Gerçek bir aydın, milletinin yüz akı bir yazar |
“
Türk aydını” derken kastım, Türkçe konuşan, Türk Ulusu’nun sorunlarıyla hemhal
olan, bir şekilde “Türk” diye tanınan okumuş insanlar.
Türk
aydınında iki önemli sorun gözleyebiliriz. Bunlardan biri kimlik diğeri
ideoloji sorunudur. Aslında kimlik sorunu da büyük ölçüde ideolojiyle
ilişkilidir. Ve fakat ideolojinin kültürle yönelimini de kimlik sorunu
belirler.
Türk
aydını denen insanların farklı etnik kökenleri olabilir. En nihayetinde bizimle
sorunsuz konuşabilen ve kültürümüzü paylaşan insanları, etnik kökenlerine
bakmaksızın benimsemek kültürümüzün başlıca özelliğidir.
Kimlik
sorununda öncelikle farklı etnik kökenlerden gelip de Türk kimliğinin
kapsayıcılığını ve uzlaştırıcılığını alamamakta ısrar eden kabile okumuşlarının
önemli yeri var. Bunların başında da Kürt okumuşları geliyor. Nüfus baskısına
güvenerek toplumu silahla veya mahalle baskısıyla tehdit etmeyi benimsemiş Kürt
okumuşları kimlik sorununu, “şekillendirilmemiş
bir iç savaş” düzeyine taşımışlardır.
Bu
durum Kürt kabileciliğinin eritilememiş olması ile anlaşılabilir. Kimlik
sorununun bu yönü ontolojiktir.
Kimlik
sorununun daha derine işlemiş ve daha bölücü olan kısmı ise ideolojiyle ilgili
olan kısmıdır.
Ünlü
köşe yazarlarında biri bir zamanlar, “ Eskiden bütün solcular Kürtçü, bütün Kürtçüler de
solcuydu” diye yazmıştı.
Ünlü
televizyonculardan Enver Aysever de Celal Şengörle bir söyleşisinde “ Solcunun
Türk’ü mürkü olmaz, solcu solcudur!” demişti.
Bugün
aynı şeyi liberaller de söylüyor ve Türkiye’yi bölünme noktasına getiren İslamcı-
Kürtçü koalisyonunun temellerini de onlar attılar.
O
halde Türkiye’de ideoloji ile kimlik arasında, Türk Ulusal varlığı açısından pek de “yapıcı” olmayan bir ilişki söz konusu.
Herhangi
bir ideolojiye bağlananlar ideolojilerini derhal “kimlik üstü bir dine”
çeviriyorlar. Daha sonra bütün dünyayı bu yeni iman çerçevesinden görmeye
başlıyorlar. Bu bir tür hamakat yani “ahmaklık”
. bu hamakatin solcu basın organlarında hâlâ sürmesi özellikle ilginç. Mesela
Bayram Yurtçiçek isimli bir yazar PKK’nın aslında antikomünist bir kontrgerilla
örgütü olarak kurulduğu gibi bir komplo teorisiyle antikomünist düşüncenin
insanlık dışı bir şekilde bütün solcuları katlettiğine kadar bir alay zırvayı köşesinde
yazıyor ve dahası şerefli pek çok Türk milliyetçisini de militanlara
jurnalliyor veya karalıyor.
İdeolojilerin
dünyayı açıklama ve yeniden yapılandırma tasavvurları, onları, aydınlanma
devrinin yeni dinleri haline getirmiştir. Dinlerin açıklayıcı ve düzenleyici
işlevleri için Prof. Dr. Celal Şengör’ün ilgili bağlantıda yayınlanmış dersi
izlenebilir.*
Türkiye’de
“aydınlar” ideoloji sahibi olmayı akıl/fikir sahibi olmak için yeterli
sanmışlardır. Bu sanının sebebi de “imandır”. İdeoloji dinine iman edenler onun yanılabileceğini asla düşünemez, bunu akıllarından bile geçiremezler. Bu
bakımdan meselâ 2008 ekonomik krizini para arzı, kredi genişlemesi gibi
gerçeklerle değil de Marx’ın
hurafeleriyle açıklayabileceklerini söyleyenlerle Muhammet’in dışkısının gül
koktuğunu söyleyenler arasında hiçbir fark yoktur.
Aynı
şeyi özelikle Marksistlerin etik romantizmleri için söyleyebiliriz. Marksistin imanı o kadar güçlüdür ki içinde normatif ahlâka dair tek satır
barındırmayan ve bütün tarihi ahlakdışı bir tür otomatizm olarak gören bir
yazarı bir tür ahlâkî peygamber haline getirebilir.
Bu
din algısıyla ideolojinin müminleri için başka bir tür ümmet meydana gelir.
Sosyalist Enternasyonal bu tür bir ümmet arayışından başka değildir.
Kimliğinizi hayali bir tür ümmete bağladığınızda, artık kendi ulusunuzun da
tarihinizin de bir önemi kalmaz. Bunlar size ancak geri kalmış insanların geri
kalmış bağlılıkları olarak görünmeye başlar.
Kaldı
ki bu aydınlar ciddi bir yazılı kültürel mirasa sahip değillerse
karşılaştıkları daha büyük miraslar karşısında komplekse kapılarak kendi toplumlarına
yabancılaşmaları da mümkündür. Bu durumda “kendi başına” ve özgün bir kültür
geliştirmek yerine üstün kültüre taabi olmak geri ülke aydınına en makul davranış gibi görünür. Bu fikir ona,
ideolojinin yaratıcısı kültürün aşıladığı kompleksten kaynaklanır.
Türk
aydını, Osmanlı’nın gerilik mirasını devralmış ve batılı bir entellektüeli model almak yerine “iman sahibi”
bir medreseli olmayı seçmiştir. Dolayısıyla da Atatürk’ün “Kendi başına düşünen, ulusal kimliğinden bütünüyle gurur duyan, fikri
hür, vicdanı hür, irfanı hür” genci olmak yerine aşağılık kompleksli ikinci sınıf bir batılı
haline gelmiştir. Bir kere kendi kimliği
hakkında yeterli psikolojik ve bilişsel donanımı olmadan unvan ve para kazanan “aydınlarımız”
elbette “efendileri” olan batılıların ideolojilerine de birer “akıl dini”
muamelesi” yaparak iman etmişlerdir.
Türk
kimliğinin üstünlük duygusundan mahrum kalındığında , bu insanlar, ideolojilerini,
üstün ve kendi başına var olan bir ulusun menfaatleri veçhesinden
yorumlamak ve uygulamak yerine mensup
oldukları ulusu, kendi ideolojilerine göre şekillendirmeye kalkmışlardır. Bu
sadece solcu ve liberal aydınlar için geçerli değildir. Ülkemizde İslamcı aydınlar da aynı sapkınlıkla maluldür.
Özellikle
sol yayınları bu açıdan okumak önemlidir. Çünkü meselâ Marksizmin geri ülke
aydınında meydana getirdiği kimlik kompleksi ortaya çıkarılmadıkça Türkiye’nin içine düştüğü etnik vahşetin vs
insani kökenlerini anlamak da mümkün olmayacaktır. Çünkü özellikle sol aydının
köksüz enternasyonalist imanı ve
seçkinlik duygusu, ne yazık ki bütün ulusal gururun üstünde görünmektedir.
İdeolojinin kimlikte yarattığı tahribatı gidermek yalnızca ulusal bütünlüğümüzü korumak için
gerekli değil. Bu aynı zamanda akıl sağlığımızı koruyabilmemiz açısından
önemli. Çünkü ideolojik kimliksizliğin yarattığı yabancılaşma, geri ülke
aydınında kendi ulusu hakkında öldürücü bir kayıtsızlık yaratıyor.
*https://www.youtube.com/watch?v=I4dPPqXfksY