Kimlik varoluşun ifadesidir.
Varoluş insanın bilincidir. Bilinç kaybında, insanda hayata dair hiçbir irade ve istek kalmaz.
Siyaset bu yüzden, ancak belli bir kimliğe sahip
insanlar arasında yürütülebilen bir “belirleyicilik” işidir. Bu belirleyicilik,
ekonomik telâkkiden, kültürel bakışlara kadar bir dizi farklılığın rekabeti sonucu elde edilir.
Siyasete bu bakış, ancak belli
bir varoluşsal uzlaşma sergilemiş ve belli bir uygarlık düzeyine ulaşmış
toplumlar için geçerlidir. Büyük bir toplumu ilgilendiren siyaset ancak büyük
bir toplum haline gelebilmiş insanlar arasında anlamlı olacaktır.
Kabilelerin gönülsüz beraberliğinden
müteşekkil bir büyük toplumda bütün kabileler adına bir belirleyicilik sergilemek imkânsız
olacaktır.
Bu durumda karşımıza “Nasıl bir
toplum?” sorusu çıkacaktır. Böylesi bir toplum ancak, “değerleri” ,
menfaatlerden daha anlamlı bulan, kan beraberliğinden öte bir değer ve kültür beraberliğini anlayabilmiş
bir toplum olacaktır. Bu nitelikleri haiz toplumlar ancak uluslaşabilmiş
toplumlardır.
Türkiye Türk toplumunun şu an en
önemli sıkıntısı kimlik problemidir. Açıktır ki iktidar sahiplerinden etnik ırkçılara
kadar kalabalık bir grup için Türk kimliği kavranamayacak kadar büyük ve bu
yüzden yok edilmesi gereken bir olgudur. Siyasal İslamcılar ve Kürtçüler “kabile”
ötesi bir toplumsal uzlaşmayı ne yazık
ki kavrayamamaktadır.
Vatansız liberaller, “
metodolojik birey” kabulünün kimliksiz bir insan varoluşunu mümkün kıldığı gibi
bir aptallıkla Türk kimliğine yönelik saldırıları meşrulaştırmışlardır.
Buradaki “vatansız” sıfatı milliyetçi açıdan
açık bir tahkirken liberaller
açısından anlamsızdır. Çünkü onlar için “vatan” zaten anlamsız ve saldırganca bir kavramdır. Oysa aynı liberaller
Türk dışındaki ulusaltı toplulukların “kimlik” probleminin bir tür iç savaş ve
bağımsızlık sorunu haline getirilmesine sessiz kalmışlardır.
Kimlik sorunu, toplumsal
gelişmişlikten ayrı düşünülemez. Toplumsal gelişmişlikse bir teknolojik
ilerlemeden apayrı ve bunu çok daha aşan bir problemdir. Meselâ en son teknolojiyi peşin parayla satın
alabilen Arap kabileleri, toplumsal açıdan son derece geridirler.
Uluslaşmış toplumların
kimliklenmelerinde, tarihsel derinlik ve
gelenek sürekliliği önemli yer tutar. Bu yüzdendir ki Türk düşmanı siyasal İslamcılar ve Kürtçüler,
liberallerin ve sosyalistlerin
desteğiyle sürekli tarihimizi yalanlamaya ve aşağılamaya çalışmaktadırlar.
Siyasal İslamcılar meselâ geleneksel din uygulamalarımızı, “kültürel bir
sapma” olarak görerek bizi bu yüzden Araplaştırmaya çalışmaktadır. Bu anlayış
maalesef Türk İslamcı ana akım siyasal
milliyetçilik tarafından da paylaşılıyor. “Kanımız aksa da zafer İslâm’ın!”
saçmalığı bu sapmanın en berbat tezahürüdür.
Türk kimliği, din üzerinden Arap kodlarıyla sulandırılırken
Kürt etnisitesinin propagandalarıyla da yavaş yavaş yok ediliyor.
Peki ama kurumların hâlâ ayakta
durmasını nasıl açıklamalıyız o halde?
Kurumlarımız birer birer yıkılıyor
ve bu büyük devletin büyük çöküşündeki yavaşlığı ne yazık ki Türkiye’yi yöneten
kabile idrak edemiyor. Çünkü kimlik kabulünün beyinlerine çizdiği sınır, idraklerini
öyle daraltıyor ki dağarcıkları ulus
olmanın gereklerini barındıramıyor.
Türkiye yakın gelecekte Arap bile
olamayacak ve muhtemelen fiilen Kürt etnik terörüne boyun eğdirilmiş bir
kimliksiz kitle cumhuriyeti olmaya adım adım itiliyor.
8 yorum:
Sayın Yazar, yüreğimizde derin bir sızı olan ve her geçen saat, çünkü ülkemizde herşey nerdeyse anlık olarak değişiyor, yıkılmaz kurumlar yerle bir oluyor, ağırlaşan düşüncelerimize tercüman olmuş. Ellerine sağlık..
Her şeye rağmen bir silkinme sonucu özüne dnen bir millet hayal etmekten geri durmuyorum.Siz de öyle yapın.
Selcen Hanım,
Eksik olmayın. Millet kendinden vazgeçmişse ne yapmalıyız, beni düşündüren o. Gene de ümit verdiğiniz için teşekkürler.
Derya Hanım,
Yorumuyla fakirhaneyi aydınlatmış, sağ olsun. yazılarını da sabırsızlıkla bekliyoruz.
Ne desem bilemiyorum ki?! Ruh halimize akıl ile tercüme olmuş bir yazı yazmışınız.
"Varoluş düşmanı insanlar..." Bir insan kendi varoluşunun; kendi bilincinin ve dolayısıyla kendi kimliğinin nasıl düşmanı olabilir? Ancak ve ancak farkında olmayarak; basit maddi saikleri her türlü idealin/ değerin üstünde yaşayarak, aynaya baktığında karşısında farklı bir canlı olduğunu zanneden biri gibi davranarak...
O zaman bu kitleye ne kadar "insan" diyebiliriz?
Her ne olursa olsun; her hareketin bir bedeli vardır. Hiç bir anormal durum sonsuza kadar sürmez.
Dincilik ve etnikçilikten geleceğe sadece utanç kalacaktır.
En azından bundan eminim.
Saygılar, selamlar....
Türk olmayi bir türlü begendiremedik gitti zaten bir kesime. Kendi milletini asagilamaktan bu kadar zevk aliyor olmak gercekten cok aci. Bunun temelinde aslinda kendimizi beceriksiz ve ise yaramaz goruyor olmamiz yatiyor olabilir. Tarih okumadan, dis ulkelerin bize yapistirdigi etiketleri benimseyip kendimizi yerden yere vurmakta ustumuze yok valla. Ataturk " Ak Zamnbaklar Ulkesinde" eserinin bosuna okullarda okutulmasini istememis. Uretmek, gelistirmek ve bunun hazzini almak da milli bilinci kamcilayan onemli bir etkenlerden biri olsa gerek.
Orhun Bey,
Hoş gelmişiniz. Gayet güzel sormuşsunuz, cevaplayalım. Varoluşa düşman kitlenin üyelerine "insan" denemez. Onlar varoluşu idrak edemez. Varoluşu idrak edenlerle aralarındaki büyük farkın yaratığı büyük korku ve hasetle varoluşa saldırırlar.Onların varlığında insanca bir bilinç yoktur.
Yine fikir seyahatimize ilham veren bir yorum bırakmışsınız, her zaman bekliyoruz.
Yelizciğim, hoş gelmişsin! Nefis bir yorum. Bir toplumun bu denli öz değer kaybı çok ciddi bir hastalık durumudur.
İnsan kendi kendine nasıl yabancılaşır? İnsan kendisiyle birlikte çevresini yok edebilen tek canlı olduğu için kimlik yitimi Türkiye'nin toplumsal intiharı olarak bizi korkutuyor.
Her zaman gelmeni bekliyorum. Dükkânı boş bırakmayalım.
Yorum Gönder