Geçen hafta sonu Bahçesaray’a, "Saklı Şehir Festivali” bünyesinde bir resim sergisi düzenlemek için gittik.
İlçeye kırk altı kilometre uzaktaki Çatak yol ayırımından sonraki Yukarı Narlıca köyünü geçtikten sonra yıllar önce Kırgızistan’da Issık Göl’e giderken geçtiğimiz vadileri hatırladım.
2700 metrede buzullara dönüşmüş karlarını seyrettiğimiz Gırapit/Karabet geçidinden aşağı inerken başımız döndü. Yılın büyük bölümünde dünyayla ilişkisi kesilen Bahçesarayın yol genişletme çalışmaları da nefes kesici.
Erozyonla keskinleşmiş hatlarıyla dik yamaçlar, bulutlardan süzülen altın sarısı ışıklarda daha bir sert daha bir mağrur duruyorlar…
Ve o yamaçların omuzlarına ancak tutunarak ürkekçe inen kıvrımlı yoldan nihayet indiğinizde kendinizi bir yeşil denize balıklama dalmış buluyorsunuz. Ceviz ağaçlarının o koyu gölgeleri, bahçelerin arasından fışkıran derecikler, çıplak bir tokat gibi suratınıza vuran yayla sıcağından sonra merhametle kucaklıyor sizi.
Ama sizi kucaklayan sadece ceviz ağaçları değil. Tozlu yollardan Bahçesaray için geldiğinizi öğrendiklerinde yüzleri aydınlanan kardeşleriniz de bağırlarını açıyor size.
Cadde boydan boya al bayrak…
Evet belki küçük bir cadde memleketimin bütün ilçelerindeki o küçük caddelerden.
Ama dükkânlarının camekânları, camekânların alınlıklarındaki demir işçilikleri meraklısına derin bir tarihin ip uçlarını veriyor.Burası eski bir ticaret şehri.
Ortasından geçen çayının coşkusu, o coşkunun sürüklediği mavi ve yeşilin ferahlığı ne büyük bir nimet!
Subaşı’nda coşkun yılkılar gibi koşmaya başlıyor sular, küçük köprülerin aczine güler gibi hızlanıyor, söğütlere selâm vererek Bahçesaray’a ulaşıyor.
Bahçesaray ahalisi ârif… Küçük politikaların, kindar aşağılık komplekslerinin çok ötesinde… Dünya ile fizikî ilişkileri bu kadar azken dünyayı bu kadar iyi anlamaları gerçekten hayranlık uyandırıcı. Belki özlerini dinlemeye vakit buldukları ve günlük dağdağadan, uzak kalabildikleri için?
Bahçesaray’da sergi açmak güzeldi.
Sanatçının emeğini, eserini, memleketin bir ucuna taşımak, her türlü zorluğu yenerek orada bulunmak, büyük mutluluktu.
Bu mutluluğumuzu perçinleyen, sergimize gösterilen yoğun ilgi oldu.
Bütün bunlara rağmen iki davranış, gönlümüzü kırdı:
Birincisi sergimizi Bahçesaray ahalisi için “fazla” bulan bir memur ve onun arkadaşının tepeden bakan tavrı oldu. Bu memurlardan biri maaşını nasıl olsa alacağını söyleyerek ahaliye karşı ilgisizliğini ve sevgisizliğini belli etti ki bu, memleketin neresinde olursa olsun, maaşını, milletin emeğinden kesilen vergilere borçlu olan bir görevli için son derece kaba bir davranıştı. Gördüm ki,hayatı kendi köylerinden kasabalarından ibaret sana çoğu taşralı memur alt yapımız için “maaş” almak vatandaşların rızasından, bir hukuk çatısı altında bulunmak arzusundan bağımsız bir işmiş…. Ona memleketin savunmasının sadece silâhla yapılamayacağını, Bahçesaray’a getirilen her eserin Bahçesaray’a verilen değerin ve önemin bir delili olduğunu, söyledik ama anlaşılan memurumuzun aklı ancak cebinin hacmi kadar çalışıyordu?
İkinci davranış da sözde sergimizi gezen “erkânın” resimlerimizle beraber sergilenen Bahçesaray fotoğraflarından kafalarını kaldırıp da resimlerimize bir kere bile bakmaması oldu.
“Erkân” içinde, meselâ Türkiye coğrafyası hakkında atıp tutan meşhur bir gazeteci, ve bölge milletvekilimiz değerine milyarlar biçilen işlerin bulunduğu serginin farkına bile varmadı… Bu davranışın tercümesi şuydu aslında. “Bahçesaray fotoğrafları burayla ilgili ve ben de bununla ilgileniyorum. Ama burada sergilenen resimler burada sergilendiklerine göre aslında öyle pek de bakılası şeyler değiller…”
Bu tavır şunu gösteriyor: “Değerli bir şey Bahçesaray’a gelemez.”. Bahçesaray’a bin bir emekle ulaştırılan, üstelik bir akademisyence tanıtılmaya çalışılan eserlere bir kere bile bakmayan , memleket için sarf edilen emeği görmezden gelebilen insanlar, bugün memleket meselelerini çözmekte akıllarına müracaat edilen insanlar. Bahçesaray’ı “değerli” olanla ilişkilendiremeyen taşralı memurla, gazetecinin ve vekilin tavırları geri kalmış memleketin insanının genel karakteri aslında. Hepsi aynı geriliğin farklı yüzleri…
Bahçesaray, dağarcığımı adamakıllı genişletti. Vatanın bütünlüğüne inancımı pekiştirdi.
Yolu tamamlandığında, kanaatim o ki Bahçesaray Van’ın ciddi turizm beldelerinden biri olacak. Geliri artacak, hayatı daha da renklenecek. Al bayrağımızla bezeli Bahçesaray’ı bir akşamüstü arkamızda bırakıp giderken bir yandan, candan ve mert insanımızın misafirperverliğini düşünerek seviniyor, biryandan “Müküs’ün” suyundan bir daha ne zaman içebileceğimizi düşünerek hüzünleniyorduk.
Bu vatanı sevenler için yapacak iş çok! Her bir karışını işlemek için…
Fırçanı kap da gel!
2 yorum:
Eline sağlık, çok güzel anlatmışın, doğanın güzelliğini,samimiyetini ve "erkan"ı...
O samimiyeti hak edenlerinyerine "erkânın" konuşması ne tuhaf değil mi? Biz de sözümüzü söyledik kendimizce.. Sağ olasın.
Yorum Gönder