Konuya Atatürkle değinmemin bir
sebebi var.
Çünkü en nihayetinde devletimizi
kuran ve biçimlendiren bilinç onunkiydi.
Atatürk faydacı bir devlet
adamıydı. Yeniliğe açık olması, yeniliği arzulaması hep onun faydacılığındandı.
Peki neden onu bir devrimci olarak
nitelemiyorum? Öncelikle “devrim”, Marksist anlamda bir tarihi zorunluluk olarak
görülen, “zorunlu bir kökten değişim” olarak benimsenmiştir. Bu açıdan “devrim”
kelimesinin üstüne Marksizm’in yağlı lekesi neredeyse çıkmayacak bir şekilde
işlemiştir.
Diğer yandan solun -kendisini başta
“Atatürkçü” olarak tanımlayan kesimleri olmak üzere- anladığı manada devrim, “köktenci
ve ne pahasına olursa olsun yapılması gereken bir değişiklik” anlamına geliyor (ya
da ben onların böyle dediğini sanıyorum). Türkiye’deki devrimcilerin çoğu Marksizm’in
de etkisiyle devrimi, “kendisi için” olması gereken bir zorunluluk olarak
görüyorlar. Böylece onlar “değişmeden kalan” ya da “çok yavaşa değişen” her
şeyin kötü olması gerektiğine dair güçlü bir önyargı taşıyorlar.
Oysa Atatürk’ün devrimciliği, “devrimin
kendisi için” (devrim olsun da nasıl olursa olsun) gerçekleştirilen bir şey değildi.
Atatürk’ün “devrimciliği”, “millet yararına/menfaatine, zamanın gereklerine
göre gerçekleştirilen faydalı değişiklikleri kucaklamak” anlamına geliyordu. Bundan
dolayıdır ki onun devrimciliği ne Rus devrimi gibi “mülkiyeti” ne de Fransız
Devrimi gibi inancı kökten yıkacak bir yok etme eylemi gibi ortaya çıkmamıştı.
Atatürk İlkeleri, aslında Atatürk’ün
Türk Milleti için düşündüğü ve gerçekleştirdiği şeylerin felsefi bir özetidir.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni, laik ( akılcı ve beşeri), milliyetçi (millet
faydacılığı), inkılâpçı ( akılcı yenilikçi),
halkçı ( cumhuriyetin toplumsal zemini), cumhuriyetçi ( devletin siyasal
zemini), devletçi ( toplumsal düzenin sosyo-ekonomik zemini) esaslarına göre
şekillendirmişti.
Bunlar Türk Milleti’nin içinde
yaşadığı dünyaya uyum sağlaması, hayatta kalması ve sürdürülebilir bir hayat
tarzı edinebilmesi için elzem olan şartların bir özetiydi aslında.
Bu açıdan onun “devrimciliği” Marksistlerin/solcuların
sandığı gibi bir “sürekli devrim” anlamına gelmiyordu. Atatürk’ün “devrimcilik”
sanılan özelliği “ Türk Milleti’nin hayatiyeti için için gerekenlerin sürekli gözetildiği bir
sürekli faydacılık”tan başka bir şey değildi.
Dolayısıyla mesela devrimcilik
adına, dini reddedip dini kurumları yok etmek yerine, onu Türk’ün faydasına çalışacak
şekilde sınırlandırıp akılcı bir yönteme kavuşturmayı tercih etmiştir.
Mesela alfabe değişikliği, artık
kendisiyle bir şeyin üretilmesinin çok zor olduğu anlaşılmış bir sistemin
yerine çok daha kolay öğrenilebilen ve üretilen bir sisteme geçilmesinden
ibarettir ki bu günlerde Suudi Arabistan’ın dahi alfabe değişikliğini
düşündüğüne dair duyumlar alınıyor. Harf inkılâbı bu açıdan kökten bir
değişiklik (devrim) olmakla birlikte devrim olsun diye yapılmamıştır, muhtelif
faydalar arasında en büyüğünü elde etmek için gerçekleştirilmiştir ve toplumsal
faydası çok kısa zaman içinde kendini göstermiştir.
Peki bütün bunlardan ne anlamamız
gerekir?
Atatürk devrimleri, özne, amaç ve
fayda gözetilerek yapılmış köklü değişikliklerdi. Atatürk devrimleri, kendileri
için yapılmış fantastik değişimler değillerdi. Atatürk devrimleri, aslında Türk’e
mal edilmiş, Türk için yapılmış, Türk faydası için gerçekleştirilmiş değişimlerdi.
Türk için Türk’e göre ve Türk tarafından gerçekleştirilmiş devrimleri ile bu
sebepten Atatürk, solun anladığı gibi “dünyevi bir devrimci” değildir, o bir “faydacı
Türkçü” olarak tarihe damgasını vurmuştur.