazla çıkıyor.

Buradaki temel sorun, gelişmiş ülkelerdeki her tabakadan insanın hayata bakışının ve farkındalığının, dünyanın geri kalanından çok daha yüksek olması.

Bir yazıda her şeyi birden düşünmek, ele almak mümkün olmuyor, çok özür dilerim. Umarım bir başka yazıda daha geniş düşünebiliriz.

Yorum için tekrar teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.

Derya Yeliz ULUTAŞ dedi ki...

19. yüzyılda elektromanyetik kuramını ortaya atan bilim insanlarıyla kendimi ve etrafımdaki benim gibi insanları aynı kefeye koyamıyorum. Faraday' a, Maxwell' e 19. yy çalkantısı içinde gözle göremediği elektronlarla ilgili çalışma motivasyonunu sağlayan şey neydi gerçekten inanılmaz bir şey. Veya bugün Elon Musk çılgınının insanoğlunun yaşamını devam ettirebilmesi için Mars' ta bir koloni kurma hayalini veren, ve bu hayali için Mars' ta şu an robotlarla yaşam üniteleri inşa ettiren motivasyon kaynağı, vizyon her neyse, o şey bende yok. Aynı şekilde homo simplex olarak tanımladığın kesimle de kendimi aynı kefeye koyamıyorum. Yani aslında cidden bu evrimleşme sürecinin aşamaları var ve aradaki uçurum giderek artıyor.

1800'lü yıllarda elinde sadece kağıt-kalem-teleskop gibi basit araçlarla ortaya koydukları fizik kanunlarını; bizim bugün elimizin altındaki engin deniz internetle ve fazlaca gelişmiş teknolojimizle anlamakta güçlük çekiyor olmamız, " adamlar o yıllarda bunu nasıl düşünmüş? " diye hayrete düşmemiz, bir yerlerde geriye doğru ivmelendiğimizi kanıtlıyor ve bu gerçek beni çok korkutuyor. Hayat tarzlarımız ve düşünce yapılarımız gerçekten gittikçe basite indirgenmiş durumda, kesinlikle bu insanlarla aynı genetik yapıya sahip olduğumuzu ben de düşünmüyorum.

Afşar Çelik dedi ki...

Yelizciğim,

Öncelikle dikkatli okuman için sonsuz teşekkürler. Ufuk açıcı ve aydınlatıcı yorumun için ayrıca sonsuz teşekkürler.

Haklısın. O insanlarla sadece motivasyonlarımız farklı değil, düşünce kapasitelerimiz bile farklı. Bilginin bizim irademiz dışında ve bizim beynimizin dışında bir yerde kendiliğinden birikiverdiğini sanmağa başlamamız mı acaba bu gerileyici evrimi başlattı?

Her şeyin bizim irademizle ilgili olduğunu inkâr ettikçe hayatımızın bizim dışımızdaki bir takım kaprislere kurban gitmek ihtimali artıyor.

Her zaman bekliyoruz, lütfen dükkânı boş bırakma.