1 Ağustos 2016 Pazartesi

Millî Kimlik Sorunumuz


Kimlik varoluşun ifadesidir. Varoluş insanın bilincidir. Bilinç kaybında, insanda  hayata dair hiçbir irade ve  istek kalmaz.

Siyaset  bu yüzden, ancak belli bir kimliğe sahip insanlar arasında yürütülebilen bir “belirleyicilik” işidir. Bu belirleyicilik, ekonomik  telâkkiden,  kültürel bakışlara kadar bir  dizi farklılığın  rekabeti sonucu elde edilir.

Siyasete bu bakış, ancak belli bir varoluşsal uzlaşma sergilemiş ve belli bir uygarlık düzeyine ulaşmış toplumlar için geçerlidir. Büyük bir toplumu ilgilendiren siyaset ancak büyük bir toplum haline gelebilmiş insanlar arasında anlamlı olacaktır.

Kabilelerin gönülsüz beraberliğinden müteşekkil bir büyük toplumda bütün kabileler adına  bir belirleyicilik sergilemek imkânsız olacaktır.

Bu durumda karşımıza “Nasıl bir toplum?” sorusu çıkacaktır. Böylesi bir toplum ancak, “değerleri” , menfaatlerden daha anlamlı bulan, kan beraberliğinden öte bir  değer ve kültür beraberliğini anlayabilmiş bir toplum olacaktır. Bu nitelikleri haiz toplumlar ancak uluslaşabilmiş toplumlardır.

Türkiye Türk toplumunun şu an en önemli sıkıntısı kimlik problemidir. Açıktır ki iktidar sahiplerinden etnik ırkçılara kadar kalabalık bir grup için Türk kimliği kavranamayacak kadar büyük ve bu yüzden yok edilmesi gereken bir olgudur. Siyasal İslamcılar ve Kürtçüler “kabile” ötesi bir  toplumsal uzlaşmayı ne yazık ki kavrayamamaktadır.

Vatansız liberaller, “ metodolojik birey” kabulünün kimliksiz bir insan varoluşunu mümkün kıldığı gibi bir aptallıkla Türk kimliğine yönelik saldırıları meşrulaştırmışlardır. Buradaki “vatansız” sıfatı milliyetçi açıdan  açık bir  tahkirken liberaller açısından anlamsızdır. Çünkü onlar için “vatan” zaten anlamsız  ve saldırganca bir kavramdır. Oysa aynı liberaller Türk dışındaki ulusaltı toplulukların “kimlik” probleminin bir tür iç savaş ve bağımsızlık  sorunu haline getirilmesine  sessiz kalmışlardır.

Kimlik sorunu, toplumsal gelişmişlikten ayrı düşünülemez. Toplumsal gelişmişlikse bir teknolojik ilerlemeden apayrı ve bunu çok daha aşan bir problemdir. Meselâ  en son teknolojiyi peşin parayla satın alabilen Arap kabileleri, toplumsal açıdan son derece geridirler.

Uluslaşmış toplumların kimliklenmelerinde, tarihsel  derinlik ve gelenek sürekliliği önemli yer tutar. Bu yüzdendir ki  Türk düşmanı siyasal İslamcılar ve Kürtçüler, liberallerin  ve sosyalistlerin desteğiyle sürekli tarihimizi yalanlamaya ve aşağılamaya çalışmaktadırlar.

Siyasal İslamcılar meselâ  geleneksel din uygulamalarımızı, “kültürel bir sapma” olarak görerek bizi bu yüzden Araplaştırmaya çalışmaktadır. Bu anlayış maalesef Türk İslamcı  ana akım siyasal milliyetçilik tarafından da paylaşılıyor. “Kanımız aksa da zafer İslâm’ın!” saçmalığı bu sapmanın en berbat tezahürüdür.

Türk kimliği,  din üzerinden Arap kodlarıyla sulandırılırken Kürt etnisitesinin propagandalarıyla da  yavaş yavaş yok ediliyor.

Peki ama kurumların hâlâ ayakta durmasını nasıl açıklamalıyız o halde?

Kurumlarımız birer birer yıkılıyor ve bu büyük devletin büyük çöküşündeki yavaşlığı ne yazık ki Türkiye’yi yöneten kabile idrak edemiyor. Çünkü kimlik kabulünün beyinlerine çizdiği sınır, idraklerini öyle daraltıyor ki  dağarcıkları ulus olmanın gereklerini  barındıramıyor.

Türkiye yakın gelecekte Arap bile olamayacak ve muhtemelen fiilen Kürt etnik terörüne boyun eğdirilmiş bir kimliksiz kitle cumhuriyeti olmaya adım adım itiliyor.


8 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Sayın Yazar, yüreğimizde derin bir sızı olan ve her geçen saat, çünkü ülkemizde herşey nerdeyse anlık olarak değişiyor, yıkılmaz kurumlar yerle bir oluyor, ağırlaşan düşüncelerimize tercüman olmuş. Ellerine sağlık..

selcen dedi ki...

Her şeye rağmen bir silkinme sonucu özüne dnen bir millet hayal etmekten geri durmuyorum.Siz de öyle yapın.

Afşar Çelik dedi ki...

Selcen Hanım,

Eksik olmayın. Millet kendinden vazgeçmişse ne yapmalıyız, beni düşündüren o. Gene de ümit verdiğiniz için teşekkürler.

Afşar Çelik dedi ki...

Derya Hanım,
Yorumuyla fakirhaneyi aydınlatmış, sağ olsun. yazılarını da sabırsızlıkla bekliyoruz.

Orhun dedi ki...

Ne desem bilemiyorum ki?! Ruh halimize akıl ile tercüme olmuş bir yazı yazmışınız.

"Varoluş düşmanı insanlar..." Bir insan kendi varoluşunun; kendi bilincinin ve dolayısıyla kendi kimliğinin nasıl düşmanı olabilir? Ancak ve ancak farkında olmayarak; basit maddi saikleri her türlü idealin/ değerin üstünde yaşayarak, aynaya baktığında karşısında farklı bir canlı olduğunu zanneden biri gibi davranarak...

O zaman bu kitleye ne kadar "insan" diyebiliriz?

Her ne olursa olsun; her hareketin bir bedeli vardır. Hiç bir anormal durum sonsuza kadar sürmez.

Dincilik ve etnikçilikten geleceğe sadece utanç kalacaktır.

En azından bundan eminim.
Saygılar, selamlar....

Derya Yeliz ULUTAŞ dedi ki...

Türk olmayi bir türlü begendiremedik gitti zaten bir kesime. Kendi milletini asagilamaktan bu kadar zevk aliyor olmak gercekten cok aci. Bunun temelinde aslinda kendimizi beceriksiz ve ise yaramaz goruyor olmamiz yatiyor olabilir. Tarih okumadan, dis ulkelerin bize yapistirdigi etiketleri benimseyip kendimizi yerden yere vurmakta ustumuze yok valla. Ataturk " Ak Zamnbaklar Ulkesinde" eserinin bosuna okullarda okutulmasini istememis. Uretmek, gelistirmek ve bunun hazzini almak da milli bilinci kamcilayan onemli bir etkenlerden biri olsa gerek.

Afşar Çelik dedi ki...

Orhun Bey,

Hoş gelmişiniz. Gayet güzel sormuşsunuz, cevaplayalım. Varoluşa düşman kitlenin üyelerine "insan" denemez. Onlar varoluşu idrak edemez. Varoluşu idrak edenlerle aralarındaki büyük farkın yaratığı büyük korku ve hasetle varoluşa saldırırlar.Onların varlığında insanca bir bilinç yoktur.
Yine fikir seyahatimize ilham veren bir yorum bırakmışsınız, her zaman bekliyoruz.

Afşar Çelik dedi ki...

Yelizciğim, hoş gelmişsin! Nefis bir yorum. Bir toplumun bu denli öz değer kaybı çok ciddi bir hastalık durumudur.

İnsan kendi kendine nasıl yabancılaşır? İnsan kendisiyle birlikte çevresini yok edebilen tek canlı olduğu için kimlik yitimi Türkiye'nin toplumsal intiharı olarak bizi korkutuyor.

Her zaman gelmeni bekliyorum. Dükkânı boş bırakmayalım.