Bu sabah küçük kızım benimle konuşmak istediğini söyledi, mutfak balkonunda karşılıklı oturduk, sabah serinliğinde birbirimize hikâye anlattık.
Benim hikâyemde deniz seyahatine çıkan bir ailenin yunuslarla karşılaşması, daha sonra düştükleri kötü durumdan, yunusların onları kurtarması vardı.
Yunusların köpekbalıklarına karşı insanların yanında yer alması, sevimli suretleri ile gerilimli bir hikâyeyi mümkün olan en yumuşak şekilde anlatmaya çalıştım.
Sıra kızıma geldiğinde onun hikâyesinde yunuslar “kötü”, köpekbalıkları “iyiydi”. Üstelik birbirlerine “dönüşebiliyorlardı!
Bu konuşma önce beni biraz endişelendirdi. Sert ve vahşi bir yaratığın küçük bir çocuğun kafasında yer etmesi can sıkıcı göründü.
Çocukları şiddetten korumak için düşünülen onca tedbir boşuna olamazdı ya?
Çocukları şiddetten korumak ayrı bir konu aslında…
Mesele “çocuk edebiyatı” diyebileceğimiz metinlerde şiddetin yerinin olup olmaması gerektiği.
Şiddetsiz bir anlatı değer taşır mı?
Şiddeti salt fiziki darbeler ile sınırladığımızda, hayatın bir kıran kırana mücadele olduğu, bir uzlaşmazlıklar arenası olduğu saplantısını çocuğa dayatmak söz konusu.
Şiddet özü itibariyle bir gerilim ölçüsüdür. Zıtlıklar arasındaki mesafenin veya uzlaşmazlığın derecesidir. Dolayısıyla beklenmedik yoksunluklar, çatışan menfaatler, hayatımızı koruyan değerlerin önemi gibi konular her zaman bir fevkalâdeliğin, tezadın konusu olarak karşımıza çıkarlar.
Çocuk edebiyatı ile ilgilenenlerin genel eğilimi, çocuğun tamamen çatışmasız bir hayal alemine taşımak…
Dünyaya zarar vermemenin asloduğunu anlatmak şüphesiz önemli. Burada atlanan önemi nokta, bunun önce aile içinde öğrenilmesi gerektiği…
Şiddetsiz bir edebiyatın aynı zamanda kahramansız bir edebiyat olacağı daima gözden kaçırılıyor. Değerlere sahip çıkan ve onların haklılığını daima gösterebilen bir kahraman olmaksızın “barışın” veya “kardeşliğin” önemi nasıl anlatılabilir?
Çocuk edebiyatı duyarlılığında en temel yanlış, çocuğun muhakeme yeteneğini yok saymak. Onun kendince bir değerlendirme yapamayacağını düşünmek. Elbette bu melekeleri yaşlarına, aldıkları aile terbiyelerine ve uyaranlara göre değişiklik göstermekte.
Çocuğu şiddetten uzak tutmak adına ölümün, çatışmanın hiç olmadığı bir hayal dünyasına sürüklemek onu sağlıklı kılar mı? Sanırım üzerinde anlaşılamayan temel konu bu.
Mutlak şiddetsizlik eğilimi, çocuğu korumak için ideal gibi görünse de aslında büyüklerin bir terbiye kolaycılığı gibi görünüyor. Çelişkinin gayrı tabii bir şey olduğunu öğrenmeleri için onları çelişkiden uzak tutmamız çare olamaz.
Evlerinde doğru ebeveyn ilişkisini gören çocuklar için çatışma veya çelişki geçici ve baş edilebilir bir şey olacaktır. Bu tip durumlar, onlar için “kahramanın” aşabildiği geçici fevkaladelikler olarak belirecektir. Onlar çatışmanın mutlak olmadığını bileceklerdir. Evlerindeki tebriye durumunu göz ardı ederek çocuklarımızı gerilimden uzak tutmaya çalışmak, on ancak hayata hazırlıksız bırakmak demek olacaktır.
Oysa bütün masallarda hayat ve ölüm, zafer ve mağlubiyet iç içedir. Kötülerin cezalandırılmasından veya öldürülmesinden bahsedilir.
Yapılması gereken onlara saf barıştan oluşmuş, pamuk şekeri bir dünya anlatmak yerine, doğru davranışın, her türlü çatışmada üstün geleceğini anlatabilmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder